Küçük ağacın eğitimi
Kafa kâğıdınızdakiyle değil de doğayla geçirdiğiniz zamandan devşirilen isimlerinizle çağrılabildiğiniz bir dönemde, ahlâkî, edebî boyut bakımından –ne mutlu ki- bâkir kalabilmiş bir klanı ve bu klanın kaderini size bir müzikalmişçesine sunan bir kitap Küçük Ağacın Eğitimi.
Yazar yapıtında, Mûsâ’nın âsâsını kapitalizm uğruna yakan ya da en azından satışa çıkaran, henüz bin bir yapaylıkla kirlenmemiş geceyi camla kesip de kıyâmet kadar karanlığı içimize boşaltan, her sabah sabun köpüğünden inşâ ettiği göğe bakan Nemrut mizaçlı bazı beyaz adamlardan ve fâili olduklarından dem vuruyor. Ve nihâyetinde de, beyaz adamlar sebebiyle klanın dağıtılmasını, ayrı ayrı dağlara sürgün edilmesini, aşağılanmasını konu alan öncelikle eğitimcilerin ve sonra herkesin başucu kitabı yapması, çantasından eksik etmemesi gereken gülbeşeker, deryadil ve aklı gıdıklayan bir eser diyebiliriz buna.
Başlığın da ele verdiği gibi hem kitabın hem de başkahramanın adıdır Küçük Ağaç. Tüm mesele de onun eğitimiyle ilgilidir zaten. Küçük Ağaç’ın eğitimine, annesi ve babasını kaybetmesi sebebiyle birer Kızılderili olan büyükbabasıyla büyükannesi destek olur. Ancak destek olmak ve eğitim mevzû, anladığımızdan çok farklı bir boyut taşımaktadır. Bizim daha tuvalet eğitimimizi tamamlamadığımız bir yaşta başlar
Küçük Ağaç tâlim ve terbiyeye. İlk başta doğayla beraber yaşamayı, özyasaya itâat etmeyi, kendisi için doğayı asla incitmemesi gerektiğini öğrenir ve elini yaşayacak kadar iş tutmaya alıştırılır. Psikomotor eğitiminin yanında kelime ezberlemeye ve büyük feylesofların kitaplarına konu olan, bizim erginlikte bile anlamadığımız, anlamadığımız için de hak vermediğimiz meseleler üzerine fikirler üretmeye, öğrenmeye de çalışır. Küçük Ağaç'ın ailesinin şimdiki ukala çağın çok bilmiş, mürdedil beyaz adamının dâhî edinmediği kadar, kütüphane kültürleri vardır. Büyükbabanın okuma yazma bilmemesi bile bu meziyet için bir sorun teşkil etmez.
Küçük Ağaç, matbû kaynaklarla eğitilmesinin yanı sıra hayvanları dinlemeyi, toprağı duymayı, kuşun kanat çırpışını hissetmeyi, ağaçlarla sevdiklerine haberler göndermeyi de öğrenir. Toprak Ana ise okuyucuyu utandıracak, Cengiz Aytmatov’u kıskandıracak kadar kutlu bir meseledir onlara göre. Bu eğitimde ve anlayışta ilk insanın sadeliği ve samimiyeti vardır. Yerliler bize bu kitapta, Sezai Karakoç’un gök giysili insanlarını ve batanları sevmeyenlerin güneşini hatırlatır.
Yerli bir kabilenin zoraki bir çekirdek ailesinin üyeleridir üçü. Yarım deste kadar köpekleri, bir binek hayvanları, bir de çok gizli şarap üretim merkezleriyle birlikte. Aileye insan hâricî diğer varlıkları da ekledik çünkü kitabın öğretisi tam da buna dayanıyor zaten. Her gün Ay’ı devirip Güneş’i iktidâra getiren doğayla hemhal olma, yeni bir özle muştulanmış olarak uyanma, her şeyin bir ruhu olduğuna inanma, ancak yaşayacak kadar avlanma ve para kazanma, yabanî ve evcil tüm hayvanlarla düşlerini paylaşma, onların düşlerine ortak olma, herhangi bir mevcûdiyete kırk yıllık eşiymişcesine saygı ve aşk duyma meselelerine dair anlatılarla bezenmiştir kitap. Şimdinin doğayla kendini aynı cümlede bile kullanmayı beceremeyen insanları için uçuk kaçık bir anlatı sayılabilir eser.
Roman, Küçük Ağaç’ın organik tahsilinin siyasîler tarafından zorunlu eğitim vesile kılınarak kesintiye uğramasıyla devam eder. Ruhu, kapitalizmin ürettiği elektrik tellerinden bile ince olan dağ adamını, Ivan Illıch’in Okulsuz Toplum kitabını tasdikler mâhiyette boğar resmî eğitim. Zaten yazar da Küçük Ağaç’ı ve bizleri daha fazla sıkıntıya sokmak istememiş olacak ki bir güzel rastlantı ve sürprizle yatılı okuldan kurtarır onu. Ancak zorunlu eğitim felâketten oluşmuş domino taşlarının ilk taşını yıkmıştır, sıkıntılar art arda geliverir. Önce büyükbaba, sonra büyükanne, sonra da karındaşlarından farksız köpeklerini uğurlar göğe Küçük Ağaç. Henüz altı yedi yaşlarında olmasına rağmen bu zorluklara, bir başınalığa ve çalışma hayatına atılmışlığa dayanabilir. Çünkü böylesi bir ruh; sağlığına kavuşmuş, erdemi kemâle ermiştir. Günümüz insanının kırk yaşında bile ulaşamadığı erdeme Küçük Ağaç, küçük ağaçken ulaşmıştır. Zira yerliler dünyâya, hayata ve nihâyetinde içlerine bizim baktığımızdan farklı gözlüklerle bakarlar. Özdemir Asaf’ın dediği gibi yalın kat sevmenin ve yaşamanın sırrını çözmüşlerdir.
Yazar, yerli kabilenin tamamının bu minvalde bir mizaca sahip olduğunu roman boyunca vurgular, beyaz adamın ve siyâsîlerinin barbarlığını vurguladığı gibi. Baş ve yardımcı kahramanlar arasında geçen konuşmalar Kelile ve Dimne ile Bostan ve Gülistan’daki öğretilere benzemekle berâber birçok ahlak kitabından daha etkileyici, iknâ edicidir. Kitap kanaatten, sabırdan yapılmış bir heykel gibi tüm ifrit duyguların önüne dikilir.
Eser, kapitali put haline getirmiş insana bir farkındalık sağlar mı bilinmez ama kalbe, göze inen perdeleri yırtmanın zamanının geldiğini hissettirir, birkaç gece uykusuz bırakır, vicdanı karıncalandıran, size huzursuzluk veren şeylerden sakınmamanızı öğütler, doğru yolda olmak ve doğru üzerine düşünmenin mizacının bu olduğuna iknâ eder.