Okumanın olmazsa olmazı: Odaklanma
Odaklanmak ne demek? Neden çağımızın en büyük problemlerinden biri hâline geldi? Odaklanamadığımızda başımıza neler gelir? Dikkat eksikliği gibi meseleler, hakikaten geleceğimizi tehdit ediyor mu? Bu sayımızda dikkat ve odaklanma üzerine fikir yürütüyoruz.
Beyin ve davranış bilimleri üzerine çalışan birisi olarak beynin işleyişindeki en önemli hususlardan birisinin dikkat başlığı altında toplayabileceğimiz konular olduğunu söyleyebilirim. Her şeyden önce dikkat, bizim zihinsel güçlerimizi yönledirme becerimize verdiğimiz addır. Dikkatimizi belli bir süre, bir şeyin üzerinde tutma yeteneğimize “odaklanma” adını veriyoruz. Bu, aslında hepimizde olan bir beceri. Eğer ben, bu yazıyı kaleme aldıysam ve siz bunu dikkatle okuyup anlıyorsanız, belli bir konuya odaklanmışız demektir.
Bu odaklanma meselesi, aslında günlük hayatımızda bir şeyler öğrenebilmemiz, iletişim kurabilmemiz ya da herhangi bir sorunu çözebilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz temel şeydir. Çoğu zaman bazı şeylere kolayca odaklanabildiğimizi bile fark etmiyoruz. Mesela çok sevdiğim bir cep telefonu oyunu var. O oyunu açtığım zaman, aradan bir saat geçse bile zamanın akışını fark etmiyorum. Bir diğer ifadeyle o oyuna çok kolay odaklanabiliyorum. Ya da yazmayı seven birisi, yazmaya başladığında saatlerin nasıl geçtiğini anlamadığını söyleyebilir. Bazen de size çok basit bir iş verilir, üç beş dakikada yapabileceğiniz hâlde saatler boyunca odaklanamadığınızı fark edebilirsiniz. Bu nedenle de iş uzadıkça uzar, çetrefilleşir ve bazen de içinden çıkılmaz hâle gelir. Bu tür durumlar, gerçekten de çok can sıkıcıdır ve kendinize, “Ah, bir odaklansam da şu işi bitirip kurtulsam,” dersiniz. Bu örneklerdeki hâlleri yaşayan çok fazla insan olduğunu biliyorum. Çünkü bana yöneltilen sorularda, “dikkat dağınıklığı” sorununa sıkça rastlıyorum.
Dikkatimiz neden dağılır?
Günümüzde odaklanmayla ilgili ciddi problemler yaşanıyor ve bunlar gittikçe artıyor. Bu problemlerin nedenini anlayabilmek için odaklanma yeteneğimizin doğasına bakmalıyız. Biz neye, niye, nasıl odaklanıyoruz? Öncelikle dikkat, karanlık bir ormandaki el fenerine benziyor. Siz elinizdeki feneri nereye tutarsanız, oradaki detayları görmeye başlarsınız. Bu nedenle aydınlatılan yer dışındaki alanlar konusunda pek bilginiz olmuyor. İşte odaklanma da böyledir. Zihinsel güçlerimizi, algılarımızı belli bir konuya çevirdiğimiz anda diğer bütün kısımlar dikkatimizin dışında kalıyor.
Tabii burada odaklanmanın süresi de önem kazanıyor. Problemimizi çözene, ihtiyacımızı giderene kadar dikkatimizi orada tutmak, modern dünyada bir zorunluluğa dönüşüyor. Oyun oynarken farkına bile varmadan saatlerce odaklanabilirken, bazen en basit işlerde bile dikkatimizi bir türlü toplayamayabiliyoruz. Bunun temel nedenlerinden biri, odaklanmayı yöneten beynimizin haz ve ödül sistemiyle çalışmasında yatıyor. Bize zihinsel olarak haz, tamamlanmışlık duygusu, hoşluk ve keyif veren şeylere daha uzun süre odaklanma eğilimi gösteririz. Ya da tam tersi, bu haz ve ödül sistemimizi negatif olarak uyaran, yani onun çalışmasını baskılayan tehlikeli ve korkutucu durumlarda da uzun süre odaklanırız.
Odaklamak için neler yapılabilir?
Genellikle sevmediğiniz bir şey size yaptırıldığında dikkatinizi o işten hızlı bir şekilde uzaklaştırırsınız. Bir konuda dikkatinizi toplayamadığınızı fark ettiğinizde, o işe biraz ara verip neden odaklanamadığınızı düşünmek, çözüm için atılmış doğru ilk adımdır. O işi yapmanın size kazandıracağı şeyleri düşünerek beyninizi ikna etmeye çalışabilirsiniz. Odaklanmakta zorlandığımız çoğu iş, aslında parçalara bölünerek halledilebilecek niteliktedir. Dikkat sistemimizin önemli bir özelliği vardır. Buna, “sinyal - gürültü oranı” diye havalı bir isim de veriliyor. Peki, nedir bu? İlgilendiğiniz bir şey, aynı zamanda beyninizin sinyalidir. Gürültü ise dikkatinizi dağıtacak tüm faktörlerdir. Bunlar, etrafınızdaki fiziksel ya da duygusal konular da olabilir, zihninizde gezinen meseleler de olabilir. Eğer sinyal - gürültü oranınız düşükse; yani gürültü fazla, sinyale odaklanmanız azsa dikkatiniz çok çabuk dağılır. Ama sinyal - gürültü oranınız yüksekse, yani çok iyi konsantre olmuşsanız dikkat dağıtıcılar sizi kolay kolay etkilemez.
İnsan hangi durumlarda en yüksek sinyal - gürültü oranına sahip olur? Bunun en marjinal versiyonu, akış dediğimiz zihinsel deneyimler sırasında gerçekleşir. Akış, sevdiğiniz bir işi yaparken zaman algısını size unutturur. Hatta o işle uğraşmayı bıraksanız bile tatmin duygunuz devam eder. Dolayısıyla bu marjinal örnek, bize şunu sordurur. Ne oluyor da insan akışa geçiyor? Eğer bir konuda akışa geçmek istiyorsanız, birincisi o konuda yeterince deneyiminiz olmalıdır. Yani öncesinde yeterince çalışmış olmalısınız. Onun araçlarını, yöntemlerini iyi biliyor olmanız lazımdır. İkincisi, o işi yapmak için bir motivasyonunuz, bir nedeniniz olmalıdır.
Üçüncüsü, hep aynı şeyi tekrar tekrar yaparak zihninizi odaklamanız çok zordur. Yaptığınız iş, sizin için bir yenilik içermeli; size bir farklılık, bir meydan okuma, bir zorluk derecesi getirmelidir. Eğer öyle bir zorluk derecesiyle karşı karşıyaysanız, zihniniz otomatik moda geçer ve siz saatlerce odaklanmayı başarabilirsiniz. Özetle bir işe konsantre olamıyorsak, o işle ilgili becerilerimizi geliştirmeye başladığımızda, duygusal motivasyonumuzu gözden geçirip onu hayatımızda ve zihnimizde doğru bir yere koyduğumuzda, o işi biraz zorlayarak başarılabilecek bir ödüle dönüştürebildiğimizde ve bu işi rutin olarak değil de kendimizi iyi hissettiğimizde yaptığımızda odaklanma gücümüzün giderek arttığını görürüz. Unutmayın, yaptığınız işi sevdiğiniz iş hâline getirmek, sizin elinizdedir.