Fotoğrafçılığın geleceği: Yapay zekâ ve sanatın buluşma noktası
Yapay zekâ teknolojileri, bir yandan fotoğrafçılara inanılmaz yaratıcı araçlar ve kolaylıklar sağlarken, diğer yandan fotoğrafçılığın geleneksel anlamını ve değerini tehdit ediyor. Peki bu gidişatın sonu nereye varır dersiniz?
Tarihte bilinen ilk fotoğraf, 1826 yılında Nicephore Niepce tarafından çekildi ve bu fotoğrafın çekilme süreci, yaklaşık sekiz saat sürdü. Bu bekleme süresi, insanoğlu fotoğrafçılık alanında kendini geliştirdikçe daha da azaldı. Ve nihayet günümüzde bir fotoğraf çekmek, yalnızca nano saniyeler alıyor. Ancak gerçek bir “fotoğraf” çekmek için nano saniyeler yeterli midir? Fotoğraf çekimi, 21. yüzyıl insanlarının çoğunda anı kaydetmek için bir araç olarak görülüyor. Oysa fotoğrafçılık, özünde üzerinde ustalaşılması için aylar, belki yıllar gerektiren nadide bir sanattır. Öyle ki fotoğrafçılık, 200 yıllık serüveninde hem teknolojik anlamda hem de sanatsal anlamda devinimsel olarak ilerlemiş ve mütemadiyen kendini değiştirmiş, yenilemiştir.
Fotoğrafçılığın bu hızlı gelişimi hâlâ devam ediyor. Yapay zekâ araçları, fotoğrafçılık açısından teknolojik anlamda umut, sanatsal anlamda endişe veriyor. Yapay zekâ, fotoğrafçılıkta önemli ölçüde işleri kolaylaştırıyor. Nasıl mı? Maddeler hâlinde açıklayalım:
1- Görüntü işleme ve düzenleme: Yapay zekâ, fotoğrafların otomatik olarak düzenlenmesini sağlıyor. Örneğin Adobe'nin Photoshop ve Lightroom gibi yazılımlarında yapay zekâ, fotoğrafların ışıklandırma, renk düzeltme ve gürültü azaltma işlemlerini hızlı ve etkili bir şekilde yapabiliyor.
2- Otomatik kategorizasyon ve etiketleme: Yapay zekâ, büyük fotoğraf koleksiyonlarını analiz ederek fotoğrafları otomatik olarak kategorize edebiliyor ve etiketleyebiliyor. Bu, fotoğrafçılara zaman kazandırıyor ve arşiv yönetimini kolaylaştırıyor.
3- Objektif tanıma ve takip: Akıllı kameralar, yapay zekâ kullanarak sahnedeki nesneleri ve kişileri tanıyabiliyor ve otomatik olarak takip edebiliyor. Bu, özellikle spor ve vahşi yaşam fotoğrafçılığında büyük avantaj sağlıyor.
4- Yaratıcı araçlar ve kompozisyon: Yapay zekâ, fotoğrafçılara yaratıcı kompozisyon önerileri sunabiliyor ve sahnenin en iyi açısını belirlemeye yardımcı olabiliyor. Ayrıca yapay zekâ destekli araçlar, fotoğrafçıların benzersiz ve yaratıcı çalışmalar üretmelerine olanak tanıyor. Ancak yapay zekânın bir de var olmayan fotoğraflar üzerindeki işlevi var. Sosyal medyada karşımıza çokça çıkan yapay zekâ ile oluşturulmuş görsel ve videolar Stable Diffusion metodu kullanılarak yapılıyor. Stable Diffusion hakkında çok da fazla teknik bilgi verip kafa karıştırmaya gerek yok. Fakat bu teknoloji o kadar ilginçtir ki aslında var olmayan ve hatta hiçbir şekilde var olamayacak bazı görüntüleri çok profesyonel bir şekilde oluşturur. Mesela Stable Diffusion sayesinde Michael Jordan’ın Mars’ta mangal yakmaya çalışırken bir fotoğrafını oluşturabilirsiniz veya Elon Musk ile Mark Zuckerberg’i bir boks müsabakasında ringde kozlarını paylaşırken görebilirsiniz. Ayrıca yine bu model ile olağanüstü manzara fotoğrafları oluşturulabilmek de mümkün. Fotoğrafçıların saatlerini alan doğru ışık açısı bulma, gölgelendirme, perspektif gibi kavramlar Stable Diffusion ile tek tıkla rahatça ayarlanabiliyor. Yine normal olarak çekilen fotoğrafta var olabilecek kusurlar da Stable Diffusion ile rahatça elimine edilebiliyor.
Kısaca girdiğiniz metinden görüntü üreten bir yapay zekâ uygulamasına, “derin öğrenme modeli” diyebiliriz. Şu an yapay zekânın ürettiği görüntülerin yapay zekâ kaynaklı olduğu belli oluyor. Ancak bu görüntüler bir yıl önceye göre bile çok daha gerçekçi konuma geldi. Pek yakında bu görüntülerin gerçek fotoğraflarla ayırt edilemediği dönem başlayacak gibi duruyor.
Fotoğrafçıların en önemli gelir kalemlerinden birisi de stok fotoğrafçılığıdır. Fotoğrafçılar, çektikleri fotoğrafları belirli sitelere yükler ve o fotoğrafları beğenip kullanmak isteyen insanlar, -ki genelde içerik üreticileri- belli bir ücret karşılığında o fotoğrafı kullanır. Ancak şu sıralar stok fotoğrafçılarının da işi zor. Zira yapay zekâ o alanı da rahat bırakmıyor. Stable Diffusion’ın oluşturduğu görüntüleri, gerçek stok fotoğraflara tercih etmeye başlayan çokça insan var. Çünkü hem üretimi kolay hem de üzerinde düzenleme yapması pratik. Bu insanlar her bir görüntüye ayrı ayrı para ödemektense Stable Diffusion kullanabileceği uygulamaya bir kez para ödeyip sonsuz görüntü oluşturmayı tercih ediyor.
Bütün bu gelişmeler, pragmatik bakış açısıyla yorumladığımızda olumlu gelişmeler olsa da sanatsal anlamda fotoğrafçılığı öldürüyor. Nuri Bilge Ceylan’ın 2002 yapımı “Uzak” adlı filminde fotoğrafçılığın anlamıyla ilgili çok güzel bir nüans vardır. İki eski, fotoğrafçı arkadaş, bir dost meclisinde muhabbet eder. Bunlardan birisi orta yaşlarda, yaşama karşı heyecanını kaybetmiş ve hayatın akışına karşı kendini durağan bir pozisyona geçirmiştir, mutsuzdur. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:
Fotoğrafçı: “Beyaz Su Vadisi’nin tek bir kare fotoğrafını daha iyi açıdan çekebilmek için Reşko Tepesi’ne tırmandığımız günleri ne çabuk unuttun? Bize derdin ki ben sinemaya geçip Tarkovski gibi filmler yapacağım. O zaman niye kendini saklıyorsun ki?”
Mutsuz fotoğrafçı: “Oğlum bitti, bitti. Fotoğrafçılık diye bir şey kalmadı. Dağlar da bitti.”
Fotoğrafçı: “İnsanlar kendileriyle yaşar, kendileriyle ölür. Sen ölümünü çok erken ilan ettin. Sen gitmiyorsun diye hayat devam etmiyor anlamına gelmiyor.”
Bu sahne, üzerinde konuşulacak fazlaca detay barındırsa da konumuza dönüp bizi ilgilendiren tarafına bakalım. Fotoğrafçılık bir sanattır ve her sanat gibi sanatçısına yaşama sevinci, heyecan verir. Filmde geçen konuşmada da belirtildiği gibi tek bir kare fotoğrafı daha iyi açıdan çekebilmek için gerekirse tepelere çıkmalı, gerekirse günlerce beklemeyi bilmeli insan. Çünkü ancak o zaman çekilen fotoğraf bir sanat eseri olur ve bir anlama malik olur. Kendisi için fedakârlık yapılmamış hiçbir sanat eseri, tam anlamıyla bir sanat eseri değildir. Sonuç olarak fotoğrafçılık, teknolojik gelişmelerle sürekli evrilen ve her adımda yeni bir boyut kazanan bir sanat dalıdır. Yapay zekânın bu alandaki ilerlemeleri pragmatik açıdan büyük avantajlar sunarken, sanatsal değerler açısından endişeler doğuruyor. Stable Diffusion gibi yapay zekâ teknolojileri, bir yandan fotoğrafçılara inanılmaz yaratıcı araçlar ve kolaylıklar sağlarken, diğer yandan fotoğrafçılığın geleneksel anlamını ve değerini tehdit ediyor. Fotoğrafçılığın özü, sabır ve emek gerektiren bir sürecin ardından ortaya çıkan ve sanatçının ruhunu yansıtan karelerdedir. Bu yüzden, teknolojinin sunduğu imkânları değerlendirirken, sanatın özündeki insan unsurunu ve bu sürecin getirdiği tatmini unutmamak gerekir. Nihayetinde her ne kadar teknoloji fotoğrafçılığı dönüştürse de sanatçının tutkusu ve emeğiyle hayat bulan eserler, her zaman en değerli ve anlamlı olarak kalacaktır.