Kaybetmeden de kazanamayacak mıyız?
Dijital pazarlama alanında 10 hizmet markasının kuruculuğunu üstlenmiş, kişisel gelişim, mesleki ve hobi amaçlı 150’den fazla branşta eğitim veren akademilerin sahibi, üstelik 12 binin üzerinde bireysel, 300’e yakın kurumsal firmaya eğitim vermiş birinin buraya gelene kadar nelerle burun buruna geldiğini görünce şaşkınlığı gizlemek de kolay olmuyor. Kazandığı şeyler ortada. Peki ya kaybettikleri? Ama kendisi kazanma ve kaybetme hikâyelerine pek kulak asmıyor, kendi diskurunu da böyle bir yerden kurmuyor. Onun için kaybetmek ya da kazanmaktan çıkarılan ders önemli.
Orhan Gürbüz, Erzincan’a iki saat mesafede bir köyde dünyaya gelir. Takvimin 1980’i gösterdiği yıllar. Üç, dört sınıfın bir arada okuduğu bir sınıf düşünelim. Şimdinin kitle derslerini getiriyor aklıma. Birinci sınıftan dördüncü sınıfa şartları sağlayan her öğrencinin programına ekleyebileceği derslerdir bunlar ve kalabalık olur epeyce. Ama farkı şu ki herkes aynı dersi dinler. Köy okullarının, davul sesinin uzaktan hoş geleceği biçimde eğlenceli olan yanı, bir sınıfta birkaç kademe öğrencinin olması ve her sınıfa kendi dersinin anlatılmasıdır. Bir sınıf düşünelim, bir sırasında birinci sınıflar diğerinde iki, bir başkasında üç. Bir süre birinci sınıfa ders anlattıktan sonra, diğer sınıfa geçilebilir.
Anılara bir dönüm noktası eklemek de âdettendir. Bunca eğitim, insan ilişkileri, hitabet konusunda aktif olan ve bunu başarıyla yapan birinin 15 yaşına kadar kekeme olabileceğini düşünür müydük? Sınıfta arkadaşının sırasını çekmesi üzerine düşer ve birkaç saat sonra bayılınca beyin kanaması geçirdiği anlaşılır. İliç’ten Erzincan’a iki saat içinde ulaştırılması gerekir, yoksa hayatını kaybedeceği söylenir. Fakat yoğun tipi sebebiyle varışları altı saati bulur. Bir fotoğrafçı ve iyi bir girişimci kazanacağımız varmış ki “yoksa”dan sonrasına bir çelme takar. Konuşma zorluğu da bu kazayla ilintilidir.
Orhan Gürbüz’ün çıktığı yıllarda köylerinde henüz su yoktur; evlere su, köyün çeşmesinden getirilir. 2021 istatistiklerine göre ise ülkede 65 milyon internet kullanıcısı vardır. Bu istatistiğin anlamı, bundan 20 - 30 yıl önce suyu olmayan bir ülkede, artık dünyanın her yerindeki bilgiye ulaşabilir durumda olduğumuzdur. Bunun ürettiği bir değer de olacak elbette: Başarı.
Orhan Gürbüz, Türkiye’de ulusal ve uluslararası birçok marka için çalışmakta, seminer ve eğitimler vermekte ve atölyeler düzenlemektedir. Profesyonel iş yaşamındaki birçok kişiye, üst düzey yöneticilere, kuruculara ve siyasetçilere; reklam-tanıtım, eğitim, danışmanlık ve koçluk desteği sunmaktadır. Hikâyeleri dinleyerek başarılı olunamayacağını dile getiren Gürbüz bir eğitimci olarak, “Bu hikâyelerden çıkarılan dersler varsa değerlidir,” diyor.
Kariyerinde vardığı noktaya dersler çıkarak varmıştır. Bunlardan bir tanesi, “Başarısız oluyoruz çünkü…” ya da daha doğrusu, “Kaybediyoruz çünkü…” Birincisi, “Sevdiğimiz işleri yapmıyoruz.” Sevdiğimiz bir arkadaşla geçen vaktin nasıl geçtiğini anlayamadığımız gibi veya sevdiğimiz bir yemekle karnımızı doyurabilmemiz de sevilen işle uğraşmanın verdiği haz da bununla eş değerdir. Ona vakit kaybetmek olarak değil, vakit ayırmak olarak bakarız. Sevdiklerimizle geçireceğimiz vakitten feragat ederek, o vakti aralarında pay ederiz. Sağlıklı vakit başarıyı da beraberinde getirir. Geçirilen süre ve alınan sonuç da ruhu besler.
Mücadele veren herkesin başaracağına inancı tamdır. Fakat soruları çok ise de yanıtları da vardır. Başaracağız ama ne zaman? Başardığımız şeyden maksimum keyfi alabileceğimiz en erken vakitte. Ne demektir bu? Kendimize koyduğumuz hedef, eğer 65 yaşında Bodrum’a yerleşmekse Bodrum’dan alacağımız keyif muhtemelen yarı yarıya düşecektir. Nefes nefese kalmadan bir doğa gezisi yapmak, üşümeden yüzmek, arkadaşlarla ani bir planın içinde yer almak, pek de mümkün olmayacaktır. Veya 60 yaşında spor araba almaksa hedef, arabanın hakkını vermek zorlaşacaktır.
Kaybediyoruz, çünkü yola inanarak değil, ikna olarak çıkıyoruz. Kendisi fotoğrafçılıktan örnek verir. Hadi fotoğrafçılığa başlayalım istemine güzel fotoğraf çekmek, sosyalleşmek gibi bazı argümanları koysak birini fotoğrafçılığa başlamak için ikna edebiliriz. Aynı şekilde birçok aktiviteye “haydi” diyerek başlarız ve sonuç maalesef çoğu kez başarısız olur. Çünkü bir itkiye cevap verdik, ikna olduk. Yolda karşılaştığımız zorluklar veya engeller iknaya galip geldi ve sonunda başarısız olduk. Orhan Gürbüz’ün girişimci tarafı tam olarak bir inancın ve fıtratın ürünüdür. Kurucusu olduğu birçok şirketi ve akademisi var. Bir işe sıfırdan başlamaktansa hâlihazırda kurulmuş olana dâhil olmanın daha kolay olduğunu söylüyor. Sıfırdan başlamak için istek, inanç, enerji ve belirli düzeyde fedakârlık gerekir. O, “Zor olan seçmek ve ben genelde zoru tercih ediyorum,” diyor.
Üçüncü sebebe gelince o da yapılan veya yüz yüze gelinen işe yabancılık. Kaybetmeden de kazanamayacak mıyız? Bu sorunun cevabı bu üçüncü sebepte aranabilir. Bir iş görüşmesinden alacağımız sonucun “olumsuz” olması gayet olası ve hatta bazen yüksek ihtimaldir. Neden? Gürbüz’e göre ilgili kişilerce tanınmamak. Bunda şimdilik bir problem olmasa da ikinci, üçüncü, dördüncü defa hayır cevabını almak, reddedilmek bir sıkıntının olduğuna işarettir. 15’inci kez şirket batırdıktan sonra 16’ncısına başlamak, bir cesaret ve başarı örneği gibi görünse de Gürbüz’e göre aynı hatanın belki de 15 kez tekrar edilmesi demektir. Verdiği güzel bir örnek daha var: “Damla bile istikrarlı damladığı sürece mermeri deler.” Bu demek oluyor ki hepimiz başaracağız. Bu istikrar hedefe doğru olmalı tabii, yanlışlarda ısrarda değil. Öyleyse başlanılan işe aşina olunmalı, ihtiyaçlar ve beklentiler öğrenilmeli, gidilen yoldaki yanlışlar temizlenmeli ve gerekirse yol değiştirilmeli, ta ki hedefe, yani başarıya ulaşana kadar.
Orhan Gürbüz, iş hayatına 15 yaşında atılır. İlk adım olarak ısıtma soğutma sektöründe faaliyet gösteren aile şirketlerinde teknik servis, satış, pazarlama, reklam, kurum içi eğitim, satın alma, müşteri yönetimi alanlarında çalışır. Artık yapacağı işe veya işlere dair yabancılığını atmıştır. 20 yaşlarında, klasik manada pazarlama sektöründe faaliyet gösterirken yenilikleri takip eden vizyonu sayesinde ticarette ve pazarlamada dijital dönüşümü fark eder. Kısa sürede Aile şirketi İklim Plus’ı, sektörün önde gelen markası hâline getirir. Bu başarının ardından küçük, orta ve büyük ölçekli işletmelerin, dijital platformlarda doğru ve hedeflerine yönelik dijital pazarlama stratejilerini oluşturmak vizyonuyla Türkiye’nin en kapsamlı reklam ajanslarından biri olan Web Home İnternet Reklam ve Bilgi Teknolojileri şirketini 2006’da kurar. Kendisine yöneltilen birçok alanda onlarca uzmanlık alanını nasıl edindiği sorusuna ise tüm bunların tek uzmanlık alanı olan pazarlamayı en iyi şekilde yapabilmesi için gerekli olan basamaklar olduğunu söyler.
Gürbüz, bu konuyla ilgili olarak, “SEO ve sosyal medya konusunda elle tutulur bir kazanım olmadığında, hakiki manada dijital bir pazarlamacı olunamaz. Dijital pazarlama denilen şey, adı üzerinde pazarlamanın dijitale aktarılmış hâlidir. Pazarlama sektörünü iyi bilmek gerekir. Pazarlama yapabilmek için ise iletişim, algı yönetimi, ikna süreçleri, zor insanlarla başa çıkma, stres yönetimi gibi dinamiklerin bilinmesi gerekir. Bunların her biri, ayrı uzmanlık alanı gibi görünse de aslında pazarlamanın en iyi şekilde kotarılması için gerekli olan şey detaylardır,” diyor.
Gürbüz, “Kaybetmemizin sebebi, ‘neden?’ diye sormamak ve bize ne veriliyorsa almak ve kabul etmektir,” diyor. Bunun için kullandığımız çok güzel bir rivayet eki de var: -mışlar ve -mişler… Örneğin Çin Seddi uzaydan görünüyormuş. Oysa araştırılınca anlaşılmış ki görünmüyor. -mışların, -dıların, -acakların her birine kucağımız sonsuza dek açık. Sahi, cep telefonlarımızdan günde onlarca fotoğraf üretiyoruz. Panoramik çekim, ağır çekim, ışık ayarları, diyafram gibi birçok kamera ayarımız var. Kaçımız, “Acaba bunlar burada neden var?” diye sorduk. Eğer sorsaydık ona göre bugün çok daha etkili fotoğraf çekerdik. Son sözü Orhan Gürbüz’e bırakalım: “Çok çalışmayın, akıllı çalışın. Her şeyi zamanında yapın, her şey zamanında değerli. Genç yaşta keyifle çalışırken kendinizi geleceğe hazırlamaya unutmayın ve lütfen kendinize devamlı “Neden?” sorusunu sorun.” Zira “Neden?” sorusunu sormaya başladığımız andan itibaren öğrenmeye başlıyoruz.