Hiçbir acı tesadüfen yaşanmaz

Jane Austen.
Jane Austen.

"Onun gururunu ben de kolaylıkla hoş görebilirdim benim gururuma dokunmamış olsaydı."

Jane Austen kimdir?

Sanatı çok seven, birbirine kitaplar okuyan, babaları papaz anneleriyse aristokrat olan sekiz kardeşin en küçüğüyüm. İngiltere'de doğup büyüdüm. Eserlerimin birçoğunu şehirden uzakta yaşadığımız papaz evinde yazdım.

Eserlerinizi kaleme alırken aileniz nasıl bir tutum sergiler?

Son derece saygı duyarlar. Çalışmalarımın taslaklarını onlara okuduğumda beni büyük bir heyecanla dinlerler. Ailemle birlikte yaşadığım acı tatlı her an eserlerimden önce beni sarıyor ve değiştiriyor. Kafamın içindeki sesler zamanla sis bulutunun içinden aydınlığa çıkan cümleler misali kalemimden kâğıda dökülüyor. Her cümlem doğmadan önce uzun süre sancı çekiyor. Ve bazı cümlelerim yeni doğan bir bebeğin masumiyetini andırırken bazılarıysa ölü doğabiliyor.

Yazarlık için eğitim aldınız mı?

İlk eğitimi babamdan aldım ve daima yaşıtım olan genç hanımefendilerden daha şanslı oldum. Çünkü yaşadığım yerde okuyan kız profili pek hoş karşılanmaz. Ancak babam bu tarz tabuları olmayan bir beyefendi. Biz küçükken evimizin ahırını köydeki aileler yaz tatillerinde oyunlar sahneleyebilsin diye küçük bir tiyatroya çevirmişti. 12 yaşına geldiğimde kendi hikayelerimi yazmaya başladım. Bir akrabamız sayesinde Oxford’da okudum. Sonra da kadınlar için olan Reading, Berkshire'da Abbey okuluna gittim.

Peki, toplumun kadına çizdiği portre neydi?

Genç hanımların evlerinde piyano dersi alarak çeşitli adabımuaşeret derslerini ezber ve tatbik etmelerinin doğru olduğunu düşünüyorlar. Buna herhangi bir itirazım yok ancak biz hanımlar için çizilen yolun daima aynı olması ve asla hayal kurmamıza izin verilmeyişini katiyen kabul etmiyorum. Bir hanım istediği her işte muvaffakiyet sergileyebilir.

Jane, nasıl bir okur? Neler okuyor?

Yazmak için iyi bir okur olmanız gerekiyor. Okumaktan asla usanmam ve azimli bir okurum. Alexander Pope ve Samuel Johnson'ın ahlaki makalelerinin büyük bir hayranıyım. Fransız öykülerini okumakla birlikte gotik romanlara da ilgi duyuyorum.

Roman nedir?

Bir roman, dünyanın gerçek yüzünü gösterebilmeli, karakterlerin gerçekte nasıl düşündüğünü, olayların nasıl geliştiğini anlatabilmelidir. Bir roman, eylemlerimizin gerçek kaynağını bir şekilde açığa çıkarmalıdır.

Eserleriniz niçin isminizle yayımlanmadı?

Geçimini kendisi sağlayan hele ki bunu yazarak yapan bir hanıma yaşadığım toplum hazır değil. Yayınevleri eserlerimi geri çeviriyor. Kimi zaman kardeşlerimin adıyla kimi zaman ise bir hanımefendi mahlasıyla yayımlatmaya mecbur kalıyorum. Akıl ve Tutku, bir hanımefendi imzası taşıyarak bir şekilde kadın kimliğimi temsil etmeyi başardı. Gurur ve Önyargı ise Akıl ve Tutku'nun yazarı imzasını taşıyor.

Eserlerinizin ismine nasıl karar veriyorsunuz?

Genellikle aklıma ilk gelen isimlerini kullanmıyorum. Misal Gurur ve Önyargı için aslında ilk izlenimler minvalinde bir şeyler düşündüm. Ancak Fanny Burney'nin Cecilia romanı beni çok etkiledi. Burney'nin kitabının son paragrafında baş harfleri büyük bir şekilde üç kez geçen ''Gurur ve Önyargı'' ifadeleri eserin nihai kararımla ismi oldu.

Yarım bıraktığınız bir eseriniz ya da yazmak istediğiniz yeni bir hikayeniz var mı?

Rahatsızlığım sebebiyle Sanditon'ın yalnızca ilk on bir bölümünü yazabildim. Devamını getirmek istiyorum. Nefes aldığım müddetçe kalemim elimde olacak.

Eserlerinizin çok okunması hakkında neler düşünüyorsunuz?

Açıkçası hayret ediyorum. Çünkü aşk romanlarını bayağı bulan bir toplumun beni büyük bir içtenlikle kabullenişini ve süratle okumasını beklemiyordum. Ancak herkesin günlük hayatta takındığı aristokratik ve sert yapısının altında yani en içerilerinde bir yerde duymak istedikleri ve dahi okuyarak hayalini kurdukları gerçek hayat benim satırlarımda gizli.

Aşk romanları neden bayağı görülüyor?

Onlar bu tarz romanlar için ''Hani şu kadınların okuduğu hatta yazmaya bile kalktığı, tatsız tuzsuz yavan şeyler değil mi?'' diye soruyorlar. Çünkü onların nazarında kadın yazamaz. Beyninin o en büyük gücünü, insan doğasının ilmini ortaya koyamaz, hayatı coşkuyla dolduran zekâ ve nüktedanlık gibi hususiyetleri hayal edebilecek en güzel sözcükleri tasvir edemez zannediyorlar. İnsan ister erkek olsun ister kadın, eğer iyi bir romandan zevk almıyorsa dayanılmaz ölçüde aptaldır.

Neden aşkı yazmak istediniz?

Bırakalım başka kalemler suç ve ıstırap duyguları üzerine yazsın. Ben böyle can sıkıcı konulardan elimden gelen en kısa sürede kaçarım.

Aşkı yazabilmek için yaşamış olmak gerekiyor mu?

Bu soruyu Londra’ya ziyaretine gittiğim bir kadın yazar da sormuştu. O zamanlar bu soruyu yanıtsız bırakarak üzerine düşündüm. Çok azımız âşık olacak kadar cesur bir yüreğe sahiptir. Elbette ki aşkı yazabilmek için hayal gücümüz bize yardımcı olacaktır ancak bu durum, işitmeyen birinin size dünyanın en güzel melodisini tarif etme çabasına benzemekten öteye gitmeyecektir.

Niçin eserlerinizde bir kadın gerçekten âşık değilse evlenmemeli görünüşünü savundunuz?

Sevgisiz bir evlilik dışında her şey tercih edilebilir ya da katlanılabilir şeylerdir. Eserlerimde daima vurguladığım düşünce, dünyaca kabul edilmiş olan bir gerçek üzerine yani hâli vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı olduğu üzerinedir. Anlayacağınız; bir hanımefendi hayatının hiçbir evresinde gerek sevgi yoksunluğu açısından gerekse maddi zorluklardan refaha yükselmek için bile olsa hiçbir zaman bir eşe ihtiyaç duymaz.

Peki, Jane’e göre aşk nasıl bir melodi?

Benim için aşk bir melodi olsaydı istisnasız Tom’u çalardı. Büyük aşkların nefretle başlaması gibiydi. Onu ilk olarak evimizin salonunda pasajlarımdan birini okurken misafirlerin arasında gördüm. Okumayı bitirdiğimde o da uyuklamayı bırakmıştı. Onunla ilgili aldığım ilk notlarım şöyleydi: Muhtemelen erkeklerin en huysuz, en küstah, kendini beğenmiş, edepsiz, tahammül edilemez ve saygısızı! Daha sonraki günlerde birbirimize gönderdiğimiz kitaplarla aramıza sağlam ve asla kopmayacak bağların birer birer ilmeğini attık. Hayatlarımız birbirine oldukça yabancıydı. Ancak hediye ettiği kitapta geçen o cümle gibi ben de değişiyor ve ona doğru yöneliyordum. “Filozof, fazilet kalesinin zaten teslim olmuş olduğunu duyunca arzularına gem vurmaktan vazgeçip onlara büyük bir serbesti tanımaya başladı.”

Her şey birdenbire mi oldu?

Sevgi ve muhabbet, bazen açması vakit alan çekingen bir çiçek gibidir. Unutma ki bir sürü çiçek hiç kimse görmeden çiçeklenir. Ve sonunda heba eder kokusunu çöl ıssızlığına. Bir kadının zihni çok hızlı çalışır. Hayranlıktan aşka, aşktan evliliğe bir dakika içinde geçiş yapabilir. Bir kadın bir erkeği beğeniyorsa ve bunu saklamaya çalışmıyorsa erkek bunu fark eder. Fark eder belki, eğer yeterince görürse.

Bu süreçte bir evlenme teklifi almışsınız. Teklifi Tom Lefroy için mi reddettiniz?

Wisley’den teklif aldım ancak onu reddetmem Tom’dan daha önceydi. Çünkü Wisley ile çok iyi iki arkadaştan ötesi olamadık. Bunu belli bir süre sonra kendisi kabul etse de teyzesi asla kabullenmedi. Bir keresinde evlerindeki baloda bana ''Wisley’nin annesi, yani sevgili kız kardeşim, çok genç yaşta öldü. Benim de kendi çocuğum olmadı. Umarım bu türden acıları, siz hiç yaşamazsınız. Basitçe söylemek gerekirse, yeğenimin isteklerinin başımın üzerinde yeri vardır. Her ne kadar sıra dışı olabiliyorlarsa da!'' Burada sıra dışı derken beni nasıl da büsbütün aşağıladığını izah edemem. Daha sonra sözlerine ''Ne yapalım!'' diyerek kendisine acı veren mecburi bir kabulleniş içerisindeymişçesine devam etti. ''İyi tarafından bakacak olursak çok sağlıklı görünüyorsunuz, alışılagelmiş becerileriniz var, kısaca kabul edilebilir birisiniz. Ancak sizin gibi bir genç hanımın, yeğenim gibi bir beyefendiden teklif aldığında, hemen kabul etmesi, onun için bir vecibe olmalıdır. Ama biz neyle karşılaşıyoruz?'' dedi.

Siz nasıl yanıt verdiniz?

Ben ise “Özgür düşünce…” diye cevap verdim. Bana memnuniyetsiz bir şekilde ''Kesinlikle!'' dedi. “Yeğenim, silik ve beş parasız bir papazın kızına evlenme teklif etmekle, zaten yeterince tenezzül gösteriyor.” ''Beş parasız'' mı? “Hanımefendi, yanılıyorsunuz!” dedim. ''Ben hiç yanılmam!'' dedi. “Babanız büyük ve ciddi maddi güçlükler içinde ama onun için henüz her şey bitmiş değil! Talihin gülümsemekte olduğu bir kızı var.'' diyerek tek bir kelimesine dahi katlanamadığım yersiz ve hadsiz konuşmasına son verdi.

Tom Letroy bu durum karşısında nasıl bir tavır sergiledi?

O ise balonun sonunda yanıma gelerek ''Wisley' nin evlenme teklifinde bulunduğunu duydum. Tebriklerimi sunmak isterim.'' dedi. Ona sadece ''İyi eğitim almış ama talihi kötü bir genç kadının seçme şansı olabilir mi?'' diye sordum. Bana, ''Bu kadar iyi şartlarda nasıl onunla eş olabilirsin, parası ve birçok evi olsa da ona sevgi duymadan, ruhunu yok sayarak, nasıl yapabilirsin?'' diye sordu. “Ruhumu bu durumdan nasıl kurtarabilirim ki? Yarın gidiyorsun.'' dedim. Bu benim ona karşı kalbimin üzerindeki perdeyi ilk defa aralayışımdı. Çünkü, bir kadın sevdiği kişiden ilgisini saklarsa, onu elde etme fırsatını kaybedebilir sonra da aşkından herkesin habersiz olduğuna inanarak kendini avutur. ''Param yok, malım mülküm yok ve o para delisi bunak dayıma tamamen bağımlıyım. Sana henüz evlenme teklif edemem ama duygularımı bilmek zorundasın. Jane, ben seninim. Seninim, bütün ruhum ve kalbimle… Bir şeye faydası olur mu bilmem!'' diyerek o da bana karşı ilk defa net ve açıktı. ''Bırak bunun kararını ben vereyim.'' dedim.

Maddi açıdan bağımlı olduğu dayısından evlilik için onay mı almanız gerekiyordu?

Evet, dayısını ziyarete gidip bizzat tanışarak niyetimizi belirtmek istedik. Yazar olmamdan hazzetmeyen dayısı sözlerimin altını çizerek nükteli bir biçimde bana iade etti. Bütün bu eziyete sonunda yaşanacak büyük mutluluğumuz için tahammül ettim. Dayısına karşı asıl fikirlerimi ve söylemek istediklerimi yarım bir gülümseyişin içine sığdırdım. Beni anlamasını beklemiyordum. Bunu ummak bile delilik. Ertesi sabah dayısı ile konuşmaya hazırlanırken bir mektup geldi. Wisley ya da teyzesinden geldiğini düşünüyorum. O satırlar ki kilometrelerce uzaktan gelerek mutluluğumu elimden almayı becermişti. Mektupta ailem ve şahsım hakkında asılsız düşünceler ardı ardına zikredilmişti.

Peki, sonra ne oldu?

Tom’un yanına giderek buna izin vermeyeceğimi söyledim. Bizimle istediklerini yapabileceklerini sanıyorlar ama ben buna rıza göstermeyecektim. Bir yolu olmalıydı. Bütün kalbimle buna inanıyordum. Sonra bana bir seçeneğimizin olmadığını söyledi. ''Ben maddi olarak tamamen dayıma bağlıyım.'' dedi. ''Ben de sana bağlıyım.'' dedim. Öyleyse ne yapacaksın diye sordum. O da ''Yapmam gerekeni…'' dedi. Daha sonra aynen şöyle ekledi. ''Aileme karşı sorumluluklarım var, Jane. Onları da en az bizim kadar düşün…''

''Tom, gerçekten bütün söyleyeceklerin bu mu?'' diye sordum. Bana sözleri yerine gözleriyle cevap vermişti bile… Bir saniye dahi beklemeden “Hoşça kal, Lefroy!” dedim.

Hayatınızın aşkı olduğunu düşündüğünüz kişiyi ardınızda bıraktıktan sonra günlerinizi nasıl geçirdiniz?

Sahilde uzun yürüyüşlere çıktım. Kıyıya vuran dalgaları dinleyerek kimi zaman güneşin doğuşunu kimi zaman ise batışını seyrettim. Güneş sahili ısıtınca yalın ayak kumsalda yürüdüm. Gözlerimi kapatıp bana fon müziği gibi eşlik eden dalga sesleriyle çok uzaklara gittim. Daha sonra kendimi olabildiğince meşgul ettim. Ev ile daha fazla alakadar oldum. Annemden, geçmişte ona karşı itaatsiz davrandığım için özür diledim.

Peki, siz daha sonra Tom ile görüştünüz mü ya da ondan bir haber aldınız mı?

Evet, ailesini ziyarete geldiğini ve dahası nişanlandığını duydum.

Nasıl hissettiniz?

Sadece bu kadar çabuk olmasına hayret ettim. Bir başkasına duyduğu sevgiyi kıskandım. Ondan haber almak istiyordum, ona ulaşmanın hiçbir imkânı olmadığı hâlde. Ve yine de ne yaşanırsa yaşansın onunla mutlu olabileceğime inanıyordum artık bir araya gelmemiz imkânsız göründüğü halde.

Hikayeleriniz nasıl başlar?

Kötü.

Sonra neler olur?

Daha da beter şeyler oluyor. (Gülümsüyor.)

Peki, nasıl biter?

Başarıyorlar. Daima mutlu son!

Sizin hikayeniz nasıl devam etti?

Wisley ile izdivaç görüşmesine çıktım.

Mektup göndererek hayallerinizi elinizden alan kişi olmasına rağmen mi?

Bu konuyu kendisiyle konuştum. ''Sizi bir beyefendi olarak görüyorum ancak siz bir şeyler yazıyorsunuz ve bu, bazılarının hayatını karartıyor!'' dedim. Söylediklerimi anlamamışçasına yüzüme bakıyordu. Ben de ''Yazdığınız mektuptan bahsediyorum!'' dedim. ''Ne mektubu? '' diye sordu. ''Yoksa teyzeniz, sizin adınıza mı yazmıştı?" diye tekrar sordum. Tekrar aynı anlamsız bakışı yüzünde okuyunca ''Şimdi de hangi konuda diye soracaksınız?'' diye ekledim. Öfkem artınca hızlı konuşmaya başlarım. Bir anda bütün hüznüm kelimelere büründü. Ve ona ''Öyle veya böyle, hırs hepimizi aptala çeviriyor.'' dedim. Bana tek cevabı ''Umarım hırsınız, zamanla gerçekleri görmenizi sağlar.'' dedi. Hangi gerçekten bahsediyordu? ''İnsanların cinsiyeti sürekli burunlarına dayandığında, duygular budalalıktan ayırt edilemez olur!'' diye sert bir yanıt verdim. Bunun üzerine teklifini kabul ettiğimi söyleyerek teşekkür ettim.

Böylesine sert ve hesap soran bir konuşmanın neticesi nasıl evliliğe bağlandı?

Ailem maddi olarak büyük bir çıkmazdaydı. Bazen hayat kitaplarda yazıldığı gibi yaşanmıyor. Kendi kitabımı yazabilirim ama kendi gerçeğimden kaçarak farklı bir hayatı yaşayamam.

Bir daha Tom ile karşılaşmadınız mı?

Ormanda kardeşimle yürüyüşe çıktığımız bir esnada birdenbire karşıma çıktı. Nefesimin kesildiğini hissettim. O an yapmam gereken en doğru şeyin kalbimi duymazdan gelerek aklımdan geçenleri dinlemek olduğuna inandım. Ağzımdan çıkan ilk cümle nişanı için onu tebrik etmek üzerine oldu. Ancak içimden gelen bir his onun, bana yaşatmış olduğu hayal kırıklığını en sert sözcükleri kullanarak ona hissettirmek istiyor olacaktı ki ''Eski bir dostu böyle bir zamanda ziyarete gelmişsiniz. Ne kadar da düşüncelisiniz.'' diye serzenişte bulundum.

Yoksa yine sözlerinize karşı kayıtsız mı kaldı?

Hayır, yüzünde derin bir hüzün vardı. Bana ''Nasıl tarif edebileceğimi düşünemediğim, geç kalmış bir açıklamada bulunmak üzere buradayım.'' dedi. Bunun üzerine ''Müstakbel eşinizden bahsetsenize.'' dedim. Canım o kadar çok yanıyordu ki ona kızın kalbini nasıl çaldığını sordum. Davranışlarınız mı, gülücükleriniz mi yoksa insanı sarhoş eden kurlarınızla mı? diye sorularımı sürdürdüm. Bana hâlâ kendisine âşık olup olmadığımı sordu. ''Hayır, o duyguyu yaşamış olsaydım, şu anda seni gördüğüm için senden iğreniyor olurdum.'' dedim. Bana kendisine karşı sadakatim varsa Wisley ile evlenmemem gerektiğini söyledi. Kendisinin denediğini ancak başka bir hayatın mümkün olamayacağını söyledi. ''Beraber olamazsak, yaşamanın ne anlamı var ki?'' diye sordu. Haklı mıydı? Bilmiyordum. Birlikte olabilmemiz için bütün servetini reddettiğini ve benimle başka bir hayata başlayabileceğini söyledi. Bunun için ödememiz gereken bedel ise bir sürgün hayatıydı. Her şeyimi kaybedecektim ailemi, evimi, yurdumu. Peki, ne için?

Zor bir hayat. Aşk için denemeye değer mi?

Beş parasız yaşayıp, hayat boyu ağır işler yapmak. Hamileliği kolaylaştıracak hiçbir şey olmadan hiçbir yardım almadan tek başına çocuk doğurmak. Ve en önemlisi nasıl yazacaktım. Bütün bunlar aklımdan devamlı geçiyordu. Ama mutluluk elimin ucundaydı ve kendime mâni olamıyordum.

Romanlarınızdaki mutlu sonu yaşadınız mı?

Buna inandım. Ancak her şeyi çamura saplanan bir araba tekerleği mahvetti.

Yola çıktığımız esnada arabamızın tekerleği çamura saplanınca yol kenarında beklemek zorunda kaldık. O esnada ben de onun ceketini tutuyorum ve içinden ailesinden gelen bir mektup düştü. Mektupta ailesinin yaşadığı maddi zorluklar ve Tom’un desteğine ne kadar minnettar oldukları yazıyordu. Dayısının verdiği harçlığı onlarla paylaştığı için müteşekkirlerdi

Peki, böyle bir mektubun üzerine siz yaptınız?

O andan itibaren kendisine geri dönmek istediğimi söyleyecek cesareti bulana kadar her saniye onunla içimden vedalaştım.

Tom’un iyi bir avukat olduğunu söylemiştiniz. Geçiminizi kolaylıkla sağlayabilirdi. İleride rütbesi yükselebilirdi. Neden tek taraflı karar vererek kendisinin planını dinlemeden vedalaşmaya hazırlandınız?

Nasıl ilerleyebilirdi ki? Yüksek mahkeme hâkimi olan dayısı gibi bir düşmanı varken, eşi de beş parasızken mi? Tanrı bilir, ailesinden kaç kişi ondan nafaka bekliyordu. Ona, ''Bir tanem, canım arkadaşım, batacaksın ve hepimiz seninle beraber batacağız.'' dedim. Bana yalvarmaya başladı. Bütün zorluklara göğüs gerebileceğini söyledi. Sadece onu sevmemi istediğini defalarca söyledi. Ona, aşkımızın ailesine zarar verebileceğini ve dahası bize zarar verebileceğini söyledim. Çünkü suç, pişmanlık ve sorumlu tutulma, zaman içinde, aşkımızı bayağı bir hâle getirecekti. Bizim gerçeğimiz çelişkilerden ibaretti. Ve biz bu gerçeği gülümseyerek karşılayamazdık. Yoksa, sahte bir şeyleri paylaşıp birbirimizi hiç sevmemiş olduğumuzu kabul edecektik.

Eve döndüğünüzde neler oldu?

Geri döndüğümde herkesin beni aramaya çıktığını öğrendim. Sadece Tom’un bir arkadaşı bizdeydi. Ona başaramadığımızı söylediğimde bundan büyük bir zevk duymuşçasına bana aniden evlenme teklif etti. Ona umutlarımın tükendiğinden bahsettim. Israrcı davranınca yaşadığımız yerde başka kadın mı kalmadı diyerek sesimi yükselttim. Hızlıca odadan çıktıktan sonra bir an aklıma Tom’un dayısına gönderilen mektup geldi. Geri dönüp ona mektubu kendisinin yazıp yazmadığını sordum. Cevap yüzünden okunuyordu. Bana her şeyi âşık olduğu için yaptığını söyledi.

Peki, mektup için haksız yere ithamda bulunduğunuz Wisley’den özür dilediniz mi?

Nadiren çok nadiren gerçeğin tamamı bir insanın açıklamasına bağlıdır; bir şeyin biraz da olsa gizlenmemiş ya da yanlış anlaşılmış olmasına ender rastlanır. Ona, yaptıklarımla kendisini hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilediğimi söyledim. Bana, ''Anlaşılan o ki sevmeden evlenemeyeceksiniz. Hatta sevseniz bile. Bu yüzden size saygı duyuyor ve görüşünüzü paylaşıyorum. Ben de evlenemezdim. Zamanla sevginizi kazanırım diye ummuştum ama gururum, sevgim yerine paramın tercih edilmesine izin vermez.'' dedi. Onunla dost olarak ayrıldık. Bana geçimimi nasıl sağlayacağımı sordu. Ben de gülümseyerek kalemimle dedim. Son olarak bana hikayeleriniz, hep mutlu sonla mı bitecek diye sordu. ''Sorun yaşayacaklar ama benim kahramanlarım arzuladıkları her şeye kavuşacaklar.'' dedim.

Hepiniz bambaşka hayatlara doğru yol almışsınız. Tom, Wisley ve siz…

Aradan uzun yıllar geçti. Kardeşim ve sevgili eşiyle birlikte gittiğim bir operanın sonunda genç bir hanımefendi bana yaklaşarak ''Bayan Austen, Gurur ve Önyargı’nın yazarı değil misiniz?'' diye sordu. Kardeşim genç hanımefendiye şöyle yanıt verdi ''Kız kardeşim, yazarı bilinmeyen olarak kalmak istiyor, bunu dikkate alacağınız için müteşekkiriz.'' dedi. Daha sonra salonda olmasını hiç ummadığım bir şey oldu. Yıllar sonra Tom karşımdaydı ve o an hangi ressam o anlamlı gözlerin hakkını verebilirdi? Ona karşı hissettiğim şeyi nasıl anlatsam… Sanki bin sene heyecanla beklediğin bir şey sonunda gelmiş de gerek kalmamış gibiydi.

''Büyük bir sabırsızlıkla eserlerinizi imzalamanızı bekleyen küçük hayranınızı sizinle tanıştırmak istiyorum.'' dedi. Yanındaki heyecanlı genç bayan ise ''Sizinle tanışmak ne büyük bir mutluluk. Bu akşam bize okuyacak mısınız?'' diye sordu. Kardeşim, tekrar benim yerime cevap vererek ''Bakın Jane, genelde okumaz. Yazarı bilinmez olarak kalması başka türlü mümkün değil.'' dedi. Genç bayan ısrarcı davranınca, Tom mahcup bir ses tonuyla ''Jane, tamam.'' dedi. Yanındaki genç hanımın kızı olduğunu ve adının Jane olduğunu anladığımda nasıl davranmam gerektiğini bilemedim. Çünkü bazen duygularımı kendime saklıyorum, onları anlatabilecek hiçbir dil bulamıyorum. Küçük Jane’nin istediği üzerine onlara Gurur ve Önyargı’dan kısa bir bölüm okudum. Son cümlemi okuduktan sonra bakışımı hafifçe kaldırarak gözlerimi, bana sıcacık ve şefkatle bakan biricik Darcy’ye çevirdim. O gün tekrar anladım ki asıl önemli olan insanın sevmeyi öğrenme çabasıdır, durmadan. Karşımıza çıkan mutlu anları yakalamak gerek. Uzun uzun hazırlanıp beklemek çoğu zaman her şeyi bozuyor.

Jane Austen, sekiz köşeli masasında yazdığı eserleriyle iki yüzyıl sonra bile bizi sarıp sarmalamayı başarmış bir yazar. Kız kardeşi Cassandra ile birbirlerine gönderdikleri mektuplardan yalnızca çok azı günümüze kadar ulaşabilmiş. Eserlerinin birçoğu kült kabul edilerek beyaz perdeye taşındı. Hayatta hiçbir şeyi, acıyı bile tesadüfen yaşamadığımızı savunan yazar, hüznünü eserlerine yansıtarak böylesi muhteşem hikayeler ve hayatlarla bizi tanıştırdı. Gurur ve Önyargı’nın Elizabeth’i, Sanditon’ın Charlotte’u ya da Emma’yı okuduktan sonra bizleri hayal dünyamızda asla terk etmediler. Tüm hikayelerinin mutlu sonla biteceğini bilmemize rağmen muhteşem kurgusuyla son ana kadar hep bir acaba ile bizi şaşırtmayı beceren bir yazar. Geçmişe çok fazla takılıp kalmamamız gerektiğini ve ondan zevk alacağımız kadarını düşünmemiz gerektiğini öğretti. Son olarak, “İki insan arasındaki yakınlığı belirleyen şey zaman ya da imkân değildir, sadece karakterdir.’’ dedi. Şimdi bizler de bu ortak kadere onunla birlikte şahitlik ediyoruz. Jane, bizlere gerçekten sevilmeye değer bir kadının sevgisini kazanabilmek için bir erkeğin daha başka erdemlere sahip olması gerektiğini öğretti.