Lazarus’un dirilişinden Frankenstein’a galvenist denemeler
Hazreti İsa onlara dedi ki: “Dostumuz Lazarus uyuyor ama ben gidip onu uykusundan uyandırabilirim.” Bunun üzerine havarileri birbirlerine baktılar ve bazıları İsa'nın mecazi anlamda konuştuğunu bilmediklerinden gülümsediler. “Efendim, eğer o uyursa daha iyi olur.” dediler. O zaman Hazreti İsa onlarla daha yalın konuştu. “Lazarus öldü, evet. Yine de biz ona gidelim." Yuhanna İncili (Hayvan Mezarlığı, Stephen King, 1983)
İncil’e göre Hazreti İsa’nın dostlarından Beytanyalı Aziz Lazarus, hastalıklar içinde kıvranırken kız kardeşleri abilerini kurtarması için Hz. İsa’ya haber gönderir. Haber kendisine ulaşınca Lazarus’un memleketine doğru yola çıkan Peygamber gecikir ve bugün bir Filistin kasabası olan Beytanya’ya (El-Eizariya) vardığında Lazarus’un çoktan ölmüş olduğunu öğrenir. Bu gecikme yüzünden kızgın olan kız kardeş Martha’nın sitemleri üzerine İsa Peygamber, mezarın olduğu mağaraya gider. Mezar kapakları açılır ve Hz. İsa dört gündür ölü hâldeki adama dirilmesini emreder. Olacakları izleyen havariler ve diz çöküp Hz. İsa’dan af dileyen kız kardeşlerinin şahitliği önünde mezarından kalkan Lazarus, dirilişinin ardından hayatına sağlıklı bir şekilde devam eder. Bu olayla yaşamın belirsizliği karşısında ölümsüzlük arzusu taşıyan insanın dünyasında perdeler kalkar ve bir soru doğar: Olasılıklar dünyasında ölümle yaşam arasında geriye dönüş acaba mümkün olabilir mi?
Lazarus’un ölümden dönüşünü anlatan bu hayret verici hadise sanat dünyasında Leon Bonnat, Rembrandt, Raffaello, Van Gogh, Sebastiano del Piambo gibi pek çok sanatçının tablolarına da ilham kaynağı olmuştur.
Tıp literatüründe de kendisine bir fenomen olarak yer bulan Lazarus, çoğu zaman şehir efsanesi olarak anlatılagelmiş morgda dirilme öykülerine konu olsa da en basit hâliyle, hastanın ölümü resmi olarak kabul edildikten sonra solunum ve dolaşımın kendiliğinden geri dönmesi demektir.
Rastlantısal bir gözlem
Takvimler 1780 yılını gösterirken Lazarus’un büyüsü devam ediyor, bu olaya muhatap olan cemaatten İtalyan fizikçi ve biyolog Luigi Galvani şimşekli ve fırtınalı bir günde Bologna sokaklarında kurulmuş bir pazar alanından geçiyordu. Galvani, tezgahlarda satılmak üzere dizilmiş kurbağa bacaklarından birkaçının seğirdiğini fark etti. Elektriğin sinirleri harekete geçirdiği hipotezini ortaya atarak coşkuyla laboratuvarına doğru koşarken üzerine sağanak sağanak yağan yağmur umrunda bile değildi. Testlere başladı. Kurbağa bacağındaki sinirlere elektrik akışını sağlayacak pirinç ve metalden iletken çubuklar bağlayarak bacağın tıpkı canlıymış gibi kasılmasına neden oldu. Galvani’nin elektrofizyolojinin temellerini atan ve enerjinin biyolojik canlının kendisinden kaynaklandığına inandığı hayvansal elektrik (animal energy) teorisi işte böyle ortaya çıktı.
Galvani’nin çalışmalarını duyan hemşehrisi Alessandro Volta, dikkatini deneydeki biyolojik unsurlardan çok metalik unsurlara yöneltti. Bir fizikçi olan Volta, metalik elektrik (metallic electricity) adını verdiği elektrik fenomenine sebep olanın, iki farklı metalin yan yana gelmesi olduğuna karar verdi. Volta’nın bu görüşü Galvani’nin hayvan enerjisi teorisine galip geldi. Çünkü artık elektriksel akışı kurbağa bacaklarından veya başka herhangi bir biyolojik malzemeden bağımsız olarak sağlayabiliyordu.
Pilin Bulunuşu Volta, farklı metallerden iki çubuğun asidik bir banyoya konulduğunda, bu iki çubuk arasında bir elektrik potansiyeli oluştuğunu buldu. Bu çalışma, hareket eden elektronlar çalışmasının başlangıcı niteliğindeydi. Bir sonraki adımda, akımın iletimine isim verecek tuzlu su banyosunda çinko ve gümüş metallerin alternatif katmanlarını istifleyerek elektriğin üretilebileceğini buldu. (Elektroliz) Bu, Volta’nın 1800’de elektrikle ilgili yayımladığı makalesinde açıklanan pilin icadıydı. Ne yazık ki Galvani, ilham verdiği icadı göremeden iki yıl önce hayata gözlerini yummuştu.
Galvani’nin ardından kendisi gibi bir bilim insanı olan yeğeni Giovanni Aldini, işi birkaç adım ileri boyuta taşıyarak elektriğin sinir ve kas dokuları arasındaki etkileşimini ölü insan bedenleri üzerinde test etmeye başlar. Fakat bu denemeleri bilimsel etik düzlemden fersah fersah uzakta olup vahşi birer gösteri sanatı olmaktan öteye geçemez. Okuyanların ölüm ile yaşam arasında kaygılarını artıran gelişmeleri Times, “Ölü bedenlere hareketin geri kazandırılabileceği bir ilkenin keşfedildiği’’ şeklinde yazar.
Galvanik deneyleriyle tanınan Profesör Aldini, George Forster adında idam edilen genç bir adamın cesedini incelemesi için Kraliyet Cerrahlar Kolejine davet edilir. Vücuda elektrik vermekle işe başlayan Aldini’nin kadavrasının çenesi titriyor, gözleri açılıp kapanıyor, bedenindeki şiddetli kasılma ve titremeler orada bulunan izleyicileri dehşete düşürüyordu. Daha sonrasında kolejdeki çalışmalarını yazan Aldini, Galvanik deneylerinin toplum yararına olduğunu savunmuştur. Ona göre İngiltere’nin nehir ve kanalları bol olan bir ülke olması yüzünden sık yaşanan boğulma vakalarının önüne galvanizlenme ile geçebilmek, onları tekrar hayata döndürmek mümkündü. Bunları yazarken bedenlere kolay erişimin yasallaşmasını kendince makul bir sebebe bağlayan Aldini, sonrasında cesetleri yeniden canlandırma hedefinden tümüyle vazgeçmiştir.
Frankenstein canavarı doğuyor
19. yüzyılın başındaki Avrupa’ya gitsek ve halkın arasında dolaşarak fısıltılarına kulak kabartsak duyacağımız şey, insanın ölüme üstün gelişinin anlatıldığı karanlık hikayeler olurdu.
Buna etki eden yalnızca gazetede yayımlanarak kulaktan kulağa dolaşan galvanik deneyler değildi. Felaketler ile başlayan, talihsizliklerle dolu 19. yüzyılın kızıl gökyüzü ve puslu havasıydı. 1816’da Endonezya takımadalarından biri olan Sumbawa Adası’ndaki Tombora Yanardağı'nın patlamasıyla havaya dağılan yüklü miktarda kül, kaya ve kükürtlü gazlar küresel çapta hava sıcaklıklarını büyük ölçüde azaltarak kuraklıklara, gıda krizlerine, salgın hastalıklara sebep olmuştur. Bir de üstüne Avrupa’nın içinden geçen savaşlarda geri çekilen tarafların kullandığı yakıp yıkma taktiğiyle tarım arazileri ciddi zarar görmüş, Avrupa’nın beli iyice bükülmüştü.
Yaşanan hadiseler edebiyatta da kendisine yer buldu. 1816 yazını Cenevre Gölü yakınlarında geçirmek üzere yola çıkan bir grup elitin ana gündemi yine bir ölüyü canlandırmanın ihtimalleri üzerineydi. İçinde Mary Shelley’nin de bulunduğu grup, kiraladıkları konağa ulaşınca Lord Byron ortaya bir fikir attı: Herkes sırayla bir korku hikayesi anlatacaktı.
- Böylece Shelley’nin “Frankenstein Canavarı”nın ismi ilk kez o puslu gecede duvarlar arasında cisimleşti.
Hikayeye göre fakültede parlak bir öğrenci olan Dr. Victor Frankenstein, deneylerini yürüttüğü ıssız değirmende önceden bulduğu ceset parçalarını birleştirerek fırtınalı bir gece yarısı verdiği elektrikle 2,50 metre boyunda devasa bir canavar yaratmayı başarır. Frankenstein yarattığı canavardan korkar ve ondan kaçar. Yaratıcısından ilgi ve sevgi bekleyen canavar buna bir anlam veremeyerek sahibini aramaya başlar. Doktoru, ailesiyle mutlu hâlde bulduğundaysa kıskanır ve ondan kendisi için bir eş ister. Fakat Dr. Frankenstein buna ikna olmaz.
Kadim metinlerden beslenerek ilk insanın yaratılışını anımsatan bu ufak hikaye zamanla derinleşerek bir roman hâline geldi. Shelley’nin yazdıkları yaşadığı dönemle doğrudan bağlantılıydı. Hatta biraz ileri gidersek Frankenstein’da yazar ve dönemin okurları için hayal ürünü olan pek bir şey yok bile dememiz mümkün olacaktır.
Kaynakça
Aldini, G. (1803). An Account of the Late Improvements in Galvanism, An Account of the Late Improvements in Galvanism (s. 194). Doğan, B., Kılıboz, T., & Karbeyaz, K. (2021, Eylül 13). Lazarus Fenomeni. Osmangazi Tıp Dergisi, s. 1-2. Hazen, R. M. (2021, May 21). How Galvani’s Animal Electricity Theory Led to the Invention of the Battery. Wondrium. adresinden alındı Kızıltan, E., & Dalkılıç, N. (2022, Ocak 24). Elektrofizyolojinin Tarihsel Serüveni. Lokman Hekim Dergisi, s. 25-27.
Şevval Baştan / Üniversite Öğrencisi