Dağa çıkmak
Güzel olanın bir tarafı karanlıktır. Çadırsız, battaniyesiz ve savunmasız bir şekilde dağlarda gecelemek, işte böyledir; yani güzel ve tehlikeli.
Dağlarla akranlık etmek, ciddi bir iştir. Malum: Durum ciddileşince, herkesten ve her şeyden şüphe etmeye başlarsınız. Çalılardan bile!
Dağda geceliyorsanız eğer, mutlaka yüksek ateşinizin olması lazım. Ateş, güven verir, elinizden tutar. Tabii tek başına olmamanız şartıyla.
Yabani hayvanlar ateşi uzaktan seyreder, fakat yanına yaklaşmaya cesaret edemezmiş. Bu ''bilginin'' size cesaret vermesi gerekir. Fakat vermez.
Belli aralıklarla, dağlarda silah sesi yankılanır. Ve insanın yüreğine korku salan köpek havlamaları.
Hemen endişeden bir kulübeniz olur: Köpekler boş yere havlamazlar, demek ki bir şey var!
İşte o şey, artık her neyse, sabaha kadar yanınızdan, yörenizden ayrılmaz. Yoksa bile vardır!
Tarık suresinin ikinci ayeti şöyledir: "Geceleyin gelen nedir, bilir misiniz?"
Dağlar, kapalı kutu gibidir. Gündüz ''tabiat harikası'' olan bir mevki, gece olunca, dünyanın en tehlikeli yerine dönüşebilir. Hele bir de ''kurtarılmış bölge''de gecelemişseniz, çevrenizden tuhaf sesler ve ulumalar eksik olmaz. O andan itibaren, "bu son olsun"la başlayan cümleler kurarsınız. İçinizden.
Öyle ya, huzur dolu yuvanızı ve sıcacık yatağınızı bırakıp da dağda gecelemek, olacak iş midir?
Bazen, ağzı bozuk bir hava size tebelleş olur. Bazen de rüzgâr çıkar ve sabaha kadar hayat hikâyesini anlatır durur. Durmaz yani.
Ekipte yeni biri varsa, onu teselli etmek için, ''haklı gerekçeler'' sıralarsanız: İlk defa böyle oluyor(!)
***
Dağları, doğal dinlenme tesisi olarak görüyorsanız, yıldızlı otellerde bile rahat edemezsiniz.
Bir keresinde Oylat Kaplıcaları''na gitmiş, fakat "ver hastaya, onun olsun kaplıca" diyerek, geceyi Uludağ eteklerinde geçirmiştik. Hem de köylülerin "ayı yatağı" dediği yerde. Üstümüzde bir çakı bıçağı bile yoktu.
Korkmadık mı? Çok korktuk.
İstanbul'a dönünce, ilk işim, Türkiye'nin Yabani Hayvanları haritasına bakmak oldu. Ne göreyim? Gecelediğimiz yerde, kocaman bir ayı fotoğrafı var!
Mustafa Kutlu'nun deyimiyle: İşte hayat, işte sır!
Dağ, kuvvetli bir imgedir. Belli bir saatten sonra, ''sokağa çıkma yasağı'' gibi bir şeydir o. Sağı solu belli olmaz. Gökyüzü yıldızlıdır, tamam der, tedbir ipini elden bırakırsınız. Bir saate kalmadan sağanak yağmur başlar veya duman çöker. Dumanla ilk kez karşılaşıyorsanız, biraz çekinir, endişe edersiniz. İlk değilse eğer, hemen bir taşın üstüne çömelip türkü söylemeye başlarsınız: "Dumanlı dumanlı oy bizim eller / Oturup ağlasan delidir derler."
Silahın bile şakası olur, fakat dağların olmaz. Özellikle kışın. "Hava yumuşadı" diye bir cümleye başlar, daha cümlenizi bitirmeden tipiye yakalanırsınız. Yaşanmıştır.
Ağustos ayının başından itibaren, dağlarda iklim değişir. "Nasıl olsa yazdayız" diye hazırlıksız giderseniz, sadece gitmiş olmazsınız.
Bir kenara not edin: Dağların eli ağırdır!
***
Gecelemek için, kimsesi olmayan dağları tercih ediyoruz. Şartnamemiz şu: Dağ, hem "yeşile boyanmış", hem de insandan arınmış olacak.
Önce bol miktarda odun toplarsınız. Ateşinizin sabaha kadar tetikte olması lazım. Sonra, herhangi bir tehlikeye karşı, kaçış planları yaparsınız.
Geceyse ve dağın içindeyseniz, ''çıt'' sesini bile adam yerine koymak zorundasınız.
Ay çıkınca, birazcık rahatlarsınız. Çünkü ay, buralarda sestir, soluktur. Yeri gelmişken, aynı surenin birinci ayetini de hatırlatalım: "Gece gelen rahatlamaya dikkat edin."
İnsanlar gibi, dağların da bir kaderi var. Yerleşim yerlerine yakınsa, ayak altı olabiliyor. Yahut taş ocağına, maden sahasına dönüşebiliyor. Mutlaka görmüşsünüzdür: Ağaçların üstü başı toz içinde kalmıştır.
Mümkün mertebe, isim yapmamış dağları tercih ediyoruz. Varsın Rakım Efendi'den geçer not almasınlar.
"İnsan çeşit çeşit / Yer damar damar" demişler. Dağlar da öyledir.
Bazı dağların eli sıkıdır. Bir yudum su bile vermezler. Saatlerce gezer de, su kaynağı bulamazsınız.
Bazı dağlar ketum olur, konuşmaz. Böyle dağlarda, kuzgun görünce bile sevinirsiniz.
Bazı dağlar geçimsizdir. Bırakın yürümeyi, otururken dahi yorulursunuz. Bakınız: Gidengelmez Dağları.
Eskiler, "Bir dağım olsun, başımda bulunsun" diyerek, şehirlerini ona göre kurmuşlar. Bu konuya ayrıca değinmek gerekiyor.
Dağ, kuru bir yükselti demek değildir. Hüsrev Hatemi'den ilham alıp söylersek, "Dağlar, duygusal canlılardır." Bunu anlamak, biraz vaktimi aldı.