Reddedilen yardım, istenmeyen adam!
İsrail yönetimi, 6 Ekim’den beri mazlum Filistin halkına saldırılarını her geçen gün artırarak devam ettiriyor. Savaş hukukunu yok sayarak yaşlı, çocuk, kadın, hasta ve cami, kilise, hastane demeden gözünü kan bürümüşçesine önüne geleni yakıp yıkıyor. İnsanlığın şaşkınlıkla izlediği bu hadiseye kayıtsız kalmayan, -dini, milleti, mezhebi ne olursa olsun- vicdan sahibi kimselerce tepkilere neden olmuş, her yerden boykotlar başlamıştır. Dünyanın her yerinde İsrail’in vahşetini durdurmak için yapılan boykotlara ülkemiz de dâhil olarak insani duruşundan taviz vermemiştir. Asırlardır bu coğrafyada yaşanan olaya kayıtsız kalmayan milletimiz, düşene el uzatmış, “aman” diyene rengine, dinine bakmaksızın kapısını açmıştır. Milletimiz, Orta Doğu’da yaşanan bu son olaylarda “boykotsa boykot” diyerek, bu vahşete ortak olan markalara tepkisini göstermiştir. Aynı boykotu kadim tarihimize dönüp baktığımızda da görürüz. 121 sene önce gelen bir yardım teklifi aynı kararlılıkla reddedilerek, boykotun nasıl olması gerektiğine bir örnek teşkil etmiştir.
Saltanatı döneminde Osmanlı Devleti’nde birçok projeye imza atan Sultan İkinci Abdülhamid, memleketin bir baştan bir başa demir ağlarla örülmesi için Haydarpaşa’dan İzmit’e kadar gelen yolu ıslah etmeye, hatta hacıların rahat bir şekilde hac farizasını yerine getirmeleri için Mekke’ye ve oradan da Medine’ye kadar demiryolunu uzatmıştır. Çöl ve düz bir arazi üzerinde ilerlemiş olsa da Şam ile Medine arasındaki bu projenin tamamlanma süreci, 1900-1908 seneleri arasında gerçekleşmiştir. Sultanın Hamidiye Hicaz Demiryolu adını verdiği proje, içerisinden ya da yakınından geçtiği şehirlerin kalkınmasına olanak sağlayacaktır.
Savaş ortamından çıkan bir devlet için külfetli bir işin altına girildiği aşikârdır. Demiryolunun yapımı için maddi ödeneğe ihtiyaç duyulduğu bir dönemde Osmanlı tebaasından İslam âlemine yardım çağrısında bulunulmuştur. Güney Afrika’dan Balkanlara ve Fas’a, Singapur’dan Sibirya’ya, Hindistan’dan Rusya’daki Müslümanlara dek farklı milletler, demiryolunun yapımına destek konusunda karşılıksız kalmamıştır. Öyle ki Hicaz Demiryolu’nun inşa masrafları için Cape Town'daki (Ümit Burnu) İslam Mektebi talebeleri tarafından yardım dahi gönderilmiştir. Yine o dönemde Anadolu’daki vilayet, sancak ve köy gibi yerleşim birimlerinin her birinden ciddi manada yardımlar gelmiş; memurundan çiftçisine valisinden muhtarına dek hemen herkes elinden geldiği miktarda kutsal topraklara yapılacak demiryoluna yardım için seferber olmuştur. Bu yolun sekteye uğramaması için eczanelerde kullanılacak reçete kâğıtlarının satışından elde edilecek gelirin buraya aktarılması bile düşünülmüş, Ödemişliler demiryoluna kurban derilerini bağışlayarak yardımda bulunmuş, yabancı devletlerde çalışan şehbenderlerin maaşlarından kesintiler yapılarak maddi anlamda sürecin kolaylaşması sağlanmıştır. Dönemin devlet erkânı da küçük büyük demeden desteklerini esirgememiştir. Örneğin dönemin Bitlis Valisi Hüsnü Bey, 17 bin 860 kuruşluk büyük bir meblağ bağışlamış; bu yardımın karşılığında da altın madalya ile taltif edilmiştir.
İşte böylesi müşkül günlerde yaşanan bir hadise, Siyonizme yönelik boykot bilincinin çok eskilere dayandığını hatırlatıyor bizlere. Şöyle ki Theodore Herzl, Osmanlı’nın maddi sıkışıklığını fırsat bilerek Hicaz Demiryolu'nun inşası için yardım teklifinde bulunur. Çek olarak sunduğu 200 lira, o dönem verilen en büyük yardım miktarlarından birisidir. Amerika'dan tam dokuz kişinin gönderdiği 189 liranın tek başına üzerine çıkan Theodore Herzl’in kabul göreceğini düşündüğü bu yardım, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından reddedilmiştir. Ret kararını şaşkınlıkla karşılayan Herzl, 1902 senesinde çektiği Fransızca telgrafla dönemin Viyana Sefiri Mahmud Nedim Bey’e üzüntüsünü bildirmiştir. Mektep talebelerinin, belki harçlıklarından artırdığı paranın azına çoğuna bakılmadan gönderdiği yardım, Herzl’in o dönem için bir hayli büyük olan meblağından daha anlamlı bulunmuştur. Bağışın miktarına aldırış etmeden Herzl’in bu yardımının reddedilmesi, boykotun nasıl yapılacağına dair güçlü ve anlamlı bir örnektir.
Elbette Theodore Herzl’in yardımının reddedilmesinin arkasında, onun başını çektiği grubun Filistin’de özerk bir Yahudi Devleti kurulması fikrini yürütmelerinde yatmaktadır. İslam ahalisinin yaşadığı bu kadim topraklarda kurnazca ve sinsice yürüttükleri planlar, dönemin padişahı Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından anlaşılarak geri çevrilmiştir. Siyonist faaliyetlerin en büyük savunucusu olan Theodore Herlz, Yahudi Devleti kurma planlarını gerçekleştirmek için 1893 ile 1902 tarihleri arasında İstanbul’a defalarca gelmiştir. Herzl, Hahambaşı Moşe Levi ile beraber Yıldız Sarayı’nda Sultan İkinci Abdülhamid’in huzuruna dahi çıkmıştır. Hahambaşı ve Herzl, Osmanlı’nın borçları karşılığında sultandan Filistin’de bir yer talep etmiştir. Kurnaz ikilinin bu teklifine harfiyen karşı çıkan sultan, Herzl’in bu talebini şiddetle reddetmiştir. Bu ret karşısında boş durmayan Herzl, 1896 senesinde 20 milyon altın karşılığında Filistin’e Yahudi göçünün serbest bırakılmasını teklif eden bir mektubu sultana göndermiştir. Bu sinsi teklif, yine Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından reddedilerek kabulü bile söz konusu olmamıştır.
Fakat Herzl, aldığı olumsuz yanıtlara rağmen Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması düşüncesinden geri adım atmamış ve farklı ülkelerde düzenlenen Siyonist kongrelerinde düşüncelerini dünyaya duyurmak gibi farklı yollar aramıştır. Herzl, İkinci Abdülhamid Dönemi’nden günümüze kadar gelen süreçte, Filistin’de Müslümanlara yapılan katliamların da baş müsebbibi sayılmış, Siyonizmin en ateşli taraftarı olarak kabul görmüştür. Sultan, Herzl’i bu tavırları ve sinsice planlarından dolayı istenmeyen bir adam ilan etmiş; ondan gelecek yardımın da bu projenin hayrına halel getireceğini düşünmüş ola ki meblağın miktarına bakmaksızın reddini irade buyurmuştur.
Herzl’in sultanla görüşmesinden bu yana geride kalan 131 senedir en vahşice politikalar ile Filistin’de taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayan işgal yönetimi, masum sivillere nefes bile aldırmadan faaliyetlerini zalimce sürdürüyor. Oysa bölgede asırlarca adil ve hoşgörülü bir yönetim sergileyen Osmanlı’nın havralara ve kiliselere dokunmadığı, hatta tamir ettiği dönemlerin mumla arandığını biliyoruz. Oysa işgalci İsrail ne camiye ne de kiliseye saygısı var. Vicdan sahiplerince bu durum karşısında azıyla çoğuyla yapılacak boykot, aslında hac yolunda bir karınca misali doğrunun ve ezilenin safında olmamız gerektiğini gösteriyor.
Viyana Sefiri Mahmud Nedim tarafından 14 Nisan 1902'de kaleme alınan ve Theodore Herzl’in yardımının reddini bildiren belgede şu bilgilere yer veriliyor:
“Mabeyn Başkâtipliği'ne; Şefkatli Efendim, Mösyö Herzl'in Hamidiye Hicaz Demiryolu inşaatı için yaptığı yardımın kabulüne imkân olmadığından, bu maksatla verdiği 200 liralık çekin tarafına iadesi ve bu çeki geri aldığına dair elinden bir kağıt alınarak takdim edilmesi padişahımızın iradesi gereğidir. Bu husustaki talimata dair 1 Nisan 1902 tarihli ve 9855 numaralı yazışmalar elimize ulaşmış olup gereği yerine getirilerek Herzl’den alınan belge, ekte takdim edilmiştir. Bu hususta emir ve ferman sizindir.”