ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ

ÇANAKKALE
DENİZ
ZAFERİ
ÇANAKKALE DENİZ ZAFERİ

Takvimler, Şubat 1915'i gösterdiğinde sisli Çanakkale Boğazı'nın uzak ucunda düşman donanması görüldü. Ağızlarını havaya açmış, siyah dumanlarını gökyüzüne kusan ejderhalar gibi görünen dretnotlar, kan ve barut kokusuna aşina 38 santimlik devasa toplarıyla Boğaz’ın girişindeki tabyalara hücum etti. Havada ıslık çalarak toprak tabyaların tepesinde patlayan mermiler, cehennemi yaşattı. Türk topçusu, karşı ateş emrini ciğerleri parçalanacak gibi şedit bir heyecanla beklemedeydi. Lakin menzil yeterli değildi.

Düşman donanmasının 5-6 bin metreye kadar sokulmasını beklemek zorunda kalan Türk topçusu, o an geldiğinde rüzgârı ve açıyı çok iyi hesap ederek etkili atışlar yaptı. Böylece düşman, hiçbir başarı sağlayamadan akşam saatlerinde geri çekilmek zorunda kaldı.

20 Şubat 1915, İkdam Gazetesi Haberi

"Sekiz İngiliz ve dört Fransız zırhlısı, bugün Çanakkale’nin harici tabyalarını yedi saat bombardıman etmiştir. Fakat tabyalarımızı susturamamıştır. Sadece 15 santimlik toplarıyla 600 mermi atmışlardır. Düşmanın amiral gemisi ağır surette olmak üzere, üç zırhlısı da hasar görmüştür.”

İkdam’daki bu bilgiler, bize şu soruyu soruyor: Bu kadar tantanaya rağmen bu denli büyük çaplı toplarla, uzak menzillerle bize hücum eden bu zırhlılar, neden başarılı olamadı? Çünkü düşmanın kesin sonuç alabilmesi için zırhlılarının daha yakından ve demir atarak atış yapması gerekiyordu. Askerî kaynakların izahatı bu şekildeydi. Düşman donanması ve Mehmetçik'in ikinci raundu, 25 Şubat tarihinde gerçekleşecekti. Düşman, Çanakkale’yi geçmeye hevesli, Mehmetçik vatanı korumaya kararlıydı.

25 Şubat 1915 Saldırısı

Şubat ayının son günlerine gelindiğinde o musibet donanma, ufukta yeniden görüldü. Şimdi daha cüretkâr, daha zalim ve daha kanlı bir çarpışma başlayacaktı. Heyecanın verdiği tesirle bir hınzırın nefes alış verişi gibi ciğerlerini Anadolu’dan gelen kekik kokulu rüzgârlarla dolduran bu sürü, bir kez daha canımıza kastedecekti. Vazife çetindi. Bombardıman 7,5 saat devam etti. Yarbay Selahattin Adil Bey, cehennem ortasında kalan Türk topçusunu şöyle izah ediyordu: “Manen pek mustarip idik, çünkü İstanbul’un kapısı Boğaz ise penceresi de Boğaz’ın girişi idi. Burası artık açık kalmış, düşmanın serbestçe girmesine uygun bir delik açılmıştı. Fakat bu gediğin nöbetçileri, vazifelerini beklenilenden pek güzel yerine getirdiler.”

Düşman, elde ettiği bu başarıyı pekiştirmek için bir gün sonra yeniden saldırdı. Zırhlılar, bir yandan ateşe devam edebilen Türk tabyalarını yok etmeye çalışırken; bir yandan da Boğaz’daki mayın hatlarını teker teker temizliyordu. Boğaz’ın kilidi yavaş yavaş açılıyor, bunu izleyen Mehmetçik kahroluyordu. Peki, şimdi ne olacaktı?

İngiliz Amiralliği, Boğaz’da uygun deliği açmıştır. Fakat hâlâ temizlenememiş mayın tarlaları vardır. Ayrıca yerleri tespit edilemeyen seyyar topçu bataryalarının atışları, İngiliz zırhlılarını korkutmaktadır. Winston Churchill, gemi ve insan kaybı ne olursa olsun Çanakkale Boğazı’nın zorlanarak geçilmesi fikrini şiddetli bir şekilde savunmaya devam eder. Düşman adım adım Boğaz’ın içine doğru ilerlemektedir. Taraflar son raddededir. En nihayetinde mayın tarama faaliyetinin tamamlandığı, Boğaz’ın geçişe müsait olduğu raporu gelince müttefikler harekete geçer. Boğaz, iki kıyı boyunca şiddetli şekilde bombardıman edilerek geçilecektir.

Boğaz’da gerçekleşen bu mücadelenin 18 Mart’a kadar devam eden kısmında Mehmetçik, asla rehavete kapılmadı. Kimi zaman canını hiçe saydı, kimi zaman da ihtiyatı elden bırakmayarak çarpışmaya devam etti. İngilizler ise esasında maddi saiklerle kalkıştıkları bu işin öyle pek de kolay olmayacağını gördüler. Öfke, tedbirin önüne geçti. Zihin bulandı. Muhakeme ortadan kalktı. Mehmetçik'in karşısında öfke ile böğüren, bir o yana bir bu yana saldıran bu vahşi yaratığın artık bir darbeyle yok edilmesi gerekiyordu.

18 Mart 1915 Destanı ve Deniz Zaferi

Roma’daki Türk Askerî Ataşeliği'nden gizli bir telgraf, 17 Mart gecesi Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na gönderilir. İstihbarat, müttefiklerin 18 Mart’ta umumi bir deniz taarruzu ile Boğaz’ı zorlayarak geçeceklerini bildirmektedir. Bundan 10 gün önce 11. mayın hattına gizlice 26 adet mayın döşeyen Nusret’in bu hareketi, 18 Mart’ta kaderin kırılma noktasını teşkil edecektir. İngilizler, bu mayın hattından habersizdir.

Sabah 10.00’da müttefik donanması şiddetli bir şekilde bombardımana başlar. Türk topçusu, 11.45’e kadar karşılık veremez. O an geldiğinde telsizden verilen bir emirle Türk topçusu karşı ateşe başlar. Düellonun kazananı kim olacaktır? Toprak tabyaların tepesinde cehennemî bir gürültü ile patlayan devasa mermiler, Mehmetçik'i toprak altında bırakmakta, atış yapan topların gövdesini şarapnellerle parçalamaktadır.

Savaş, öğle saatlerinde en şiddetli safhasına ulaşmıştır, 3-4 bin metreden karşılıklı atışlar devam etmektedir. Gelibolu üzerinde yükselen dumanlar, toprağa düşen mermilerin ıslık sesleri, Boğaz üzerinde yükselen su sütunları, savaşın uzaktan genel bir fotoğrafı gibidir. Saat 14.00’ten sonra müttefikler, Türk tabyalarını büyük oranda susturduğunu düşünerek mayın hatlarına yönelmişlerdir. Oysa Türk karargâhından tabyalara atışların azaltılması, mühimmatın tasarruf edilerek kullanılması emredilmiştir. Türk ordusu, Boğaz’ı sadece topçu ateşi ile savunmamaktadır. Derinlerde bekleyenler vardır.

Saat 14.15’te Karanlık Liman’da, 639 mürettebatlı Fransız Bouvet zırhlısı, aldığı yaraların etkisi ile geri çekilmeye çalışırken kulakları sağır eden bir patlamayla sarsıldı. Böğrü deşilmiş, vahşi bir ejderha nidasıyla sağ sola kavis çizen koca gemi, sadece birkaç dakikada tamamen batmıştır. İngilizler, Fransızlar yaşanan bu felaketi o an anlayacak, istişare edebilecek hâlde değildirler. Bu nasıl olabilir? Yoksa Boğaz’daki tüm mayın hatları temizlenememiş midir? Kraliçe Elizabeth, şaşkındır. Müttefik ateşi bir anda kesilmiştir. Boğaz’daki her göz, Bouvet’nin batışını izlemektedir. Bir süre sonra aynı yerden ikinci bir patlama göğe yükselir. Mayınların hedefinde bu sefer, Inflexible zırhlısı vardır. Zırhlı, aldığı yara ile yan tarafına yatar ve savaş dışı kalır. İngilizler, aldıkları bu darbeleri hesap etmeye çalışırken Irresistible ve Ocean zırhlıları da bir başka Nusret mayınına çarpınca emperyalizmin Çanakkale’de suya gömüleceği anlaşılır.

Hesap edemediler. Çünkü gözlerini kan bürümüştü. Zalimdiler. Şirkin batağında yüzerken gemilerinin batmayacağını hesap ettiler. Akşam olduğunda Boğaz’da bir zırhlı mezarlığı oluşmuştur. Müttefiklerin “Yenilmez Armada” diye böbürlenerek anlattığı bu sefer kuvveti, kuyruğu kıstırıp Bozcaada’ya doğru kaçmıştır. 18 Mart, Türk - İslam tarihine şan ve şerefle, kan ve gözyaşı ile yazılmış altın bir zafer olarak geçmiştir. Azgın düşman, Boğaz'dan geçememiştir. Daha sonra gözünü karaya dikmiş, oradan da bir netice alamamıştır.

Şüphesiz bu satırlar, çarpışmanın maddi cephesini anlatmaktadır. Gayretten geri durmayan Mehmetçik'e omuz veren manevi kuvvetin varlığı inkâr edilemez. Biz onlara iman ederiz. Onların yardımı ile zafere ulaşırız. Biz, onları yüreğimizdeki imanla kalbimize mühürlemişizdir. “Gayret bizden, tevfik yüce Allah’tandır,” diyen bir ecdadın torunları olarak Çanakkale, bizim en büyük gurur kaynaklarımızdan biridir. Selam olsun Çanakkale ile övünen Türk gençliğine, selam olsun İslam’ın sancağını yere düşürmeyenlere…

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım