Ne Afrika ne Akdeniz... Hepsi için Tunus

Sidi Ukba Ulu Camisi.
Sidi Ukba Ulu Camisi.

Uzun süre devam eden Uzak Doğu rotamın ardından yönümü Afrika kıtasının kuzeyine çeviriyorum. Hedefim Tunus! Japonya’dan sonra bambaşka deneyim sunacak bir coğrafya olacağı için heyecanlıyım.

Akdeniz’e kıyısı olan Tunus ne Afrika ülkesi ne de Akdeniz ülkesi sayılır. Bana göre hepsini iç içe barındıran eşsiz bir ülke. Ülkenin bir kısmında Büyük Sahra Çölü var. Bir gece vakti yıldızlarla kaplı çölde uyumadıysan, Tunus turuna mutlaka çölü de ekle. Ben daha önce Fas’ta çölde kaldığım için Tunus’ta tekrar çöle gitmiyorum. Ama yine de aklım orada kalıyor.

Tunus’un başkenti de Tunis (Tunus) şehri. İstanbul’dan direkt başkente uçuyorum. Havaalanından şehir merkezine taksi tutup otelimi aramaya koyuluyorum. Tunis şehrinin eski şehir bölgesi olan Medina’da olan otelimi bulmak neredeyse imkansız halde. Labirent gibi sokaklarda bir o yana bir bu yana çıkıp duruyorum. Sokakta yol tarifi sorduğum neredeyse herkes yardım etmek için elinden geleni yapıyor. Navigasyon için destek almak istediğim gençler “İnternetimiz yok ki!” diyor. Otelimi bilen birine rastladığımda sevinçten havalara uçuyorum.

Tunus’un kapıları çok meşhur.
Tunus’un kapıları çok meşhur.

Otel eski şehir bölgesinin ortasında klasik Tunus mimarisiyle yapılmış. Birkaç odalı butik bir otel. Avlusuna açılan odalarının önünde oturmak için sandalyeler var. Avlusunda, çiçekler ve kuşlar arasında kahvaltı servis ediliyor. Odanın içi de geleneksel şekilde döşenmiş. Böyle bir yerde kaldığım için seviniyorum.

Çok vakit kaybetmeden hazırlanıp kendimi sokaklara atıp Medina’nın labirentlerinde kayboluyorum. Bir satıcıdan nane çayı alıyorum. Fas’ta ilk denediğim nane çayı Tunus’ta da var. Epey şekerli sevdikleri için siz içmeden önce şeker konusunda uyarırsanız iyi olur.

  • Tunus’un kapıları çok meşhur. Hepsinin sembolik anlamları var. Her birinin özel menteşeleri ve renkleri fotoğraflarımı unutulmaz kılıyor. Kapılar tek veya iki kanattan oluşuyor ve kocaman tokmakları bulunuyor.

Bazı kapıların bir kanadında küçük bir kapı daha bulunuyor. Rivayete göre büyük kapılar hayvanların ya da ticari malların içeri girmesi içinmiş, küçük olanlardan ise insanlar geçiyormuş. Bu kapılardan evde yaşayanların ekonomik durumları ya da mevkileri de anlaşılıyormuş. Mavi, sarı, kırmızı, yeşil kapıların hepsinin renginin ayrı ayrı anlamları var. Yalnızca bir kapıyla neler anlatmışlar neleeer...

  • Şehrin egzotik sokaklarında sık sık zeytin ağaçlarına rastlıyorum. Zeytin ağaçlarının gölgesinde dinlenmek huzur veriyor. Ülkede zeytinin öneminden sebep caddelerin, yapıların adında mutlaka “zeytin” başrolde.
"Labirentin içinde yolumu bulmaya çalışarak yeniden otelimi arıyorum."
"Labirentin içinde yolumu bulmaya çalışarak yeniden otelimi arıyorum."

Zeytûne Camisi bir sonraki durağım. Özellikle yabancı kaynaklarda Zitouna Camii diye de geçen cami bir tapınağın üzerine inşa edilmiş. Kocaman bir avlusu olan caminin içinde saatlerinizi geçirebilirsiniz. Benim akşam üstü uğradığım caminin tepesinde kuşlar uçuşuyordu. Güneşin batmasına yakın gökyüzünün rengini değiştirmesiyle caminin atmosferi birleşti, kuşlar da ona eşlik ettiler. Namaza gelen Tunusluların her biri geçerken selam verip gülümsüyordu. Caminin avlusunda gökyüzüne bakmak, namazı beklemek şehrin içinde tanıdık hissettirdi.

Camiden çıkınca çarşının içinden çıkarak bir şeyler yemek için şehrin başka bir kısmına geçtim. Tunusluların mutfağında Arap ve Berberilerin yanı sıra Avrupa etkisi de hissediliyor.

  • Yemeklerde Akdenizli olmanın getirdiği zeytinyağı başköşede. Baharatlar da zeytinyağının en büyük eşlikçisi; anason, kişniş, kimyon, tarçın, safran ve nane. Tajin ve kuskus pilavı yemeklerin en önemlilerinden. Şerbetler, hamur işi tatlılar da Tunus’ta çok seviliyor.
Sidi Ukba Ulu Camisi (başka açıdan)
Sidi Ukba Ulu Camisi (başka açıdan)

Akşam yemeğinden sonra eski sokaklara yeniden karışıyorum. Dükkanlar kapanmış, etraf küçük ışıklarla aydınlanmış. Labirentin içinde yolumu bulmaya çalışarak yeniden otelimi arıyorum. Her seferinde kaybolmayı nasıl oluyor da başarıyorum, bilmiyorum.

Ertesi gün erkenden kalkıp otelin bembeyaz avlusunda kahvaltı ediyorum. Türk kahvaltısından sonra bizi mutlu edecek başka bir mutfak var mıdır bilmem. Ama yine de portakal sularını, krepleri mideye indirip yola çıkıyorum. Mavi-beyaz evleriyle meşhur Sidi Bu Said’e gideceğim.

Tunis’ten trene binip Sidi Bu Said’e doğru yola çıkıyorum. Aralarında sadece 20 kilometre var. O yüzden trenle ulaşım mantıklı geliyor. Hem de Tunus halkının içine karışıyorum. Trenden inip merkeze yürüyorum. İlk durağım bir şeyler atıştırmak ve kahve içmek için bir kafe.

Ribât.
Ribât.
  • Mavi-beyaz dizayn edilmiş kafede geleneksel ve modern mimari iç içe. Üçüncü nesil kahvecilerin buraya da uğradığını görüyorum. Tunus usulü ton balıklı sandviçle kahvemi içip yola devam ediyorum. Unutma ki bir şey Tunus usulüyse için de mutlaka ama mutlaka baharat başroldedir.

Yokuş yukarı Arnavut kaldırımlarından çıkarak etrafıma bakıyorum. Buradaki bütün kapılar şahane! Her birinin önünde durup fotoğraf çekilen turist kalabalıkları var. Bazı kafeler basamaklı dizayn edildiği için denize doğru uzanan mavi beyaz renklerde okyanusu görebiliyorsunuz. Doğrusu bu manzarada bir şeyler içmek büyüleyici geliyor. Birkaç saat yalnızca oturup denizi ve renkleri izliyorum.

Sidi Bu Said’den dönüşte Kartaca’ya uğrama niyetindeyim. UNESCO Dünya Kültür Mir ası listesindeki Kartaca Harabeleri’nin Google’daki görselleri bile beni heyecanlandırıyor. Kartaca burada kurulmuş bir Fenike kolonisi. Ve bölgenin adı şehrin dilinde “yeni kent” anlamına geliyor. Burası hem Antik Yunan hem de Roma İmparatorluğu için oldukça önemli bir bölgeymiş. Ve birbirleriyle hep rekabet halindeymişler. Beni en çok etkileyen şeylerden biri denize kıyısı olan hamam kalıntıları. İmparator Antonianus-Puis Dönemi’nden kalma kalıntıları görünce “Acaba burası zamanında nasıldır?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Denizin kenarında hamam keyfi yaptığınızı bir hayal etsenize...

El Cem Amfitiyatrosu.
El Cem Amfitiyatrosu.

Tunis şehrine dönüp dünyanın en büyük mozaik müzesi olan Barbo Müzesini görmek istiyorum ama kapalı olduğunu öğreniyorum. Hükumet tarafından bir süredir kapalı tutulan müzeyi ne yazık ki görme şansı bulamıyorum. Belki de güzel Tunus’a bir daha gelmek için sebebim olur bu muhteşem müze...

Akdenizli, Arap, Afrikalı... Hiçbir yere koyamadığım Tunus’a veda etmek vakti geldi. İçinde bir sürü şeyi harmanlayan ve bunları en güzel hâlleriyle sunan bu ülke, beni mutlu etmeyi başarıyor.

Nilüfer Taktak / Yazar-Editör