Mazgala düşen kimliğimiz
Kocaeli'nde, sınav öncesinde kimliğini bir mazgala düşüren gençle ilgili haber üzerine, günümüz gençlerinin gelecek kaygılarına dair düşünmeye başladım. Olay sembolik de olsa öğrencinin yaşadığı bu travma, gençlerin kimlik bunalımının trajikomik bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Bizi biz yapan ve kendimizi ispatladığımız kimliklerimizin, değerlerimizin kayboluşu; bu olayda, genç kızın fiziksel kimliğinin mazgala düşmesiyle somut bir metafora dönüşüyor. Öyleyse gelin bu olayı mercek altına alarak günümüz gençlerinin gelecek kaygılarını ve hayatı algılama biçimlerini daha yakından irdeleyelim.
Genç kızın yaşadığı bu olay yalnızca fiziksel bir nesnenin kaybı değil, aynı zamanda bireyin sosyal ve psikolojik kimliğiyle ilgili daha büyük bir krizin sembolüdür. Sınav gibi hayatî bir dönemeç öncesinde kimliğini kaybetmek, yüzeysel bir problem gibi görünse de gelecek kaygısı taşıyan genç bir insan için oldukça derin ve kalıcı psikolojik etkilere yol açabilir. Bir kimlik kartının kayboluşunun; gençlerin hayallerinin ve gelecek planlarının kaybolmasını çağrıştırması, üzerinde düşünmeye değer bir konu olsa gerek.
Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken mesele, fiziksel bir belgenin ötesinde gençlerin kültürel ve manevi kimliklerine sahip çıkma şeklidir. Gençler; sınavdan da öte kendi tarihlerini, kültürlerini ve değerlerini ne kadar biliyor ve bu bilinçle nasıl bir gelecek inşa ediyorlar? Onların zihinleri, modern dünyanın getirdiği baskılar altında mı eziliyor yoksa özgün bir iradeyle mi hareket ediyorlar?
İşte bu sorular, günümüzdeki gençlik üzerine ciddi bir tartışma başlatmamız için bizi zorluyor. Bir kimlik kartının kayboluşu, gençlerin toplumsal yapı içindeki kırılgan konumlarını ve sürekli değişen dünya karşısında kimliklerini koruma ve yeniden inşa etme çabalarını gözler önüne seriyor. Bu durum, gençlerin kendi öz kültürleriyle ve manevi değerleriyle nasıl bir ilişki içinde olduklarına dair önemli ipuçları veriyor.
Özellikle son yıllarda gençlerimiz arasında hızla artan kimlik bunalımını irdelediğimizde, yüz yıl öncesine dayanan hazin bir mesele karşımıza çıkıyor. Günümüzdeki siyasi gelişmeler ve sosyal medyanın da etkileriyle bu kronik hastalığın iyileşmek yerine daha da derinleştiğini söylemek mümkün.
Günümüz gençleri; sürekli değişen toplumsal beklentiler, eğitim sisteminin yarattığı baskılar ve artan gelecek kaygıları gibi pek çok zorlukla karşı karşıyalar. Tüm bunlar, gençlerin kendilerini sürekli sorgulamalarına ve kimliklerini kaybetmelerine neden olabiliyor. Zira kimlik, bir gencin sadece kendini tanımlamasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumdaki yerini ve gelecekteki rolünü de belirler. Bu nedenle bir öğrencinin kimlik kartının mazgala düşmesi, bir anlamda gençlerin toplumsal yapı içindeki kırılgan konumlarını ve devam eden kimlik arayışlarını da sembolize eder. Gerçek manada kimlik inşası, gençlerin kendi toplumlarının tarihini, kültürel dokusunu, manevi değerlerini anlamalarıyla başlar. Ancak bu şekilde modern dünyanın baş döndürücü gelişmelerine rağmen, öz kimliklerimizi kaybetmeden var olabiliriz. Kendi değerlerine uzak kalan ve aynı zamanda gelecek kaygısı taşıyan gençlerin yaşadıkları topluma değer katmaları da mümkün değildir. Hâlbuki gençlerimiz için gerek siyasi konjonktürde ve gerekse ekonomik sahada kendilerini güvende hissedebilecekleri şartları oluşturulsa durum daha farklı olabilir. Bunun için eğitimciler, politikacılar, sivil toplum kuruluşları ve medya olarak, gençlerin öz kimliklerini keşfetmelerine, tarihlerine ve manevi değerlerine vakıf olmalarına yardımcı olacak projeler geliştirmeliyiz. Eğitim sistemimiz gençleri sadece akademik başarıya teşvik etmek yerine; sosyal, duygusal ve özellikle manevi gelişimlerini de destekleyecek şekilde yeniden yapılandırılırsa ancak bu sayede son yüz yılda mazgala düşen “kimliğimizi” geri kazanmanın yolunu açmış oluruz.