Doğadaki insan

Serdar Kılıç
Serdar Kılıç

Çoğumuz onu, “doğadaki insan” olarak tanıyoruz. Doğrusu o da bu tanımdan memnun görünüyor. Hiçbir konuşmasında veya işinde kendini doğadan azade anlattığına rastlamadım. Bu coğrafyanın dağı, bayırı, suyu dile gelse onlar da Serdar Kılıç’ı anlatırlar sanıyorum.

Seher Çakmar/ Yüksek Lisans Öğrencisi

Kendine dair bir şey anlatılması istendiğinde olay örgüsüne okuduğu okulları, aldığı ödülleri, elde ettiği akademik başarıları dâhil etmiyor. Onun örgüsünde ağacın öz suyu var, çam iğneleri var, doktor karıncalar var, tabiatın ta kendisi var. Elindeki çakısıyla bir budağa nasıl şekil veriyor, reçineyle nasıl tutturuyorsa hayat hikâyesinin parçalarını da o çakıyla öyle yontup reçineyle öyle birleştirmiş. Âdettendir, bugünlere hangi patikayı takip ederek geldiğini, bir dağa tırmanır gibi hayat yokuşunu disiplinle, yılmadan nasıl tırmandığını biz anlatalım.

Serdar Kılıç, 1969 yılı Haziran ayında Sivas’ta dünyaya gelir. Dedeleri Osmanlı-Rus Harbi’nde Kafkasya’dan Anadolu’ya göç etmiş Karapapak Türklerinden. Serdar Kılıç, aynı zamanda asker bir babanın evladı. Bu hayattaki en büyük gayesi babasından ve dedesinden miras aldığı bilgi yumağını gördüğü coğrafyaların bilgi yumağıyla birleştirmek ve onları insanlarla buluşturmak. Eğer içinde yaşadığımız bu dünya gelecekte, mevcut süreçler sebebiyle sıkıntıya girecekse sahip olduğumuz kadim bilgilerle de kurtulabileceğine inancı tam. Tecrübelerinden yola çıkarak gençlere naçizane tavsiyesi, her ne işle meşgul olurlarsa olsunlar, onu tabiatla bağlantı kurarak yapmaları. Böyle olduğunda gezegenimiz daha sağlıklı olur ve biz de onun içinde huzurlu bir hayat sürebiliriz.

Ömrüne sığdırdığı onca tecrübeyi, tutkun olduğu şeyle bağlantı kurarak yapmış. Böyle insanların zengin veya şanslı olduğunu düşünme eğilimi vardır. Oysa Serdar Kılıç belirli miktarda harçlığı olan, özel dersler vererek para biriktiren ve bunu tutkun olduğu şeye harcayan bir genç olmuş. Arkasından gelen başarılar ise şansın değil, çalışkanlığının eseri. Çocukken uzun tatillerinin neredeyse hepsini dedesinin evinde geçirmiş. Babası, kardeşiyle beraber onları çiftliğe bırakır, haftalarca orada kalırlarmış. Tecrübeye dayanan bilginin hakikat olduğunu, şu anısıyla açıklamaya çalışıyor:

Bir gün yine dedesi ve nenesiyle beraberken, dedesi ile uzun bir dağ yürüyüşünden gelirler ve ikisi de inanılmaz yorgun ve acıkmışlardır. Nene, sobayı yakmış, bir yandan ekmek yapıyor. İkisi tereyağı ve bal ile ekmeğe sokulmuşken dedesi torununa bir söz veriyor, onu doru ata bindireceğine dair. Tabii çocuk aklı, o gece hiç uyuyamıyor heyecandan. Ertesi gün dedesi, onu eyersiz, gemsiz çıplak ata bindirerek bir ıslıkla salıyor düzlüğe. Ve diyor ki ıslıktan önce atın yelesinden kavi tut, ayaklarını da atın sağrısına kenetle. At başını nereye dönerse sen de o yana dön. İkinci ıslığa kadar at dört nala koşarken Serdar, üstünde bağırarak ciğerlerine dolduruyor havayı. İlk ata binme deneyimini işte böyle hazırlıksız, dedenin tecrübesine güvenerek, kendini atın içgüdüsüne bırakarak yaşıyor. O gün bugündür ata biniyor Serdar Kılıç ve o gün bugündür dağlarda, ormanlarda, çayırda, bozkırda geziyor, doğanın kurallarına ayak uydurarak.

Spora olan ilgisi, çocuk yaşta başlıyor. İlkokul çağında mukavemet kayağı denen Cross Country kayak eğitimini alıyor. Daha sonra ortaokul ve ilk gençlik yıllarında temel hayatta kalma eğitimleri, kampçılık ve izcilik faaliyetlerinde bulunuyor. 20'li yaşlarına geldiğinde temel dağcılık eğitimleri alıyor. Üniversite eğitimini ODTÜ’de jeoloji mühendisliği bölümünde tamamlıyor. Aynı zamanda beden eğitimi ve spor lisansını bitiriyor. Okulda devamlı etkinlik peşinde olan bazı öğrenciler vardır. Serdar Kılıç, çocukluğundan beri her fırsatta arkadaşlarını kampa, tırmanışa götüren tayfadan. Zaten uygulamaya geçmeyen bilginin faydasına da inanmıyor. Bu yüzden devamlı sahada olmayı, öğrendiğini orada uygulamayı, test etmeyi seviyor. En çok da doğanın her seferinde şaşırtan, yeri geldiğinde bilgiyi de alt eden, kendi kanununa göre hareket eden özgür ruhunu seviyor.

Sahada aktifken akademiyi de boş bırakmıyor. Spor organizasyonu ve yönetimi üzerine yüksek lisans yapıyor. Aynı dönemde egzersiz fizyolojisi, sporcu beslenmesi ve sağlığı gibi konularda sertifikalar alıyor. Üniversite sıralarında Türk Üniversitelerarası Güreş Şampiyonası’nda birincilik elde ediyor. 400 metre sprint koşu Türkiye üçüncülüğü, basketbol üniversite şampiyonlukları, kano ve rafting şampiyonlukları ve daha niceleri var. Aynı zamanda iyi de bir müzik kulağı var, birçok enstrümanı çalmayı biliyor. Serdar Kılıç’ı sadece doğada gezen, spor yapan, iyi beslenen sağlıklı bir abimiz olarak düşünmemek gerek. Çeşitli girişimcilik deneyimleri de mevcut. Kurumsal bir basketbol ligi olan Business League’in kurucusu. Kendisi çok iyi bir hatip, çeşitli şekillerde ve sebeplerle motivasyon konuşmacısı olarak hizmet veriyor.

Doğaya fidan değil, çocuk dikin!

Ayrıca üniversiteden sonra 20'li yaşlarının sonuna yaklaştığında “Wolftrack” adında bir şirket kuruyor. Şirket, amacı doğrultusunda binlerce orta ve üst düzey çalışana liderlik, grup dinamikleri, iletişim ve motivasyon ağırlıklı eğitim vermiş. 2000 senesinde 9-17 yaş çocuklar ve gençler için “Serüven ve Doğa Sporları Kampı Camp Wolftrack'i (Doğadaki Çocuk) Türkiye’deki bir ilk olarak hayata geçiriyor. Bu girişim, onun kadar bizim için de oldukça değerli ve gurur verici olmalı. Çünkü onun en çok kulak verilmesi gereken sözlerinden biri “Doğaya fidan değil, çocuk dikin!” sözüdür. Doğayı benimseyip, onun bir parçası olan çocuk, fidanı da kendi elleriyle dikecek, onu canı gibi koruyacaktır.

Bir süre akademisyenlik tecrübesi de oluyor. Haliç ve Marmara gibi hatırı sayılır üniversitelerde öğretim görevlisi olarak yer alır ve liderlik, grup dinamikleri, rekreasyon yönetimi, doğa sporları gibi dersler verir. 2022 yılında tasarımlarını kendisinin yaptığı yurt içi ve yurt dışı satışlar gerçekleştiren Od Sportswear adında tekstil ürünleri ve bıçaklar üreten markayı oluşturur. Girişimcilik hikâyesi buradan devam eder.

Bir de ekran karşısında gördüğümüz Serdar Kılıç vardır. Televizyon programcılığına 2008 yılında, Sky Türk kanalında “İçimdeki Doğa” programıyla başlar. 2010-2011 yıllarında NTV’de “Doğada Tek Başına”, 2011’de “Doğada Çocukla”, 2012’de “Doğada Tek Başına Dağ Evi” ve 2014’ten 2022’ye kadar 279 bölüm sürmüş uzun soluklu bir belgesel serisi olan “Doğadaki İnsan”ın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlenir. 2019’da da “Ulak” isminde yeni bir belgesel serisine başlar. Esin kaynağı ise farklı kültürlere ev sahipliği yapan coğrafyaları, bir “ulak” gibi gezerek seyirciye taşımaktır.

Çocukluğundan beri yaptığı şey, aslında insanın tabiatla koparmış olduğu bağı onarmak ve ilişkisini yeniden kurmaktır. Hayatında kendisi bu bağı hiç koparmamış, öğrendiği bilgileri pekiştirdiği, üzerine yenilerini eklediği bir yer olmuş tabiat. Yediğimiz, içtiğimiz, barındığımız, yakıt olarak kullandığımız her şeyin kaynağı orası. Bir ağaç fidanı düşünelim. O büyürken topraktaki besin zincirinden faydalanıyor. Odunsu gövdesi, kabukları, hatta taç örtüsüne kadar her şeyiyle milyonlarca organizmaya yaşam veriyor. 200-300 yıl yaşadıktan sonra yeniden toprağa karışarak onunla bütün oluyor. Topraktan aldıklarını ve büyürken can verdiği canlı örtüyü toprağa katbekat iade ediyor. Biz de aynı yerden tüketiyor, faydalanıyoruz. Fakat bilinçsiz olduğumuz için doğru şekilde tekrar yerine koyamıyoruz. Serdar Kılıç, işinin tam da bu bağlantıyı yeniden kurmak olduğunu söylüyor.

Her şeyin bir disiplini var

Yaratılmış olan her şeyin bir disiplini var. İnsan eliyle icat edilmiş en ufak bir malzemenin bile mekanizması var. İnsan vücudu, hareket etmek için yaratılmış. Fakat doğru yerde hareket etmesi kaydıyla sorunsuz çalışabiliyor. Dağlardayken Serdar Kılıç’ı arkadaşları ziyarete geldiğinde, onların çarçabuk tökezlediklerini fark ediyor. Çünkü şehirde, neredeyse her yer düz bir zemin. İnsan, gözü kapalı bile yürüyebilir. Çünkü onun için hazırlanmış bir platform var. İnsan, suni bir evrende duyularını muhtaç olmadığı sürece kullanmıyor. Böylesi duyu noksanlığının en büyük mağdurları da körler, sağırlar ve hayvanlar olsa gerek. Oysa insan doğaya karıştığında duyularını ve vücudunu daha aktif kullanabilir. Tabiatına uygun yeri bulduğunda hepsi aktif hâle gelebilir. Sağlıklı çalışan vücut, sağlıklı bir zihin demek aynı zamanda. Sağlıklı bir zihin ise insanın yaptığı her işe yansır. İnsan her işini daha sakin, daha telaşsız, daha emin ve daha doğru yapar.

Ona göre hızlı yaşamak ne insanın ne de tabiatın doğasına uygun. Verdiği İbni Sina örneği, oldukça ufuk açıcı. Bir tıp bilgini olarak tanıdığımız İbni Sina, onca öğretiyi şimdiki gibi internet üzerinden yaptığı araştırmalarla ya da bir kitap odasında elde etmemiştir. Yaşadığı dönemin şartlarına göre coğrafyalar aşarak her biri üzerinde hak ettiği kadar zaman geçirip; kültürünü, iklimini, şifasını deneyimleyerek bu öğretileri toplamış; bilgi taşıyıcısı olmuştur. Eserleri Avrupa’da, yüzyıllarca tıp kitabı olarak okutulmuştur.

Geçirdiğimiz pandemiyi kötü bir tecrübe olarak hatırlıyoruz hâlâ. Serdar Kılıç’a göre hayatı bu kadar hızlı yaşamaya çalışmasaydık, belki de bu virüs bu kadar hızlı şekilde yayılmayacaktı. Hızlı yaşamanın bedelini bir şekilde ödüyoruz. Bozduğumuz düzenin, tahrip ettiğimiz doğanın bize verdiği cevaptan ise hiç memnun değiliz. Serdar Kılıç’ın da yaşadığımız çağın gereği olarak elbette şehirle teması var, şehri reddetmek mümkün değil. Ona göre şehre katkı yapmak, onu daha yaşanabilir kılmak istiyorsak doğayla olan iletişim becerilerimizi geliştirmemiz, doğaya içkin olan bilgiyi şehre taşıyabilmemiz gerek. Yolu açık, bıçağı keskin olsun.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım