Estetikte saklı hasrete dair
İnsanın insanlığa duyduğu hasreti, insan için keşfedilmemiş kıtalar atlasından ziyade bir konum bildirici –ki bu yitirilmiş ruh, mekan, zaman, müzik; ırak kalınmış anlam kabilinden meseleler olabilir– olarak hatırlatan, hissettiren araç; hakikat bilinci, sanatsal perspektif ve estetik kaygıyla ortaya konmuş eserlerdir. Bu hasretin yankısını duyurmak bakımından estetik anlayış önemlidir ama asla ana amaç değildir.
Her İstanbullu muhtemelen bir kez olsun vapura binmiştir. Vapurun, dalgaları yararak ilerleyişi, iskeleye varana dek ona eşlik eden martılar, hızlandığında vapura yetişemeyen köpükler bin bir çeşit şey çağrıştırır bizlere. Gördüklerimiz, hayatımızdaki bazı noktalarla eşleşiverir. İskeleden ayrılırken çözülen halatlar, iç dünyamızdan bir şeyler yakalamaya gebe kementlere dönüşür. Yani insan için "organik" olan, “iç”te yer edinmiş iki şeyin (insanlığa hasret, hakikate susayış ve tabiat) birbirine giden yollarıdır. Yaratılıştaki anlamın yaratılmışlarla kendini göstermesi ve yaratılmışların anlam kazanmasıdır. İki "ait" şeyin birbiriyle örtüşmesidir.
Hepimizin dikkatini çekmiştir, bin yıllık yapılar ayakta kalıyor da bin yıl sonraki teknolojiyle inşa edilmiş yapılar zor dayanıyor. Bu yapılara bakıyoruz ki – mesela Arapgir'de bulunan iki bin yıllık taş köprü– tabiata meydan okuyan değil, tabiatla doğrulan, tabiata hakimiyet kuran değil, kendini kabul ettiren eserler. İşte dalgaların, köpüklerin, martıların iç tabiatımızla olan örtüşmesi de bunun gibi. Sanat eserlerindeki estetik noktalar da bu şekilde. Dolayısıyla iyi bir ustanın elinden geçen tabiat, doğrusu hissedilebilen mahlukat cevheri, insanlık mücevherine doğru yol almaktadır. Bu yolculuk yine "aidiyet" hasretini duyurduğu için sanat eserlerinde kendimizden bir şeyler buluruz. Ve tabii ki tüm bu cevahirin ana maden damarlarını "hakikat" teşkil etmektedir. Selamlarımızla...
Taha Özdemir