Köylü, ne demek köylü? Biz çiftçiyiz!
Hiç yokluk görmemiş birine, yokluğun ne olduğunu anlatmaktan ziyade varlığın ne olduğunu, ne ifade ettiğini anlatmak daha zordur kanımca. Tıpkı balığa içinde yaşadığı suyu anlatmanın zorluğu gibi. Halihazırda TÜSEDAD başkanı ve Feyz Süt Çiftliği’nin sahibi olan Sencer Solakoğlu sahip olduğu varlığın kıymetini bilmiş, bunu en verimli şekilde değerlendirmenin yollarını aramış ve büyük oranda bulmuş biridir.
Sencer Solakoğlu; nakliye şirketi olan ve UN Ro- Ro şirketinin CEO’luğunu yapan bir babanın ve mobilya ticareti yapan bir annenin tek evladıdır. Varlıklı bir ailenin içine doğmuş olan Solakoğlu kendini “on bir buçuk yaşına kadar yokluğu görmemiş, ‘hayır’ ı duymamış bir insan” olarak tanımlıyor. Peki on bir buçuk yaşında ne oldu? Dönüm noktası diye tabir edebileceğimiz bir hikâye bekliyor bizi. Fakat bu kendini fark etme, dipten yüzeye çıkma gibi bir hikâye değil. Sahip olduğu varlığın imkanlarını kullanarak kendini ve ülkesini devamlı ileri taşıma hikayesi.
“Bir köpek, iki araba, bir mortgage. Benim hayattan beklentim bu değil.”
Sencer Solakoğlu on bir buçuk yaşında ailesinin isteği ile İsviçre’ye eğitim için gönderildi. Oraya ilk gittiğinde küçük bir çocuk olarak sudan çıkmış balık gibi olduğunu anlatıyor. Ülkesinden ve ailesinden ilk defa ayrılan Solakoğlu orada oldukça zorluklar çekmiş ama o sudan iyi ki çıktığını, asıl büyümeyi orada yaşadığını söylüyor. Dokuz buçuk yıl İsviçre’de kaldıktan sonra Amerika’ya gitti ve orada iktisat eğitimi aldı. Üniversiteden sonra davranış bilimleri üzerine yüksek lisans tahsili gördü. Bu süre içerisinde Amerikan yaşam tarzını öğrenen ve bunu hiç benimseyemeyen Solakoğlu belki de ilk radikal kararı burada aldı. “Bir köpek, iki araba, bir mortgage. Benim hayattan beklentim bu değil.” Amerika’daki kalitesiz bolluktan ve tüketimden rahatsız olduğu için halihazırdaki üretici kimliği onu Türkiye’ye dönmeye itti. Otuz yaşında Türkiye’ye döndü.
Burası Türkiye! Otur ve iş yapma, yoksa batarsın.
Yurt dışını iyi tanımış evlat ile Türkiye’yi iyi tanıyan baba arasında geçen diyalog biraz buruk olsa da şu şekildedir. “Sencer, burası Türkiye. Sen burayı bilmezsin. Otur ve gayrimenkullerle ilgilen. İş yapma, yoksa batarsın.” Bunu kabul etmeyeceğini az çok tahmin edeceğimiz üzere Sencer Solakoğlu babasının nakliye işlerinden yola çıkarak renovasyon işine girdi. Bu işi başarısız sonuçlandı. Babasının telkinleri ne yazık ki doğru çıktı ve Solakoğlu bu iş sonucunda Türkiye ticaretinin ilk tokadını yediğinden bahsediyor.
“Ben canla başla çalışan bir insandım. Çalışmaktan hiçbir zaman gocunmadım, çalışa çalışa battım.”
Renovasyon işinden başarısız ayrıldıktan sonra tarımla ilgilenen arkadaşının önerisi ve desteği ile tarım işine girmeye karar verdi. Fakat nezih bir muhitte, plaza iş yerlerinde vaktini geçirmiş biri olarak tarım ve hayvancılıkla ilgili bilgisi yok denecek kadar azdı. Çalışkanlığının verdiği tez canlılıkla ve üretim tutkusuyla ülkede eksikliğini oldukça derinden hissettiği tarımsal faaliyet alanına bir yatırımcı olarak ilk adımı attı. Yatırımcı ifadesi önemli çünkü bu işe girerken alım, satım, ticaret gibi iyi bildiği iktisadi alanla ilgileneceğini düşünüyordu. Amerika’ya hayvan satın almaya gittiğinde ilk usulsüzlükle karşılaştı ve bu sırada da sektöre olan yabancılığının ilk duvarına çarptı. Hayvanları almaktan vazgeçtiği sırada kendini bu işin dışında tutacağını sanırken tam da ortasında buldu. Üç ay boyunca çeşitli çiftliklerden bizzat kendisi hayvan seçti. Bu kez ayarladığı nakliye firması anlaşmayı bozdu.
Elinde, seçtiği hayvanlarla ortada kalakaldı. Bu sırada Türkiye’de kuracağı tesisin inşaatı devam etmekteydi. Amerika’da meydana gelen deprem sebebiyle oraya sık sık uçaklar kalkıyordu. Parasının bitmiş olması ve nakliye işinin de bozulması dolayısıyla bu uçaklarla seçtiği hayvanların yalnızca yaklaşık yarısını getirebildi. Tam kapasite iş yapacağını düşünürken o yıl zararına satışlar yapmak zorunda kaldı.
“İstikametim hep ilim ve fen oldu. Bu işe sıfırdan başladığım için benim için her şey merak konusuydu.”
Çiftçiliğe başlamadan önce iki yıl kadar fizibilite çalıştığından söz ediyor Solakoğlu. Geleneksel tarımın gölgesinde kalmayı, o yöntemlerin devamlılığını hiçbir zaman kabul etmemiş. Eleştirdiği, üzerine gittiği noktalardan ve kendisini sektöründe bir numara yapan unsurlardan en önemlisi de bu. Geleneksel çiftçilikte, ataların istikametinden dışarı çıkmak pek mümkün değil. Onlar ne derse doğrudur düsturu var. Bu hem konfor alanının dışına çıkmaktan korkmakla hem de imkanların yetersizliğiyle ilgili. Üstelik bu alanın eğitim alınacak bir alan olduğunu zihinlerine yaklaştırmakta zorlandıklarını görüyoruz. Bu geleneksel metodun dışına ilim ve fen ile çıktığını söylüyor Sencer Bey. Hayvanların yemini yapmak için yedi yıl uğraş vermiş. Onların mutluluğu her şeyden önemli çünkü mutlu hayvan daha çok verim demek onun için. Bu sebeple baştan sona, hayvanların yeminden çıkan gübreye varıncaya kadar bilimin ışığından ayrılmamış. Akademik dergiler ve makaleleri takip ederek projelerine global pencereden yaklaşmayı başarmış.
Dikkati çeken ilk çalışmalarından biri hayvanlara taktığı tasmadır. Bu tasma XYZ koordinat düzleminden bakıldığında, hayvanın durumunu ayrıntılı bir biçimde üreticiye sunuyor. Hayvanın ayakta mı durduğunu, yem yer pozisyonda mı olduğunu, herhangi bir vaziyette ne kadar vakit geçirdiğini, geviş getirme süresini ve sayısını takip etmeyi sağlıyor. Böylece hayvanın hastalık ve mutluluk durumları ölçülebiliyor. Bu daha kaliteli bir iş imkânı sağlıyor. Bunun haricinde halihazırda da devam eden blockchain (blokzinciri) çalışmalarını başlatmış. Boğaziçi Üniversitesi ile yürütülen bu çalışma tüketiciye şeffaflık sunuyor. Bu ne demek oluyor peki? Blockchain verilerin dijital ortamda şifrelenerek kaydedildiği bir kayıt veya veri defteri olarak tanımlanabilir. Yani tüketici, ürünün içinde neler olduğunu, hangi işlemlerden geçtiğini, nasıl bir ortamda üretildiğini görmek istiyorsa ürünün üzerindeki kodu okutarak bu zincir bilgilere ulaşabilir. Bilginin ulaşılabilirliği konusunda güvenilir bir hizmet sunuyor.
Bir çocuk lunaparkta yorulur mu hiç?
Tüm bunları yaparken kendisine durmak fırsatı vermemiş birinden bahsediyoruz. Başarının sırrı burada ona göre. Çok üretmek veya çok para kazanmaktan ziyade kaliteli ürün çıkarmayı dert edinmiş. Her yeni güne çalışmak ve üretmek azmiyle uyanan Solakoğlu kendisini bir çocuğa, işini ise lunaparka benzetiyor. Bir çocuk lunaparkta yorulur mu hiç? Fakat her ne kadar eğlenceli gelse de kulağa, işin arka planı elbette oyundan daha fazlası. Ailesinden dolayı sahip olduğu mal varlığını gocunmadan ve her daim şükranla dile getiren Sencer Bey işi bu noktalara getirene kadar çok defa para sıkıntısı çekmiş. Bundan ötürü de Bursa’daki çiftliğinde çalışacak işçi alamadığı için uzun süre süt sağmaktan gübre temizlemeye kadar her işte kendisi çalışmış. Bunca zorluğun üstesinden geldikten sonra görüyoruz ki çalışmak onun için bir tutku haline gelmiş. Her yeni gün onun için heyecanlı bir serüvenin başlangıcı gibi. O yüzden kendini bir lunaparkta gibi düşünüyor.
Köylü ne demek? Biz çiftçiyiz!
Yaptığı işi köylülük olarak adlandıranlara oldukça kızıyor Sencer Solakoğlu. Evvela köylülüğün küçümsenecek bir şey olduğunu düşündükleri için, sonra da bu denli dar bakışlı oldukları için. Çiftçilik bir ülkenin kalbi konumunda ona göre. Bu alanda yapılan çalışmalar her sektöre bir vesile ile dokunuyor. Bunun çok farkında olan Solakoğlu, çiftçiliği ilim ve bilimle omuz omuza götürerek bu işi yalnızca köylülerin yapmadığını, köylünün de istediği takdirde başarabileceğini gözler önüne seriyor. Yaptığı işten asla gocunmadan gururla bahsediyor.
Hedefinin başarmak olduğunu söylemiştik. Başarıya giden yolda pek çok şey denemiş, farklı kapıların olduğunu hiçbir zaman unutmamış. İki ileri bir geri o kapıları çalmaktan hiç vazgeçmemiş. Bozulabilir ürün sektöründe iş yapmakta kendisi. Süt inekten ayrıldığı anda 24 saat içinde onun elden çıkarılması, kullanılacak tesislere ulaştırılması gerek. Ulaşmadığı takdirde ürünün çöp olması gibi acı bir sonuç var. Bunun için şişeleme tesislerini kurmuş, bozulmadan daha uzun süre üreticide kalabilir durumda olması sağlanmıştır. Fakat burada bir de satış durumu var. Çok kaliteli olduğu iddia edilse bile sözün kar etmediği bir durum söz konusu. Çünkü marka sadakati henüz yerleşmediği için piyasa acımasızlığı diye bir gerçek var. Bunun üstesinden ise sektördeki benzerlerinden ayrışmakla geldiğini söylüyor. Blockchain çalışarak gıda güvenirliğini sağlamış ve süt üreticiliğinde açık ara birinci sırada yerini almıştır. Geliştirme aşamasında olan yeni bir proje ise et mamulünde blockchain çalışmak. Sucuk, sosis gibi güvenirliğinde oldukça şüpheye düştüğümüz et ürünlerinde yine bilginin ulaşılabilirliği ilkesi ile yeni bir projeye imza atmak üzere.
Öyle bir sektör düşünün ki rekabet yok
Sencer Solakoğlu’na “çiftçiler kralı” denmesinin birçok sebebi var. Üretici dediğimizde her birimizin aklında nasıl bir şey canlanıyorsa parça parça her birinden bir şey taşıyor. Kendi enerjisini kendisi üreten bir çiftliğin sahibi. 60 bin metrekare kapalı ahırı var ve bunun ilk 10 bin metrekaresinin üstünü güneş enerjisi ile kapatmış durumdalar. İkinci bir 10 bin metrekareyi de kapattıkları takdirde enerjisinin yüzde yüzünü kendisi üreten bir müessese haline gelmesi mümkün. Blockchain çalışıldı, kendi enerjisini kendisi üretti. Bir sonraki aşama ise çıkan tonlarca gübreyi değerlendirebilmek. Bunun için fakirleşmiş toprağa gübre desteği sağlayarak hem gübreden kurtulmayı hem de toprağı zenginleştirmeyi amaçladı. Nitekim bu da başarıldı. Tarladan yem olarak hayvana, hayvandan toprağa, oradan ise yeniden yem yoluyla hayvana ulaşacak şekilde bir döngü sağlandı.
Sencer Solakoğlu tarımın ihmal edilmiş bir sektör olduğu fikrinde. Tarım sektörüne at gözlükleriyle bakıldığını söylüyor. Öyle bir sektör düşünün ki rekabet yok! Bu şu anlama geliyor: Türkiye’nin üretime ve kaliteye ihtiyacı var. Benzerlerin olması tehlike arz etmiyor. Türkiye’nin kendi kendine yetebilecek ve dışarıya satabilecek kadar üretime, sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarmaya ihtiyacı var. Bu da ancak tarımı desteklemekle olacaktır. Sencer Solakoğlu’nun gençlere tavsiyesi ise öngörülebilir sağlıklı bir planlama ile ilim ve bilimin ışığında bu tarım sektörüne el uzatmak hem kendileri için hem de ülkenin geleceği için sürdürülebilir bir tarım politikası geliştirebilmek. Mutlu toprak, mutlu hayvan ve mutlu insan. İlk ikisi iş birliği içinde olduğu sürece sonuncusu da elbette mümkün olacaktır.