Hissetmeyi seçmek
Şıp, şıp, şıp… Yağmur dinmek bilmiyor. Giderek sıklaşıyor, damlalar kurşun gibi düşüyor. Güneş çoktan batmış, arada bir yoldan geçen ve su sıçratan arabalar dışında sokak bomboş. Sokaktaki, kaldırımlardaki sular, mazgal deliklerinden kanalın içine akıyor.
Tüyleri ıslanmış ve kıtık olmuş bir kedi, çöp tenekesinin altında uzanmış yağmurdan korunmaya çalışıyor. Bu saatte uyanık olanların dairelerinin lambaları yanık, ama perdeleri kapalı… Dışarıdan bakan birine göre, orada sadece duvarlarla kaplı bir ışık var. Hep içeride ne yaparlar diye düşünmüşümdür. Sıcak bir ev, ailem olsa, güvelerin yediği battaniye yerine yatağım olsa… Acaba onlar hiç düşünmüş müdür, dışarıdaki biri ne yapıyordur diye? Evet, demek istiyorum ancak şu ana kadar bunu doğru çıkaracak bir kanıt toplayamadım. Artık kimse birbirine güvenmez, herkes yardım eli uzatmaktan çekinir oldu. Haksız da değiller. Herkesin iyi niyetli olduğunu düşünmektense, kötü niyetli olduğunu varsaymak daha güvenlidir. Kendi işine bakmak, pencerenin önünde sürünen kişiyi göz ardı etmek kolaydır, özellikle de bunun gibi büyük şehirlerde. Bu, onların da başı dara girene kadar sürer böyle. Ancak iş işten geçmiştir. Artık onlar da çöp tenekesinin altındaki kedi kadar güçsüz, o kadar zavallı olmuşlardır. İşte bu yüzden de sıcak ev hayallerimi hem çok sever hem de onlardan nefret ederdim, çünkü hiç elde edemeyeceğim bir şeyin tek yaşam amacım olduğunu bilmek acımasız bir şaka gibiydi. Ta ki, şu an durduğum soğuk taş kaldırımların kenarında gözlerimi yumana kadar.
- Korkuyorum. Uzun süreden sonra ilk defa gerçek bir korku doldurmuş durumda içimi. Hayattayken çıkış yolunu biliyordum ama şimdi… Ya sonsuza dek böyle kalırsam?
İnanır mısınız, ilk başta ben bile öldüğümün bilincinde değildim. O sabah kalktığımda vücudumu geri dönemeyecek şekilde terk ettiğimin de. Cesedimin nerede çürüdüğünü de bulabilmiş değilim. Çok iyi tanıdığım bu sokaklarda bulamadığıma göre belediye kaldırmıştır herhalde. Bilemem. Tek bildiğim, damlaların soğukluğunu ve tenime olan sert düşüşlerini hissedemediğim. Sanırım beni ikna eden de bu oldu.
Beklenmedik bir olay değildi bu. Her gün sayılamayacak kadar kişi ölür. Özellikle de benim gibi kimsesizler. Anlamadığım şey niye hâlâ burada olduğum. Ahiret hayatım başlasaydı ya da hiçliğe karışsaydım anlardım. Bunlar bilinen kavramlar. Hayır, bir şekilde hâlâ varım. Kalbim göğsümde atmıyor, tenime bir şey değmiyor, çöp kokuları ciğerlerime dolmuyor, göğsüm inip kalkmıyor ama buradayım. Hissetmiyorum ama aynı zamanda hissediyorum. Korkuyorum. Uzun süreden sonra ilk defa gerçek bir korku doldurmuş durumda içimi. Hayattayken çıkış yolunu biliyordum ama şimdi… Ya sonsuza dek böyle kalırsam? Ya herkes yok olur ve beni geride bırakırsa? Sorular, sorular, sorular…
Bir keresinde yansımam var mı, diye merak ettim. Bir marketin camının önüne geçtim. Hiçbir şey göremeyeceğim endişesi beni tereddüt ettirse de dayanamadım, baktım. İlk başta yoktum gerçekten de. Cam sadece market arabalarıyla ilerleyen müşterileri gösteriyordu. Sonra kıpırdayınca fark ettim ki sis gibi olsam da evet, bir yansımam vardı. Sanki bu dünyadan silinmeye çalışılmışım ama lekem kalmıştı. Buzun arkasından bakıyor gibi yüzüm olsa da ve rengim solmuş olsa da var olduğumun bir kanıtıydı işte.
Ölü olduğum bu ay içerisinde öğrendim ki ölü olmanın kullanışlı yanları var. Artık bir fırını dışarıdan izlerken fırıncı gelip süpürgeyle beni söverek kovmuyor. İnsanların ne âlemde olduklarını inceleyebiliyorum. Öğrendiğim en ilginç şey ise içerideki yaşam hayal ettiğim gibi değil. Evet, belki karınları doyuyor ama yine de mutsuz herkes. Yetmiyor. Daha fazlasını istiyorlar. Yazık… Onlara ve bana yazık. Onlara duyarsızlıkları, bana da onlar gibi olmak istediklerim için…
Yağmur devam ediyor. Perdeler de kapalı olduğu için içeriyi izleyemiyorum. Gerçek şu ki, yıllardır bu mahalleden çıkmadım. Hep rutin yerlerde dolaştım. İnsanlar artıklarını, eski kıyafetlerini, eşyalarını seyrek olarak çöp kenarlarına bırakırdı, ben de alırdım. Konuşma veya göz teması olmazdı, birbirimizin varlığından haberdar olup olabildiğince az iletişime geçme anlaşması geçerliydi. Bu sözsüz anlaşmayı bozmayı denemedim hiç. Kimse konuşmadı, ben de konuşmadım. Beni gördüğünde çocuklar bile işaret etmemeyi öğrenmişti. Ben, mahallenin evsizi, kayda değer biri değildim. Mahalle sakinleri varlığımın rahatsız edici olduğuna karar verdiğinde ve belediyeyi aradığında, başka bir mahalleye gitmektense çöpleri karıştırma sıklığımı azalttım ve midemin acı çığlıklarını dinleyerek bir köşeye sindim. Saklandım. Alıştığım yeri bırakmaktansa ölmeyi yeğlerdim. Öyle de oldu denebilir zaten. Ölüm bile ayrılmamı sağlayamadı. Saçma gelebilir ama geride bırakamıyorum burayı işte. Tüm benliğimi, alışkanlıklarımı nasıl şıp diye bırakabilirim? Acaba gitmeli miyim? Hazır mıyım buna? Daha fazla beklersem daha da zorlaşacak.
Yavaş da olsa ileri doğru bir adım attım. İçim titriyor. Surlar gibi etrafımı çevreleyen apartmanlar yerini yenilere bırakıyor. Bildim bileli üstünde olduğum çatlak taş kaldırımdan indim, asfalt yol üzerindeyim. Daha da ilerledikçe sokak lambaları sıklaşıyor. Bir gök gürültüsü! Bir an donakalıyorum, yıldırım benim üzerime düşmüş gibi. Devam ediyorum. Yol bu tarafa doğru genişliyor, daha fazla şerit var.
Tenimde rüzgarın dokunuşunu ve damlaların düşüşünü hissedemiyor olmama rağmen içimden geçtiğini sezebiliyorum. Rüzgarın savrulmasıyla ilerliyorum. Biraz daha çabalasam kıyafetlerimin ıslaklığını hissedebileceğim sanki. Uzun zamandır tatmadığım bir heyecan duygusu sarıyor beni. Aslında korkuyorum, hatta dehşetler içindeyim. Yürümeyi yeni keşfetmiş bir çocuğum, yüzümde saçma bir gülümseme var. İlk defa görüyorum buraları.
- Pürüzlü sayfalar parmağımın altında kayıyor, bir hışırtı ile çeviriyorum. Bir daha o şekilde dokunamayacak olmam içimi sıkıntıyla dolduruyor, elimdeki kitap yanıp gidiyor.
Solumda bir kitapçı, kapısına sürgü çekilmiş ama vitrini gözüküyor. Elimi vitrine dayıyorum. Hayatımda bir kez kütüphaneye gittim, orada da okumam pek iyi olmadığı için resimlere bakmıştım ama en hoşuma giden şey eski kitapların kokusu olmuştu. Tozlu ve hafif tatlımsı, sanki şu an elimde tutuyorum gibi. Pürüzlü sayfalar parmağımın altında kayıyor, bir hışırtı ile çeviriyorum. Bir daha o şekilde dokunamayacak olmam içimi sıkıntıyla dolduruyor, elimdeki kitap yok olup gidiyor.
Başka bir cama doğru ilerliyorum. Yağmur inat etmiş durumda, halen durmuyor. Heyecanım biraz sönmüş olsa da merak ediyorum yine. Bu sefer de bir kafenin önünde dikiliyorum. Daha servise açılmamış ancak iki çalışan hazırlık yapıyor gün için. Biri pastaları ve kurabiyeleri buzluktan cam vitrine yerleştiriyor, diğeri kahve makinesini siliyor. Kahve… Çöp kenarında yarı içilmiş buzlu kahve bulmuştum bir seferinde. Tadına bakacaktım ama sonra vazgeçmiştim. Neden tatmadım ki? Şimdi asla tatma şansım olmayacak. Normal kahveyi düşünüyorum. Acı, keskin… Soğuk olanının boğazımdan geçerken vereceği duyguyu kurgulamaya çalışıyorum. Olmuyor. Belki de mahalleden ayrılmamalıydım. Başka yerler sadece sahip olamayacağım şeylerin bir sahnesi.
Suyu şapırdatarak yürüyen bir köpek az ilerimde duruyor. Çamur ve kirden rengi belirsiz köpek kulaklarını oynatıyor. Kuyruğu hafifçe sallanmaya başlıyor, hızlanıyor. “Hav!” Benim tarafıma doğru koşuyor. “Hav, hav!” Bir ileri, bir geri zıplıyor. “Hav!”
Yoksa köpek bana mı havlıyor? Bu düşünce, kalbim atıyor olsaydı kalbimi hızlandırırdı. Sağa kayıyorum. Köpek vücudunu yine benden tarafa konumluyor. “Hav!” Sola birkaç adım. Yine dönüyor benle. “Hav, hav!” Ağlayabilirim sevinçten. Yani, ağlayamam ama istiyorum. Beni görebiliyor!
Test etmek için başladığım bu sağa sola kayma olayı, bir oyuna dönüşüyor. Ben bir yana gidiyorum ve köpek hoplayarak takip ediyor. Her yana su sıçrıyor. Hop, öbür tarafa! Şap! Köpeğin havlaması yağmurun sesini bölüyor. Yolun ortasında dans ediyoruz resmen. Köpek bazen durup yağmur damlalarını ısırmaya çalışıyor. Garip bir ses geliyor kulaklarıma. Gülüyorum. Havada süzülürcesine gülüyorum. Hiç hayattayken bu kadar hafif hissetmiş miydim kendimi? Üstelik şu an duyularım hiç olmadığı kadar körelmiş haldeyken nasıl böyle olabilirim? Bu köpek beni görebiliyorsa ve başka şeyi umursamadan yağmurun altında oynayabiliyorsa ben de bir şeyler yapamaz mıyım? Ben de bir gün bu köpeğin yaptığı gibi, umudu kalmamış birini güldüremez miyim?
Bilmiyorum, ama işin en heyecan verici tarafı da bu. Pişmanlıklarımla boğulmayı bırakabilirim, bir şeyleri değiştirebileceğime inanabilirim. Evet, ölümüm bir son olabilir ama her sonu bir başlangıç takip eder. Artık saklanmak yeter. Acısıyla, tatlısıyla, ben hissetmeyi seçiyorum.
Lise öğrencisi Alkım Tunay Öner