Gelecek kaygısının iktisadi boyutu
Bugünlerde belki de en çok duyduğumuz, üzerinde konuştuğumuz, hatta kafa yorduğumuz ve kimi zaman da genç arkadaşlarımızı çıkmaza sürükleyen bir konu: Gelecek kaygısı. Hayatımızı temelinden etkileyen bu sorunu ekonomik boyutuyla ele alarak toplum ve devletler için önemine göz atalım.
Gelecek kaygısı, genellikle bireylerin ergenlik sonrası kendilerini dünya üzerinde konumlandırmaya çalıştığı dönemde görülmektedir. Kendi istek ve yeteneklerine uygun ama aynı zamanda ekonomik açıdan da tatmin edecek mesleği ararken bulamamanın veya bulsa bile ona erişme umudunun az olması veya olmaması halinin bir duygusal tepkisidir de diyebiliriz.
Sebep mi, sonuç mu?
Konuyla ilgili okuduğum bir makalede (*) ise “gelecek kaygısı ileride yaşanacak olaylardan duyulan endişe ve korkudur. Gelecekte tehlikeli ve olumsuz bazı değişiklikler oluşabileceğine dair histir. Ancak diğer kaygı kavramlarından farklı olarak gelecek kaygısı, duygusal olmaktan ziyade bilişsel bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla kişi bu kaygının bilincindedir,” şeklinde bir nitelemeye rastladım.
Elbette dergimizin bu bölümünde kaygının psikolojik boyutundan ziyade, ekonomik bazı sonuçları üzerine eğileceğiz. Fakat bu olgunun bilişsel olarak nitelendirilmesi de elbette göz ardı edilemez. Çünkü ülkeler, halkları üzerine sirayet eden bu kaygıyı azaltmaya yönelik hamlelerini bu ön kabul ışığında yapmalıdırlar. Özellikle belirsizlik ve risklerin arttığı ekonomik kriz dönemlerinde bu olağan kaygı, toplum nezdinde olağanüstü seviyelere çıkabilir. Başka faktörlerin etkisi ile bir ülke genelinde oluşan genel kaygı durumunun ekonomi üzerinde bazı ciddi etkileri olabilir. Aynı şekilde sağlıklı olmayan bir ekonomi de beraberinde gelecek kaygısı gibi birtakım kaygılar getirebilir. Buna göre gelecek kaygısı ve ekonomi kavramlarının değişen şartlar karşısında birbirlerinin sebebi ve sonucu olabileceğini söyleyebiliriz.
Kavramın tanımı ve sınırlarına tekrar geri dönecek olursak, “gelecek kaygısı, sadece meslek seçimi bağlamında ve gençler özelinde bir olgudur,” demek yalnız başına doğru değildir. Tüketici davranışlarını doğrudan etkilemesi yönüyle aslında bir ekonomik kriz döneminde gencinden yaşlısına, yüksek gelirlisinden alt ve orta gelirlisine hemen her kesimi etkilemektedir diyebiliriz. Örneğin belirsizlik dönemlerinde tüketiciler harcamalarını kısıtlayabilir ve tasarruf eğiliminde olabilirler. Bu durum, tüketim talebinde düşüşe ve ekonomik büyüme üzerinde baskılara neden olabilir. Ayrıca şirketlerin yatırım kararlarını da etkileyebilir ve işletmelerin uzun vadeli büyüme hedeflerini sınırlayabilir.
Beş adımda kaygı ekonomisi
Bu hususları daha detaylı ele almak için gelecek kaygısının ekonomik sonuçlarını beş temele indirgeyebiliriz:
1- Tüketici harcamalarındaki değişimler:
Gelecek kaygısının, genellikle bireyleri daha az harcamaya ve birikim yapmaya ittiğinden bahsetmiştik. Fakat bu her zaman böyle olmak zorunda da değil. Bazı krizlerden sonra insanlar mal ve hizmetlerin arzı konusunda sıkıntı çekmekten veya ani fiyat artışından korktuklarından ötürü ihtiyaçlarından fazlasını alarak stok yapma eğiliminde olurlar. Yani toplumu saran bir gelecek kaygısının birbirine zıt iki sonucunu görebilmek mümkündür diyebiliriz. Örneğin Amerika çıkışlı 2008 küresel mali krizi sırasında birçok ülke ve tüketici ani gelir kaybı, işsizlik endişeleri ve finansal belirsizlik nedeniyle harcamalarını kıstı ve bunun sonucunda dünya ekonomisi aynı yıl yüzde 6,1 küçüldü. Öte yandan pandemi dönemi sonrası ülkemizde görülen yüksek enflasyon, insanların “aynı ürünü yarın daha pahalıya almayayım” endişesi ile stokçuluk ile sonuçlandı. Dolayısıyla bu noktada geleceğe dair belirsizliği tetikleyen kriz veya olayların ne olduğu önem arz etmektedir.
2- Yatırım kararlarındaki değişimler:
Gelecek kaygısı, şirketlerin yatırım kaygılarını da etkileyebilir. Örneğin belirsizlik dönemlerinde şirketler, genellikle yeni yatırımlar yapmaktan kaçınmakla beraber hâlihazırda yaptıkları yatırımların bütçesinde de küçülmeye gidebilirler. İşletmelerin büyüme stratejisini sınırlayan bu durum, günün sonunda ekonomik büyümeyi yavaşlatan bir etken olarak karşımıza çıkar. Çünkü yatırım demek üretim, üretim demek tüketim, üretim ve tüketim demek de ekonomik büyüme demektir. Bu bağlamda yatırımların azalması, ekonomik döngü zincirinin ilk halkasının zarar görmesi demektir.
3- Finansal piyasalardaki dalgalanmalar:
Gelecek kaygısı arttığında, genellikle finansal piyasalarda dalgalanmalar görülür. Finans yatırımcıları önlerini göremediklerinden ötürü risk almayı tercih etmeyebilirler. Bu durum hisse senedi piyasalarında volatiliteye (**) neden olabilir. Aynı şekilde, belirsizlik dönemlerinde faiz oranları ve döviz kurlarında da dalgalanmalar yaşanabilir.
4- İşsizlik oranları:
Aslında bu madde, yatırım kararlarındaki değişimler konusunun içerisindedir. Çünkü insan gücü dediğimiz olgu da günün sonunda bir yatırım çeşididir. Örneğin siz bir kafe işletmecisisiniz ve bir binanın en alt katında hizmet veriyorsunuz diyelim. İşleriniz iyi gitti ve bir süre sonra müşterileriniz tek kata sığmamaya başladı. Yetersiz kapasite nedeniyle ayakta kalan müşterilerinizi görünce bir üst katınızı da kiralayıp, orayı da bünyenize dahil etmeyi düşündünüz. Dolayısıyla bu noktada kiralama işlemi tamamlandıktan sonra ilk yapacağınız şey, bu yeni katta çalışacak garsonları işe almak olacaktır. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibiydi. Fakat tam da siz büyümeye karar verdiğiniz esnada ülkenizde ekonomik bir kriz çıktı ve mali belirsizlik oluştu. Bu durumda var olan işçilerinizin maaşlarını bile ödeyebileceğinizin bir garantisi olmadığından dolayı, var olan hizmet kapasiteniz ile devam edip risk almaktan vazgeçersiniz. Bu örnekte görüldüğü gibi gelecek kaygısındaki artış, işverenlerin işe alım süreçlerini durdurmasına ve hatta bünyelerindeki işçi sayısında azalmaya gitmelerine sebebiyet verebilir. Bu durum da dünya genelinde işsizlik oranlarının yükselmesine ve işsizlikle mücadele etmek için hükümetlerin ek önlemler alma ihtiyacı duymasına neden olabilir.
5- Ekonomik büyüme oranları:
Aslında diğer dört maddenin temel bir sonucu olarak gelecek kaygısı, ekonomik büyümeyi temelde olumsuz etkiler. Tüketici harcamalarındaki düşüş, işletmelerin yatırım kararlarındaki kısıtlamalar ve finansal piyasalardaki dalgalanmalar, ekonomik büyümeyi sınırlandırıcı bir etkiye sahiptir.
Pozitif yanları da var
“Pekâlâ tüm bu olumsuz sonuçlara ek olarak gelecek kaygısının bireylerin ve devletlerin ekonomilerine hiç mi pozitif etkileri yok?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Belki de sormuyorsunuz, çünkü işin bu yönü çoğunlukla es geçilmekte. Her türlü kaygı çeşidinde olduğu gibi gelecek kaygısında da doğru doz, kritik bir öneme sahip. Hatırlayın! Sınava hazırlanırken rehber öğretmenlerimizden en çok duyduğumuz sözlerden birisi, “dozunda stres ve kaygı iyidir. Sizi sınav anına kadar çalışmaya teşvik eder, sınavda da odağınızı artırır,” şeklindedir. Tıpkı sınav kaygısı gibi gelecek kaygısı da aşırı dozda olmadığı müddetçe bazı farkındalıklara sahip olmak açısından gereklidir. Zira dünyada kötü giden şeyleri değiştiren şahsiyetler, “sonumuz ne olacak? Bu işe bir dur demek lazım!” mantığıyla hareket etmişlerdir. Bu da bir çeşit gelecek kaygısıdır.
Bu bağlamda her ne kadar olumsuz bir kavram olarak sıkça gündemimize gelse de şu bir gerçektir ki geleceğe dair bir kaygısı olmayan insan, kendisini ve çevresini geliştirme ihtiyacı duymaz. Çünkü bireyin kendisini inşa etmesi uzun ve zorlu bir süreç olmakla birlikte ileriye yönelik bu tip bir kaygı taşımayan bireyler, kendilerinde bu zahmeti çekme motivasyon ve disiplinini bulmakta güçlük çekerler. Dünyanın en yetenekli futbolcularının çoğu zaman Brezilya ve Arjantin gibi Güney Amerika ülkelerinden çıkmasının bir sebebi de budur. Eğlence boyutunun yanı sıra, hayatlarını kurtarmak isteyen gençlerin önündeki en garanti ve bilinen yol futbol oynamaktır. Bu sebeple sabah akşam sokaklarda maç yaparlar ve günün birinde milyon dolarlık sözleşmeler önlerine konur.
Ancak yazımın başından beri ısrarla vurguladığım gibi korku ve kaygı duygularının tutum, niyet ve davranışlara olumlu etkisine benzer olarak gelecek kaygısının da insanları motive etmede şiddeti önemlidir. Başka bir ifadeyle belirli oranda gelecek kaygısı, insanı gelecekte oluşabilecek olumsuzluklara karşı plan yapmaya ve belirli adımlar atmaya sevk ederken, kaygı şiddetinin çok artması kişiyi motive etmek yerine tamamen olumsuz etkileyebilmektedir. Hatta hiçbir şey yapamaz hale bile getirebilmektedir (***). Haricen, insanların gelecek kaygıları arttıkça doğaya olan duyarlılıkları artmaktadır. Bu sayede tüketimin çevre ve toplum için yarattığı olumsuz sonuçları fark ederek zararlı tüketim biçimlerini azaltmaya çalışmaktadırlar. Eğer bugün iklim değişikliği hususunda markalar ve devletler geleceğe dair bir kaygı taşımıyor olsaydı, son yıllarda sıkılaşan hukuki düzenlemeler ve sıfır karbon emisyonu veya daha az su tüketimi hedefli üretim faaliyetleri gündeme gelmezdi.
Yapay zekadan endişeli misiniz?
Sonuç olarak yüksek kaygı seviyeleri devletlere ve bireylere, başta ekonomik olmak üzere pek çok manada zarar verebilmektedir. Fakat gelecek kaygısı uygun seviyelerde olduğunda, insanlığın gelişmesinde ciddi bir pay sahibidir. Bu bağlamda trendlerin esiri olarak kronik bir gelecek kaygısı gütmek ve bunu bir anksiyete haline getirmek yerine, “şu an ne durumdayım/durumdayız (ülke, dünya olarak)?” sorularının analizini iyi yapmak ve daha sonrasında var olan sorunları düzeltmek adına “ne yapabilirim, bireysel olarak benim elimden ne gelir?” gibi hususlara odaklanmak gerekir. Unutmayın ki bu tip kaygılar, tarih boyunca bir yerlerde, bir şekilde mutlaka yaşanmıştır ve bugün de yaşanmaktadır.
Katıldığım bir etkinlikte eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın biz gençlere, bu kaygılar ile ilgili bir konuşması olmuştu. O konuşmada Johnson Türk dedesinden yola çıkarak gelecek kaygısı ile alakalı bir ders vermişti. Ben de bu ayki yazımı onun bu anlatısı ile sonlandırmak istiyorum. “Büyük büyük dedem Hacı Ahmet Hamdi, balmumundan kandil üreticisiydi. İstanbul’un, hatta belki tüm ülkenin en büyük kandil fabrikasına sahipti ve bu noktada marketi domine eden bir konumdaydı. Camiler ve hükümet binaları dahil olmak üzere pek çok hane onun ürünlerini kullanmaktaydı. Akşam namazı için camiye gitmek istiyorsanız veya hava karardıktan sonra bir kitap okumak istiyorsanız ondan bir kandil almak zorundaydınız.
Fakat sonra korkunç bir şey meydana geldi. 1880’lerde Amerika’da Thomas Alva Edison adında birinin adamın bir fikri vardı. Balmumu ile kaplanmış bir ipliği ateşe vermek yerine bir cam ampulün içindeki bir filamandan elektrik akımı geçirmek. Ve bunun sonucunda büyük babamın işi aniden battı. Tam bir felaketti! Büyük büyük dedem Ahmet Hamdi’nin elektrikli lambayı gördüğü ilk an, yüzündeki korkuyu hayal edebiliyor musunuz? Bir at arabası sürücüsünün ilk motorlu arabanın çıkışına tanıklık etmesi, eski bir tüfek üreticisinin makineli tüfekle karşılaşması veya bir daktilocunun ilk defa dizüstü bilgisayar görmesi gibi bir an bu.
Bugünün dünyasında da aynı paniği, teknolojinin hayatlarını alt üst edeceğini düşünen parlak zekâlı orta sınıf insanlarda görebiliriz. Yapay zekâ, kuantum bilgisayarları, siber teknolojiler ve daha niceleri… Teknolojiden endişeli misiniz? Yapay zekâdan endişeli misiniz? Hayır, endişeli olmamalısınız. İngiltere’den buraya size bunu demek için geldim: Rahatlayın! Tarihteki bütün teknolojik devrimler aynıdır. İnsanlar başlarına gelecek olanlardan korkaklar. Fakat bilmeniz gereken şey şudur ki bilimsel bir devrim bir meslek yok eder, binlerce yeni meslek yaratır. Büyük büyük dedem Ahmed Hamdi ve diğer kandil üreticilerinin işi elinden alınmış olsa da elektrikli lambalar ile hayatımıza çok daha fazla yeni meslek girdi. Teknolojik devrimden korkmayın!”