Gelecek kaygısı üzerine düşünceler
Kaygı duygusunun ağırlıklı olarak belirsizlikten doğduğunu biliyoruz. Bir de içinde yaşadığımız yapay zekâ çağının getirdiği hiper belirsizliği düşünün. Beyninizi kaygı üretmeye alıştırırsanız hemen her işinizi zorlaştırırsınız.
Klinik olarak panik atak olmasa bile birçok insanın hayat karşısında bir panik atak döneminde yaşadığını ve bu durumla çok uzun süre vakit kaybettiğini düşünüyorum. Sıklıkla hayatın değişik yerlerinde, değişik seviyelerinde karşılaştığımız bir sorunu, eğitimle bu kadar yakından ilgili olduğu için- masaya yatırmanın önemine dikkat çekmek istiyorum.
“Gelecek korkusu” dediğimiz mesele üzerine biraz düşünerek başlayalım. Mesela ben bu sorunu nadiren yaşamış bir insanım diyebilirim. Sahi ben ne zaman gelecek kaygısı yaşadım diye kendime sorduğumda, hep etrafımdakilerin kapıldığı panik durumların bana da sirayet ettiğini fark ettim. Çünkü benim tabiatımda kaygılı olmak pek yok ama birçok insanda fazlasıyla var. Artık meşrebe göre mi dersiniz yoksa karaktere göre mi bilemiyorum amaşöyle bir durum söz konusu: İnsanın bugüne kadarki yaşam tecrübelerinin doğal bir sonucu olarak önce endişelenmeye programlı bir zihni var. Doğal olarak etrafımızdaki birileri kaygı yüklü olduğunda biz de bundan etkileniyoruz. Çevremizdeki insanların etkisiyle bizde o ana kadar hiç olamayan ya da geri planda olan bir korku birden bire gün yüzüne çıkabiliyor.
Gençlerin önündeki engel
Günümüzde üniversite öğrencilerine baktığımda ya da söyleşi için liselere gittiğimde bütün o temaşanın içerisinde oturup biraz ciddi ciddi konuşmaya başlayınca gençlerde gelecek kaygısının ne kadar yaygın olduğunu rahatlıkla görebiliyorum. Hatta bu kaygı çoğu zaman karamsarlık boyutunda seyrediyor. Bu yönüyle gelecek kaygısı insanı, özellikle de gençleri sekteye uğratan bir durum olarak ortaya çıkıyor.
Zihnimizin gelişmiş olan kısmı, yani ön beyinle ilgili devreler, gelecekle ilgili simülasyon yapabilme becerisi sahiptir. Oranın yaptığı iş, geleceğe dair sürekli alternatif senaryolar üretmektir. Öyle ki zihnimiz, bazen birkaç dakika içerisinde onlarca, hatta yüzlerce senaryoyu peş peşe kurgulayabilir. Fakat zihnimiz bize bunu neden yapıyor diye baktığımızda, aslında amacı şudur: Bu simülasyonlar arasında tehlikeli sonuçlar doğurabilecek olanlar varsa onları eleyebilmek. Zihnimizin odak noktası, aslında tehlikedir. Zihin, “şöyle yaparsam başıma bir şey gelir mi, şunu yapmazsam zararlı çıkar mıyım?” gibi kendi kendine yönelttiği sorularla meşgul olur. Hepsine tek tek bakar ve bütün bu ihtimaller arasında riskli gördüğü şeyler için duygusal merkezimize sinyaller gönderir. Risk ihtiva eden sinyaller, kaygının ana kaynağıdır. Geleceğe dair endişelerimizi de içeren bu kaygılar, çok çeşitli konular hakkında olabilir.
Şimdi bir de seçeneklerin çok fazla arttığı günümüzü düşünelim. Haliyle zihnin ürettiği senaryoların sayısı da misliyle katlanacaktır. Buna bağlı olarak kaygı duyma olasılığımız da fazlasıyla artar. Zihnimizin arka planında olup bitenleri çoğu zaman fark etmiyoruz belki ama bu yoğun zihinsel trafik, stres hormonlarının yükselmesi, çeşitli sağlık problemleri, dikkat dağınıklığı ve yorgunluk olarak karşımıza çıkar. Oysa bu zihin sistemini doğru kullanan insanlar, önemli bir avantaja sahiptir: Hedefe yönelik tek bir tane odağa sahip olmak. Bu insanlar kafa karışıklığı yaşamaz, çünkü zaten nereye varmak istediklerini bilirler. Enerjilerini önlerine çıkan engelleri aşmak için kullanırlar. Diğer yandan kaygı düzeyi yüksek insanların sebepsiz gerginliğinin felç edici bir tarafı vardır. Günümüzde bu tür insanları çok fazla görüyorum etrafımda. Bu insanların genelde hayata karşı motivasyonları da düşük oluyor.
Zihni ehilleştirmenin yolu
Konumuzu pekiştirecek güzel bir sözle devam edelim: “Hiç olmayacak şeylere takılı kalıp bugünü berbat etmek, hiç de akıllıca bir davranış değildir.” Gerçekten de yarım asırlık hayat tecrübemden yola çıkarak söyleyebilirim ki bugüne dek endişe duyduğum şeylerin çoğu gerçekleşmedi.
Sonuç olarak zihnimizi ehilleştirmeye, yani zihin eğitimine ihtiyacımız var. Özellikle de gençlerin… Anda kalmak, anda yaptıklarımızın sorumluluğunu almak, şu an yaptıklarımızın geleceğimizi biçimlendireceğini bilmek, hayatta başımıza gelen her şeyin seçimlerimizle ilgili olduğunu görmek, aslında mutluluğun tarifi diye yaptığımız şeyleri oluşturuyor. Fakat günümüzde öyle bir ayar oluşmuş ki sanki mutlu olmak hoşa gitmeyen bir durum gibi artık. Mesela mutlu mesut gezinen öğrencilerden hazzetmeyen çok sayıda öğretmen olduğunu biliyorum. Şen şakrar olmaktan ziyade stresli ve endişeli bir şekilde oturup çılgınlar gibi ders çalışan öğrencileri daha makbul kabul eden bir anlayışın var olduğunu itiraf etmeliyiz.
Kaldı ki çılgınlar gibi ders çalışan o gencin tıpkı bir buhar kazanı gibi basınç biriktirdiğini de görmeliyiz. Gençlerin yüklendiği bu yoğun stres, onlara ne şimdi ne de gelecekte fayda sağlayacaktır. Aylar boyu ders çalışan bir sürü gencimizin sınav günü kilitlenip kaldığını bilirim. Stresin böylesi bir tarafı da var. Mesela ben üniversite sınavında büyük ihtimalle rahatlığım sayesinde başarılı olmuşumdur. Elbette ders çalıştım ama bu rahatlığım ve özgüvenim, benden çok daha fazla ders çalışan pek çok kişinin önüne geçmemi sağlamıştır. Çünkü kaygı denizinde boğulmamayı kendime öğrettim. Bugün stresinizi yenmeyi ya da en azından azaltmayı başarabilirseniz, yarın çok önemli bir sınav sırasında da bununu başarabilme olasılığınız artacaktır.