Hangi kitap?

Hangi kitap.
Hangi kitap.

Bazı okurların popüler kitap listelerinin gerisinde kalmamak gibi bir kaygısı var. Kitap okumayı performansa dönüştürmenin bir manası yok. Bir kitabın popülaritesi, onun değerini göstermez. Önemli olan eserin zaman karşısındaki dayanıklılığıdır.

Hemen okunup aynı hızla unutulan pek çok kitap, dolayısıyla da pek çok yazar var. Bu manzaraya bakarak bu tür kitapların birer tüketim nesnesi olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Yayıncılar, en azından sayıları hiç de az olmayan bazı yayıncılar, artık belli bir sürümü olan her şeyi basabiliyor. Dolaşımda olmayı gaye edinmiş yazarlar da sürüme müsait hemen her şeyi yazmaya gönüllü olabiliyor. Bu eğilimler, belki yayın piyasasının genişlemesi adına iyi bir gelişme gibi görünebilir. Muhtemelen bu otomatik ilgi dalgalarının kitap satış rakamlarına olumlu yansımaları da oluyor. Neticede “en çok satanlar” kültürü gelişiyor ki bunun üzerinde durup biraz düşünmek lazım.

Yeni bir alışveriş hâli

Bir kitabın çok satmasından rahatsız olacak değilim. Bunun yayıncılar için anlamını biliyorum. Ancak yayın kampanyaları, kitap fuarlarının tanıtım faaliyetleri ve sosyal medya etkileşimleri gibi faktörlerle okuma kültürü, odağını büyük ölçüde kaybeder hâle geliyor. Bu yeni “alışveriş hâli”, giderek okurla kitap arasındaki bağı tamamen değilse bile büyük oranda belirliyor. Böyle bir döngüye kapılan genç bir okur, ne yazık ki ileri yaşlarına kadar bir daha bunun dışına çıkamayabilir. İyi ve nitelikli bir kitabın popüler olması, elbette mümkündür ve bunun da nice örnekleri var. Ancak ahir zamanda doğrudan popüler olsun diye yazılan kitaplar da var ve bunlar da büyük ölçüde hedefi buluyorlar. Bu türden popüler kitaplar, her zaman değilse de çoğu örnekte, insanların ilgisinin nereye yöneldiğini hesap ederek kurgulanıyor. Açık ya da örtülü bir mühendislik çalışmasının ürünü olarak ortaya çıkıyor.

Okuyarak yerinde saymak

Satış odaklı popüler yazarlar, hedef kitlelerini en geniş halkaya kadar yaymaya gayret ederek bir vasat oluşturuyor, o vasata hitap ediyor. Bu hesabın bir iyi yanı varsa belki toplumun okur yelpazesini genişletiyor olmalarıdır. Ancak bu hesabı güdenler, işin tabiatı gereği müşteri halkalarının genişliğini kaybetmemek için okurlarını hep aynı vasatta tutmayı bir gereklilik, hatta bir mecburiyet olarak görüyor. Bu da bir tür kitap okuyarak yerinde sayma durumu ortaya çıkarıyor. Oysa kitapları bir şeyler öğrenmek, yeni bakış açıları kazanmak, daha geniş düşünebilmek, daha derin hissedebilmek, yani insanlık yolunda mesafeler alabilmek için okuyoruz, okumalıyız. Esasen yerinde saymak için kitaba, kitaplara da ihtiyacımız yok. Bizi bulunduğumuz yerde doyuran değil; bize mesafe aldıran, yeri geldiğinde sınırlarımızı zorlayan, hatta canımızı sıkan ve yoran ama nihayetinde olgunluk yolunda bize basamakları çıkartan kitaplara ihtiyacımız var. Özellikle kitaplarla yeni yeni irtibat kuran gençlerin, bu mesele üzerinde biraz düşünmesinin ve kendilerine sunulan vasata demir atmadan, “bence”lerinde takılıp kalmadan, yeni ufuklara yürümeyi göze almalarının elzem olduğu kanaatindeyim, âcizane.