Klasik eğitim mi? Oyunlaştırılmış eğitim mi?

Oyunlaştırma, sadece çocuklar için geliştirilmiş bir model değildir.
Oyunlaştırma, sadece çocuklar için geliştirilmiş bir model değildir.

Günümüz dünyasının hızla değişen yapısı, sosyal yaşantımız ve ekonomik hayatımızdaki etkinliklerin çeşitleniyor oluşu; doğal olarak her bir neslin bir öncekinden daha da farklı bir dünya içine doğması ve çok daha farklı hayat pratikleriyle yaşayacak olması sonucunu doğurur. Bu noktada ebeveynlerin yalnızca kendi deneyimlerine göre (diğer bir ifade ile kendi gördüğü şekilde) çocuklarını yetiştirmesi doğru yol olmayabilir.

Bu düşünce ile günümüzde çocuk yetiştirme ve özellikle de erken eğitime ilişkin, geleneksel yöntemlere alternatif, yeni eğitim metotları tasarlanmış ve hâlâ da tasarlanmaya devam etmektedir. Oyunlaştırma, ya da İngilizce tabiri ile “Gamification”, bu şekilde oluşturulmuş bir eğitim öğretim metodudur. Esasen yalnızca çocuklar için geliştirilmiş bir model olmayıp, günümüzde pek çok şirketin dahi çalışanlarına eğitim vermek için kullanmaya başladığı bir metottur. Oyunlaştırma ile eğitim vermek, kısa ifade ile, öğrenme sürecini öğrenen kişi için eğlenceli hale getirmektir. Bunun başarılabilmesi için, görev ve başarı sistemi oluşturmak ya da rekabet unsurundan yararlanmak gibi yöntemler tercih edilir. Öğrenme süreci ve bu süreçte yapılması gereken her şey, öğrenen kişi için oynanması ve kazanılması gereken eğlenceli bir meydan okuma haline getirilir. Bu modeli benimsemiş olan eğitim kurumları, öğrencileri için öğretici tüm görevleri; kuralları ve amacı olan bir oyun haline getirerek öğrencilerini “eğlenirken öğrenmeye” teşvik etmektedir. Ancak bu modelin özellikle erken yaşta çocukların eğitiminde kullanılmasının doğruluğu, tartışmalı bir konudur.

Hükûmet

Öncelikle oyunlaştırma modelinin çocuklara sağlayacağı faydaları iyi anlayabilmek ve değerlendirebilmek adına, klasik eğitim öğretim metotlarımızın sorunlarını analiz edebilmek önemlidir. Keza oyunlaştırma modeli bu sorunları çözdüğü ölçüde etkili bir yöntem olacaktır.

Günümüz çocuklarının aile içindeki eğitimden farklı olarak okul kavramıyla ilk defa karşılaşmış olduğu yer olan ilkokullar, pek çok çocuk için eğitim hayatının geri kalanını kökünden değiştirebilecek olan deneyimlerin de yaşanacağı yerdir. Bu yıllarda okula, derslere küsmüş olan çocukların, eğitimlerinin devam eden yıllarında gerekli olacak olan hevesi ve bunun sonucunda gelecek olan başarıyı kazanabilmeleri çok zordur.

Küskünlüğün neden oluştuğunu anlayabilmek ise çok önemlidir. Eğitim sistemi, çocukların ilgisini çekemediği ve dolayısıyla da çocukları derslerini anlamaya ve derslerinde başarılı olmaya motive edemediği sürece amacına ulaşamaz. Önemli olan derslerin anlatılmış olması değil anlaşılmış olmasıdır. Öğrencilerin okumayı öğrenebilmesi, matematik ve hayat bilgisi gibi alanlarda istenilen seviyeye gelebilmesi için, derslerin dışında kendi çalışmaları ve gayretleri de büyük önem taşımaktadır. Ancak bu gayreti göstermeye ikna edilememiş çocuklar, geleneksel eğitim modelinde yalnızca cezalandırılırlar, düşük notlar alırlar ya da azar işitirler. Bu durum da çocuğun, neden yapması gerektiğini anlayamadığı şeyleri yapmaması dolayısıyla büyükleri tarafından üzülmesi ile birlikte, genel anlamda eğitime, okula ve öğretmene karşı bir küskünlük duyması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Bu küskünlük çocuğun gözünde okulun ve derslerin “sıkıcı”, “gereksiz”, “boş” ya da “ezik” gibi kavramlarla özdeşleştirilmesi sonucunu doğurur. Bu tepki ise psikolojik olarak tipik bir savunma mekanizmasıdır. Bu ise ilerleyen zamanda bu çocukların eğitim hayatlarında gerçek potansiyellerini gerçekleştirmelerini sürekli olarak daha zor hale getirecek bir şeydir.

Geleneksel eğitim yöntemleri, oyunlaştırma yönteminden iki temel noktada ayrılır. Bunlardan ilki geleneksek metotta eğitimin “eğlenceli” hale getirilmesine yönelik bir çaba olmaması, ikincisi ise geleneksel metotta “cezalandırma” yöntemi tercih edilirken oyunlaştırma metodunda “ödüllendirme” yönteminin tercih edilmesidir.

Öncelikle birinci sorun çocukların okulda ders gördükleri saatlerin onlar için eğlenceli olmaması ve dolayısıyla derslerin çocukların ilgisini çekmemesidir. Günümüzde çocuklar okul öncesi dönemde; telefonlar, tabletler, televizyon, çizgi filmler vb. daha pek çok teknoloji nimeti sayesinde vakitlerini oldukça eğlenerek geçirmektedir. Bu yüksek haz verici dönemin üzerine okula geldiklerinde, durağan şekilde ders dinlemek ya da eve döndüklerinde bu eğlenceli etkinlikler yerine ödevlerini yapmak çocuklar için hiç tercih edilesi görünmez. Tabii ki derslerini dikkatli dinlemek ve ödevlerini yapmak oynayacakları oyunlardan veya izleyecekleri çizgi filmlerden çok daha faydalı ve gereklidir. Ancak bu aktiviteler sonuçlarını uzun zaman sonra ortaya çıkaracak aktivitelerdir. Bir diğer ifade ile ders çalışmak ya da ödev yapmak, meyvesini yirmili yaşlarından sonra iş hayatına atıldığında vermeye başlayacaktır. Dolayısıyla henüz zaman kavramını, hayat mücadelesini muhtemelen anlayamamış olan bu kadar küçük yaştaki çocuklar için; ödev yapmayı istemek için hiçbir sebep görünmez. Tam da bu noktada eğitimin ve derslerin, çocukların ilgisini çekecek ögelerle zenginleştirilmesi ve eğlenceli hale getirilmesi; çocuklara uzun vadede kariyerinde başarılı olmaktan ziyade, kısa vadede vereceği hazla da derslerine odaklanması için bir sebep vermiş olacaktır. Bu uygulamanın yapıldığı okullarda oyunlaştırma metodunun kullanılması ile, çocukların okulu daha çok sevdiği ve derslerine daha çok bağlandığı görülmüştür.

Oyunlaştırma ile eğitim vermek, kısa ifade ile, öğrenme sürecini öğrenen kişi için eğlenceli hale getirmektir.
Oyunlaştırma ile eğitim vermek, kısa ifade ile, öğrenme sürecini öğrenen kişi için eğlenceli hale getirmektir.

Bir diğer sorun ise cezalandırma sisteminin çocuklar için ödüllendirmeye kıyasla çok daha işlevsiz bir sistem olmasıdır. Geleneksel eğitim sisteminde öğrencilerden yapmaları istenen şeyler, zaten yapmaları gereken şeyler olarak sunulur. Yani bu çalışmaların, ödevlerin yapılması halinde öğrenciler tebrik edilmezken; yapılmaması halinde öğrenciler azar işitecektir. On soruluk bir sınavda yedi soruyu doğru yanıtlayan öğrenci, bu yedi soruyu cevaplayabildiği için tebrik edilmezken; üç soruya doğru cevabı neden veremediği sorgulanacaktır.

Burada problemli unsur şudur ki; cezalandırma yoluyla gerekli davranışlara yönlendirilen çocuklar, esasında bu davranışlar ile pozitif bir bağ kuramazlar. Çünkü ödev yapmaları, derste arkadaşlarıyla sohbet etmeyip ders dinlemeleri; ödevlerini yapmak istedikleri ya da ders dinlemek istedikleri için yapmayı seçtikleri şeyler değil, azar işitmekten korktukları için yapmaya razı oldukları şeylerdir. Burada sorun kendisini uzun vadede ortaya çıkaracaktır. Çünkü yalnızca cezadan korkarak çalışmayı öğrenmiş olan çocuklar, bir cezalandırıcı olmadığında çalışmakta çok zorlanacaktır. Yaşları büyüyüp, özgürlükleri çoğaldıkça, üzerlerinde gerek aileleri gerekse öğretmenleri tarafından kurulan denetim doğal olarak azaltıldığında; bu çocukların görevlerini yerine getirmemeye başlaması çok olasıdır.

Buna ek olarak yalnızca cezalardan korkuyor olmak okula ilişkin şeylerin sevilmesini de sağlamaz. Diğer bir ifade ile cezaların korkusu, kendi kararlarını vermeye başladığı yaşlarda çocuklar için bir çalışma motivasyonu olmaktan çıkıp, okula devam etmemek için bir sebebe dönüşecektir.

Oyunlaştırma modelinde çocuklar, ödev yapmadıklarında işitecekleri azarla korkutulmak yetine; ödev yaptıklarında alacakları ödül ile motive edilirler. Burada en önemli fark şudur ki, zamanla onları mutlu eden (kafalarında iyi olarak tanımladıkları) ödüle ulaşmalarını sağlayan bu davranışlar da iyi olarak kodlanacaktır. Böylece onu mutlu eden şey, ödül kadar; ödevini yapmış olmak, derslerini anlamış olmak da olacaktır.

Toparlamak gerekirse; ilkokul eğitim hayatının başlangıcı olması, okul kavramı ile çocukların tanıştığı yer olması itibariyle; çocukların eğitime bakış açıları ve eğitimle ilgili hislerini oluşturacakları yerdir. Haliyle bu dönemde çocukların okulu ve eğitimi sevmesi, sorumluluk sahibi olması ve doğru alışkanlıklar kazanması önemlidir. Tüm bu sebeplerle okulu çocuklar için eğlenceli hale getirecek, kötü şeyler yapmaktan korkutmaktansa iyi şeyler yapmayı istettirecek olan oyunlaştırma metodu; günümüz dünyasında çocukların eğitimi için en doğru yöntemdir. Aileler çocuklarını, bu bilinçle, bu yöntemi edinmiş olan eğitim kurumlarına göndermelidir.

Muhalefet

Öncelikle kabul etmek gerekir ki gerek geleneksel eğitim sisteminin gerek oyunlaştırma gibi yeni birtakım metotları esas almış olan modern sistemlerin hiçbiri mutlak surette mükemmel değildir. Her eğitim yöntemi mutlaka, bazı amaçlara ulaşmakta başarılı iken; bazı amaçlara ulaşmak noktasında da eksik kalacaktır. Dolayısı ile burada bir yöntemin birkaç sorununu tespit edebilmiş olmak, derhal o yöntemi terk etmeyi ve yerine yeterince tartılmamış bir yöntemi koymayı haklı kılmaz. Yapılması gereken, hangi yöntemin hangi amaçlara ulaştırdığını tespit ederek; bu amaçlardan hangilerinin daha önemli olduğuna karar vermektir.

Oyunlaştırma metodunun geleneksel metotlardan ayrıldığı eğlenceli hale getirme ve ödüllendirmeyi önceleme uygulamaları, her ne kadar hükümet kanadınca kısa vadedeki küçük faydaları dile getirilmiş olsa da uzun vadede öğrencilere büyük zararlar verecektir. Aşağıda detaylı şekilde izah edilecek olsa da, çocukları eğitim hayatında daha mutlu etmek ya da okula daha hevesli gelmelerini sağlamak tabi ki güzel şeyler olmakla birlikte; bu faydaları elde etmek çok daha önemli başka faydaları feda etmeyi gerektirdiği surette ulaşılmaması gereken yanlış hedeflerdir.

Evvela şunu ifade etmek gerekir ki, okulun ve eğitimin amacı, çocukları eğlendirmek değil çocukları yetiştirmektir. Diğer bir ifade ile onları hayata hazırlamaktır. Dolayısı ile hayatta maruz kalacakları şartlar altında çocuklarımızın ezilmemesini sağlamak, amiyane tabirle onları “el bebek gül bebek” yetiştirmekle mümkün olmayacaktır.

Gerçek hayatta, kişilerin yapmaları gereken şeyler; genellikle yaparken eğlenme imkanları pek olmayan şeylerdir. Daha doğru ifade etmek gerekirse, yapmak zorunda olduğumuz şeyleri dünya bizim için eğlenceli kılmaya çalışmayacaktır. Her bir birey; işini, sorumluluklarını, görevlerini; ya kendisi için eğlenceli hale getirmeyi ya bu işleri sevmeyi ya da bunları yapamıyorsa onları yaparken sabretmeyi ve dişini sıkmayı öğrenmelidir.

Çocuklara yapmak istemedikleri şeyleri eğlenceli hale getirerek sunmamız ve çocukluklarından itibaren kendilerine eğlenceli gelmeyen hiçbir şeyi yapmak durumunda bırakmamamız halinde; bu çocukların eğlenceli olmayan şeyleri yapabilmek için gerekli tahammülü kazanmaları mümkün olmaz. Aslında bugün her bir çocuk, yapmak istemediği ödevini yaparken; ileride yorucu ve stresli olacak işlerinde çalışabilmeyi ya da kötü zamanlarında ailesi ile sevdikleri ile ilgilenip onlara yardımcı olmayı öğrenir. Bir doktorun saatlerce hastasını ameliyat etmesi, kahkahalar içinde havalara uçarak yaptığı bir iş değildir. Dolayısı ile çocuklarımız da sıkılmış olmanın sorumluluklarını terk etme yetkisini kendisine vermediğini ancak bu şekilde öğrenebilecektir.

Bir diğer problem ise ödüllendirme ile ilgilidir. Her ne kadar yapacaklarının kısa vadede somut bir karşılığı olacağını bilmek küçük çocuklar için oldukça kuvvetli bir motivasyon olsa da, çocuklara görevlerini yaptırmak için bu yöntemin benimsenmesi oldukça sakıncalıdır. Çünkü bu şekilde çocuklara, ancak karşılığında kısa vadede bir şey alacaksa görevini yerine getirmesi öğretilmiş olur. Dikkat etmek gerekir ki hayatımızda bizler için en iyi olan şeyler; genellikle meyvesini yakın zamanda vermeyecek olan şeylerdir.

Sadece önümüzdeki birkaç gün içinde sonucunu alabileceğimiz şeyler yapıyor olsak, insanlık yemek yemenin ve uyumanın ötesinde pek bir şey yapamaz. Dolayısı ile hayatta bizlere en çok gereken kabiliyetlerden birisi, uzak gelecekteki mutluluğumuz için bugünkü mutluluğumuzu feda edebilme iradesidir. Ancak hükümet kanadının ifade etmiş olduğu ödüllendirme mekanizması ile, bu çok kıymetli hayat dersinin çocuklara verilmesinin önüne geçilmektedir.

Disiplin, şartlar konforlu değilken dahi yapılması gereken şeyi yapabilmektir. Keza bir şeyleri yapmak konforlu ve eğlenceli olduğunda onu herkes yapabilir. Ve disiplin her bir insanın öğrenmesi ve geliştirmesi gereken bir hayat prensibidir. Keza hayat bizlere her zaman konfor sunmayacaktır ve bu kötü zamanlarda yapılması gerekeni yapamayan insanlar, asla kendileri için yeniden konfor yaratamaz. Ve hayatları boyunca konfor içinde büyütüldükten sonra, yirmili yaşlarında gençlerin o hiç de onları eğlendirmek ya da ödüllendirmek için kurulmamış olan hayata fırlatılmaları, ebeveynlerin çocuklarına reva görmemesi gereken bir kötülüktür.

Sonuç olarak; her ne kadar geleneksel eğitim metotları mükemmel olmasa ve mükemmelleştirilmesi için pek çok çalışma yapmak, çocuklarımıza ve geleceğimize borcumuz olsa da; oyunlaştırma bu mükemmelleştirme sürecinde izlemememiz gereken bir yoldur. Çocukları kısa vadede okulu seven, derslerinde mutlu olan, ödevlerini zevkle yapan çocuklar haline getirmek; onları hayata hazırlayamaz. Dolayısı ile ebeveynler olarak öncelikli görevimiz, çocuklarımızı yalnızca bugün mutlu etmek değil; onları en iyi şekilde yetiştirerek uzun vadede mutlu etmek olduğundan, disiplin, stres yönetimi, sorumluluk bilinci gibi önemli değerleri onlara kazandırmak zorundayız. Bütün bu sebeplerle, ebeveynler çocuklarını oyunlaştırma ağırlıklı eğitim metodunu benimsemiş ilkokullara göndermemelidir.

Ahmet Arif Harmanşa-Üniversite Öğrencisi

Yavuz Yiğit-Sayfa Editörü-Münazara Hitabet Derneği Başkanı