Maharet
Maharet, hayatın her alanında, yaptığımız işte her bir detayı yüksek bir farkındalıkla neyin, neden ve nasıl olması gerektiğini bilerek ustalık ortaya koyma meselesidir. Maharet, sadece bir işi hızlı ve pratik bir şekilde yapmak değil, o işin özüne nüfuz ederek, tam anlamıyla kavramayı gerektirir.
Çoğu insan, özellikle de gençler, düşünce ve eylemlerinde yüzeysel bir hayatı tercih ediyor. Derinlemesine anlamak için gerekli çabayı göstermek yerine, niceliksel başarıları benimsiyor. Eğitim sistemi dahil, genel olarak mahir olma ve en iyisini yapma gayreti, ne yazık ki otoritelerin belirlediği standart yeterlilikleri karşılamakla yetinmeye dönüşüyor.
Kişisel gelişim ve öz benlik arayışımız, bazen başkalarıyla olan rekabetimize yenik düşüyor. Hırslı ve sabırsız davranışlarımız, bir konuda maharet kazanma azmimize ket vurabiliyor. Böylece amaçlarımız yararlı olmak, gelişmek ve öğrenmek yerine, başkalarını geçmek ve “kazanmak” üzerine kuruluyor. Ancak her birimizin kendi hayat yolculuğunda, her şeyle biraz ilgilenmek yerine, bir konuda mahir olması, yeterlilik kazanarak derinliğe ulaşması, yani niteliğe odaklanması son derece önemlidir. Ne yazık ki çağımızın bize sunduğu fırsatlar/dayatmalar, ustalık arayışımıza imkân tanımamakta, tam tersi otoritenin standart performans beklentilerine yönelmemizi teşvik etmektedir.
Günümüzün gençleri bu dünyaya bir iz bırakacak, yarının ustaları, mahir öncüleri olması beklenen nesildir. Unutmayalım ki gerçek başarı, başkalarıyla yarışmak ve onların önüne geçmek değil, kendi içsel yolculuğunuzda derinlik ve anlam bulmaktır.
Yaşadığımız çağ, hızın ve bir şeyleri kaçırma korkusunun egemen olduğu bir zaman. Bu durum, sürekli bir kıyas ve rekabet ortamı anlamına geliyor; hırs, sabırsızlık ve acelecilik gibi duyguları körüklüyor. Neticesinde insanlar mesleklerinde ustalaşmak yerine, maddi kazanımları artırmayı daha önemli buluyor. Ancak unutmamalıyız ki bu yaklaşım, insan ilişkilerimizin özündeki samimiyeti de olumsuz yönde etkilemektedir.
Gerçek başarı ve tatmin, yüzeysel ve geçici kazanımların ötesinde, iç dünyamızın zenginleşmesi ve yaptığımız işin niteliğiyle ölçülmelidir. Kendimize ve çevremize göstereceğimiz samimiyet, hayatımızı daha saygın ve anlamlı kılar. Bu, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde de daha bilinçli ve dengeli bir hayat sürmemizi sağlar. İnsanın etrafında gerçekleşen her şeye yetişme çabası, ne yazık ki kaliteden yoksun sonuçlara yol açıyor. Bu hızlı ve yüzeysel hayat tarzı, zamanla problemli bir karakter özelliğine dönüşebilir.
Usta olmayı hedefleyen bir insan, var olanı doğru bir şekilde tanımlama, anlamlandırma ve kendine has bir yorumla üretme çabasında olmalıdır. Performans odaklı insanlar ise hızlı ve pratik çözümlerle "yeterince" sonuca ulaşmanın tatmin edici olduğunu düşünürler. Zihinlerimiz çoğu zaman ustalık paradigmasıyla mı yoksa performans/sonuç odaklı pratik çözümlerle mi yaşamayı seçeceğimiz ikilemi içinde sıkışıp kalır. Bu önemli soruyu vicdanımıza yönelttiğimizde, standart performansın ötesine geçip daha derin cevaplara ulaşmanın gerekliliğini fark ederiz.
Yaptığımız işlerde, ilişkilerimizde ve yaşam tarzımızda özgünlüğü ve kaliteyi hedeflemeliyiz. Ustalık, sabır, azim ve derin bir öz farkındalık gerektirir. Bu yolculukta ilerledikçe hayatımızın ve yaptığımız işlerin gerçek anlamını ve değerini keşfeder, bireysel ve toplumsal olarak da zenginleşiriz. Bu nedenle günümüz dünyasının hız ve hırs gerektiren performansına kapılmadan, hayatımıza dokunan her şeyin özünü, değerini ve hikmetini keşfetmeliyiz. Çağımızın performansa dayalı hızlı temposunda başarı ve yeterlilik tanımlarımızı sorgulamak, kendimizi yalnızca sıradan başarılarla sınırlayıp sınırlamadığımızı gözden geçirmek elzemdir. Gerçekten yaptığımız işin anlamını buluyor muyuz yoksa sadece dış beklentilere mi cevap vermeye çalışıyoruz?
Usta olmak ile performans baskısı altında ezilmek arasındaki ayrım, çoğu zaman kişinin yetişme biçimine dayanır. Sonuçları öven, kıyaslamaya dayalı bir eğitim anlayışı, performans odaklı bireyler yetiştirme eğilimindedir. Oysa dünyamız farklı alanlarda iş üreten, bir şeyler ortaya koyan binlerce insanla doludur. Ancak gerçek anlamda risk alabilen, zorlukların üstesinden gelebilen idealist insanlar nadir bulunurlar ve bu sebeple değerlidirler.
Usta olarak tanımlanan insanların sadece yaptıklarına değil, söylediklerine ve davranışlarına da bakmak gerekir. Şayet meziyet ve şahsiyet bir arada bulunursa gerçek anlamda bir ustanın varlığından söz edilebilir. Azim, bilgi ve tecrübe, ustalık yolunda önemli kilometre taşlarıdır. Sevmediğimiz, zoraki yaptığımız hiçbir işte ustalığa ulaşmamız beklenemez. Çünkü insan sevmediği bir alanda çalışırken, zihnen yaptığı işe tam anlamıyla odaklanamaz. Odaklanma olmadan ise nitelikli üretim ve ustalıktan bahsetmek doğal olarak mümkün değildir.
Bu nedenle gerçek anlamda bir usta ve idealist bir insan olmak istiyorsak sevdiğimiz, bizi tutkuyla bağlayan alanlarda çalışmalıyız. Yaptığımız işe değer katmak, topluma faydalı olmak, işin özünü kavramak ve bu yolda sabırlı olmak gerekir. Yalnızca bu şekilde hem kendimize hem de yaşadığımız topluma gerçek anlamda değer katabilir ve gerçek bir usta olarak anılabiliriz.
Yavaşlamalı, hayatımızda gerçekten önemli şeylere odaklanarak mesleğimizde derinleşmeliyiz. Kendimize ve çevremize karşı samimi olmalıyız. Bu hem bizim için hem de toplum için daha anlamlı ve tatmin edici sonuçlar doğuracaktır. Hayat, yalnızca maddi kazanımlardan ibaret değildir. Samimiyet, erdemli olmak, dürüstlük, saygınlık, gerçek zenginliklerimiz olmalıdır. Hayatımıza dokunan şeylerin özünü, değerini ve hikmetini ihmal ediyoruz. Performans odaklı eğitim anlayışı, hayatın detaylarda saklı güzelliklerini ve özgünlüğünü keşfetmemize engel oluyor. Bu durum hem bireysel hem de toplumsal gelişim açısından büyük bir kayıp yaşandığının açık göstergesidir. Son olarak, usta ve çıraklık geleneği üzerine düşünmeye, yeniden değerlendirmeye ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim.