Hidden Figures (Gizli Sayılar)

Malcolm X: Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.
Malcolm X: Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.

Sene 1961. ABD ve Rusya uzaya çıkma konusunda birbiriyle kıyasıya bir yarışta. Rusya yörüngeye insanlı hava aracı çıkarmasıyla bu yarışta bir adım öne geçiyor ve bu haber Amerikan Milli Havacılık ve Uzay İdaresi (NASA) tarafından endişeyle izleniyor. Ne yapıp edip Rusya’nın bu hamlesine bir karşı hamle üretmek ve uzay konusunda onların yakaladığı bu seviyeyi yakalamak zorundalar. Filmimizin iki ana omurgasından birini işte bu hikaye oluşturuyor. Filmin başında söylendiği şekliyle “gerçek olaylardan esinlenerek çekilen” bu hikaye çoğu milliyetçi Amerikan filminde gördüğümüz türden bir olay örgüsü içeriyor. Bu filmi büyük ve önemli yapan kısmı ise diğer ana omurgasında bahsedilen, yani yönetmenin Amerika’daki ırkçılığın tarihine ışık tuttuğu kısımlar.

Film, tarihi belgesel izliyormuş hissiyatı veriyor.
Film, tarihi belgesel izliyormuş hissiyatı veriyor.

Amerika tarihindeki ırkçılığı özet geçecek olursak, ülke sosyal yaşamda beyazlar ve siyahiler olarak ikiye bölünmüş durumda. Tarihi derken bu milattan üç yüz yıl önce falan değil, sadece 60 yıl öncesinden yani 1900’lü-1950’li yıllardan bahsediyoruz. Siyahiler otobüste en arkaya oturuyor, mahkemede kendileri için ayrılmış bölümde kendilerini savunabiliyor, sadece bazı okullara gidebiliyor, bir kurumda sadece getir götür ve temizlik gibi işlerde çalışabiliyor, dahası beyazlarla aynı tuvaletleri bile kullanamıyorlar. Bu listeyi uzatmak mümkün. Bunlar sadece sosyal ve sözlü kurallar değil ayrıca kanunlarla belirlenmiş olan yazılı kurallar. Düşünsenize, sırf doğuştan gelen ve etki edemediğiniz özelliklerinizden olan ten renginiz onlarla farklı diye insan yerine konulmayacak kadar ötekileşmeye maruz kalabiliyorsunuz bir toplumda. Bize sürekli hayaller ülkesi olarak sunulan Amerika’nın bu hastalıklı durumunu açık seçik anlatan bir filmle karşı karşıya olduğumuzu filmin başından beri kısa diyaloglarla anlıyor olsak da en büyük tepki filmin siyahi başkarakteri Katherine Goble’ın niye işinin başında olmadığına kızan yöneticisine karşı yaptığı şu konuşmayla pekişiriyor:

Bu binada siyahi kadınlar için tuvalet yok. Yarım mil uzakta olan batı kampüsü dışında hiçbir binada yok. Bunu biliyor muydunuz? Kendimi rahatlatmak için Timbuktu'ya yürümek zorundayım. Bisikletlerden birini kullanmama izin yok. Eteklerim diz altı olmak zorunda ve topuklu ayakkabı giymek zorundayım. Ve sadece basit mücevherler... O da yalnızca inci. Gece gündüz köpek gibi çalışıyorum ama inci kolye alabilecek parayı ödemiyorsunuz. Hiçbirinizin dokunmak istemediği kahve makinesini kullanmak zorundayım.
'NASA’da da durum toplumdaki yapıdan pek farklı değil.'
'NASA’da da durum toplumdaki yapıdan pek farklı değil.'

Biraz önce Amerika’nın o yıllardaki durumunu özet geçmeye çalışmıştım. NASA’da da durum toplumdaki yapıdan pek farklı değil. Siyahiler ayrı bir binada çalışıyor. Tuvaletleri ayrı, giriş çıkışları ayrı. Onların unvanları bile yok, adlarına “bilgisayar” deniyor. Bir iş yaptıklarında kağıda isim yazamıyorlar çünkü beyazlara göre “Bilgisayarlar rapor yazamazlar.” Genellikle çöp toplama, temizlik gibi işleri onlar yürütüyor, yemeklerini bile farklı yerlerde yiyorlar. Konu sadece ayrımcılık da değil, beyaz tenli çalışanlar siyahileri sürekli aşağılamaya hakları varmış gibi davranıyorlar. En rahatsız edici tarafı ise bu. Bir hayvana nasıl davranıyorlarsa onlara da öyle davranıyorlar.

  • Bu döngünün kırılmaya başladığı nokta ise Katherine Goble’nin bir işi yapacak beyaz tenli birinin bulunamaması sonucu sadece beyazların çalıştığı Uzay Görev Üssüne alınmasıyla başlıyor. Katherine herkesle aynı işi yapıyor olsa da yeni ortamında ayrımcılığa maruz kalmaya devam ediyor.
Amerika tarihindeki ırkçılığı özet geçecek olursak, ülke sosyal yaşamda beyazlar ve siyahiler olarak ikiye bölünmüş durumda.
Amerika tarihindeki ırkçılığı özet geçecek olursak, ülke sosyal yaşamda beyazlar ve siyahiler olarak ikiye bölünmüş durumda.

Herkesin içtiği kahve makinesini kullanamıyor mesela. Ona telefon verilmiyor. Tuvalete gitmesi uzun sürdüğü için eline aldığı dosyaları yolda ya da tuvalette çalışmak zorunda kalıyor. Yukarıda paylaştığım diyalog ise işte bu durumun kırılmaya başladığı dönüm noktalarından biri oluyor ve böyle basit ayrımlarla uğraşmak yerine iş bitirmeye odaklı müdür Al Harrison, beyaz ve siyahi tuvaleti tabelalarını kaldırarak herkesin her tuvaleti kullanabileceğini ilan ediyor.

Katherine’in siyahilerin eşitliği konusunda attığı bu adım, kurumda çalışan siyahi tüm çalışanları mutlu ediyor ama tek sorunları tabii ki bu değil ve hâlâ atılacak birçok adım var. Örneğin, Katherine’in yakın arkadaşlarından Mary Jackson, tam bir mühendis kafasına sahip bir siyahi ama mühendis olmak için gidilmesi gereken okula ancak beyaz tenlilerin gidebileceği bir sistem içinde yaşıyor. Aynı birimde çalıştığı yöneticisi tarafından cesaretlendirilen Mary, mahkemeye dava açıyor ve etkileyici bir savunma yaparak hâkimden beyaz tenli okuluna kayıt yaptırma izni alıyor. Katherine’in diğer yakın arkadaşı Dorothy ise bir müdürün yapması gereken tüm işleri yapmasına rağmen ten rengi sebebiyle bir türlü terfi alamayan birisi. Kuruma yeni alınan IBM bilgisayarını kullanmayı öğreniyor ve adeta geleceği görerek tüm siyahi arkadaşlarına öğretiyor. “Ya bunu öğreneceğiz ya da bu bilgisayar kurulduğunda işsiz kalacağız.” diyor. Öğrendiği yazılım diliyle kendini geliştiren Dorothy ve ekibi, işlerini güzel yaptıkları ve o işi o kadar güzel yapan başka kişi de olmadığı için mecburen terfi ettiriliyor ve böylece tırnaklarıyla kazarak bir haklarını daha elde etmiş oluyorlar.

“Ya bunu öğreneceğiz ya da bu bilgisayar kurulduğunda işsiz kalacağız.”
“Ya bunu öğreneceğiz ya da bu bilgisayar kurulduğunda işsiz kalacağız.”

Filmi izlerken ister istemez kendi ülkemizde geçmişte yaşanan bazı durumlarla karşılaştırma yaptığımı söylemeliyim. Evet, bizdeki ayrımcılık siyahi ya da beyaz tenli şeklinde değildi ama başörtülü olanlar ve başı açık olanlar şeklindeydi. Ben üniversiteye gittiğimde beni ziyarete gelen başörtülü annem kampüs kapısından içeri alınmamıştı örneğin. Sonra devlet memuru olan kadınlar, başlarındaki örtüyü çıkarmadan kurum kapısından içeri alınmıyordu. Böyle girmeye çalışanlar disiplin cezası ile uzaklaştırılıyordu. Bir başörtülü okulda birinci bile olsa diploma törenine başörtüsünü çıkarmadan alınamıyordu. Bir anne, asker oğlunun yemin törenini başörtüsünü açmadan izleyemiyordu ya da. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Evet, Amerika’yı bu ırkçılık hastalığı sebebiyle eleştirmek kolay ama önce kendimizi eleştirmeli, kendimizle hesaplaşmalıyız ki samimi olduğumuz anlaşılsın. Neyse ki bu yazıyı yazdığım tarihlerde bu paragrafta bahsettiğim sorunların tamamı çözülmüş durumda ve çok şükür bu utanç yasaları artık yürürlükte değil.

Film, Amerika’nın hastalıklı durumunu açık seçik anlatıyor.
Film, Amerika’nın hastalıklı durumunu açık seçik anlatıyor.
  • Şimdilerde bizi tehdit eden ayrımcılık durumu ise savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilerle yakından ilgili. Bir tarafta kendi iradesiyle seçmediği ırkını üstün görenler, diğer tarafta yine kendi iradesiyle seçmediği ırkı sebebiyle zulüm gören ve aşağılanan insanlar var. Arap’sa kötüdür, Kürt’se kötüdür, Türk’se iyidir anlayışı ne dinimizde ne de kültürümüzde yeri olmayan anlayışlardan. Bizi ırkçılık hastalığına davet edenlere karşı dikkatli olmamız gereken bir zamandan geçiyoruz.

Malcolm X’in sonuna kadar katıldığım şu sözünü yeri gelmişken paylaşmak istiyorum: “Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, aksine psikolojik bir hastalıktır.”

Amerika’yı bu ırkçılık hastalığı sebebiyle eleştirmek kolay ama önce kendimizi eleştirmeli, kendimizle hesaplaşmalıyız ki samimi olduğumuz anlaşılsın.
Amerika’yı bu ırkçılık hastalığı sebebiyle eleştirmek kolay ama önce kendimizi eleştirmeli, kendimizle hesaplaşmalıyız ki samimi olduğumuz anlaşılsın.

Hidden Figures (Gizli Sayılar), dramatik yapısı güçlü, anlatmak istediği şeyleri hiç çekinmeden anlatan, Amerika’nın kendi geçmişine dair öz eleştiride bulunduğu bir film. Çekildiği yıl; en iyi film, en iyi uyarlama senaryo, en iyi yardımcı kadın oyuncu gibi ödüllere de aday gösterilen film iki saatinizi harcamaya değecek detaylar içeriyor. İzlediğimiz karakterlerin normalde de yaşamış olması, dönemindeki sosyal sorunlara dair gerçekçi anlatımların bulunması ve gerçek kamera görüntüleriyle desteklenmesi bir tarihi belgesel izliyormuş hissiyatı veriyor açıkçası.

Ali Burak Cesur / Film Yorumcusu