Neyi temsil ediyoruz?

Neyi temsil ediyoruz.
Neyi temsil ediyoruz.

Ahlaki çürümenin, her geçen gün artan nitelik kaybının ve kutuplaşmaların giderek derinleştiği bir dönemdeyiz maalesef. Bu zamanda her canlı, varlık olarak kendi mevcudiyetini temsil ederken insansa kendisini aşan bir ideali de temsil etmek zorundadır. İdeal, yalnızca kişisel bir arzu değil, bireyin büyük bir tutku ile gerçekleştirmeyi amaçladığı yüceltilmiş bir misyondur.

İdeal bir birey, toplumda yalnızca fiziksel varlığıyla değil; taşıdığı değerlerle ve hedeflediği vizyonla da öne çıkar. İdeal, özellikle kim olduğumuzu, neyi temsil ettiğimizi ve toplum içinde nasıl bir rol üstlenmemiz gerektiğini bilmemiz anlamında önemlidir. Zira idealimizi yaşam biçimi hâline getirebilirsek hem kendimize hem de yaşadığımız topluma katkı sağlamış oluruz. Müslüman bir Türk genci olarak idealimizi oluştururken manevi değerlerimize bağlılığımız nispetinde, ancak sarsılmaz bir perspektif geliştirebiliriz. Ve bu çerçevede kendimize sağlam bir rota çizmiş oluruz. Böylece bu perspektifimizin bize kazandırdığı vizyonla öncelikle milletimize ve daha geniş anlamda insanlığa değer katmayı amaç ediniriz.

İdeal sahibi olarak yıkılmakta olan kültür enkazları arasında zaman zaman başkalarınca hor görülsek de her türlü baskıya rağmen kültürümüzü ve değerlerimizi yaşayarak yaşam mücadelesi veren isimsiz kahramanlar olabiliriz. Sosyal hayatta birtakım çarpıklıkların yaşandığı, geleneksel değerlerin gözden düştüğü, maddiyatın maneviyattan önce gelmeye başlandığı ve Doğu-Batı çatışmalarının yaşandığı bir konjonktürde; ait olduğu yeri bilenlerden olmalıyız.

Bütün bu ideal hedeflere yürürken teknolojinin bize sunduğu ya da maruz kaldığımız gelişmelere karşı da son derece uyanık olmamız şarttır. Zira yönümüzü ne tarafa çevirsek âdeta bizi oyalamak; asıl gayemizi, ideallerimizi unutturmak maksadıyla organize edilen sayısız içi boş etkinliğe rastlıyoruz. Politikayı, ekonomiyi, adaletsizlikleri, sanat ve edebiyat alanındaki eserleri veya eğitim müfredatını, bilimsel gelişmeleri her fırsatta konuşmalı; kısaca memleket meselelerini dert edinmeliyiz.

Bugün, Batı dünyasının Avrupa merkezli pozitivist ve modernist akımların çoğu, bizim için maalesef ciddi bir çekim merkezi hâline gelmiştir. Bu akımlar, maddeyi ve bireyi maksimum seviyede ön planda tutmayı hedefler. Ancak bu yaklaşım, manevi ve toplumsal bağlarımızın zayıflamasına yol açmaktadır. Dolayısıyla modernleşme fırtınasında sağa sola savrulmadan ve zaaflarımıza yenik düşmeden ayakta durabilmemiz gerekiyor. Bunun için de erken yaşlarda, doğru kaynaklardan manevi eğitim alarak sağlam bir psikoloji ve güçlü bir ruh ile hayata tutunmalıyız. Bu da ideal insan profilinden bizi önce ideal eğitim müfredatına kafa yormaya götürüyor. Zira ideal eğitim, ideal gençliği ve bu istikrarlı süreç de netice olarak ideal insanı doğurur. Tam bu noktada sinekleri tek tek öldürmek yerine sinekleri doğuran bataklığı kurutma örneğinde olduğu gibi çok önemli başka bir tespiti hatırlamakta yarar görüyorum: “Bir milletin ıslahı, kötülerin imhasıyla değil; yeni neslin eğitim ve terbiyesiyle mümkündür.”

Toplum olarak sadece bireysel “başarılara” odaklanmamızın uzun vadede hem bizim hem de içinde yaşadığımız ülkemize yarar getirmeyeceğini kavramamız gerekiyor. Zira hayata yeni adım atan heyecanlı gençlerin birbirlerini anlamsız yarışlarla geçmeleri, gerçek ve kalıcı bir başarı getirmeyecektir. Burada biz gençlere düşen de manevi mirasımıza sahip çıkarak, idrakimizi artırarak maddi ve manevi sahada en iyiye ulaşmayı hedeflemektir. Bu bağlamda inandığımız değerlere, şahsi menfaatlerimizi göz ardı edecek derecede bağlı kalmamızı sağlayacak şartların oluşması hâlinde, modernizm adı altında esen her türlü rüzgârda ayaklarımızı yere sağlam basarak durabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Ancak bu şekilde hem bireysel hem de toplumsal anlamda gerçek bir ideale ulaşabiliriz.

Toplumda idealist genç potansiyelimizin hiç de azımsanmayacak sayıda olduğu kanaatindeyim. Fakat yeteneklerimiz ölçüsünde yaşadığımız topluma yararlı olacağımız yerde, yanlış eğitim müfredatının bir sonucu olarak boş, avare ve idealsiz yaşamaya mahkûm oluyoruz. Tarih şuuru olan ve ecdadımızın insanlığa model olabilecek destansı başarılarını okuyarak büyüyenler için şahit olduğumuz manzara son derece yaralayıcıdır. Vasatın, niteliksizliğin, kutuplaşmaların ve liyakatsizliğin resmedildiği estetik değerlerden uzak kaskatı, soluk ve ürkütücü bir tabloya bakıyoruz âdeta.

Öte yandan idealist gençler olarak manevi eğitimde yetkinliğe ulaşmamız ne kadar önemliyse fen bilimlerinde de kendimizi geliştirmemiz o kadar gereklidir. Sadece dünyevi ilimlere ağırlık vermek, tek kanatlı kuş olmak gibidir ve doğal olarak uçmak mümkün olmaz. İki kanatlı kuş misali hem maddi hem de manevi cephede entelektüel bir kimliğe sahip olmamız hâlinde ise ancak derinlikli bir vizyon ortaya koyma şansımız olabilir. Ebette ki bazı değerleri, sadece bilmemiz yetmez. Ruhumuzun meseleleri öğrenme ve bilmekten ziyade idrak etmeye ve yaşamaya ihtiyacı var.

Üzerinde düşünmemizde yarar gördüğüm bir soruyla yazımızı bitirelim. Menfaatimize zarar geleceğini bildiğimiz, ekonomik olarak zor duruma düşeceğimizi tahmin ettiğimiz hâlde doğru bildiğimizden taviz vermeyerek haklıdan ve hakikatten yana olan tavrımızı her şeye rağmen sürdürebiliyor muyuz?