Ben sana yapma demiyorum, hobi olarak gene yap!
Nur Erdem Özveren. Kariyer danışmanı ve eğitmeni olarak tanıtıyor kendisini. Tercih rehberi demek nasıl olurdu, diye düşünüyorum. Bu noktaya gelene kadar basamakları nasıl çıktığına tanık olacağız bu yazımızda. İnsanın hayatında bir tane dönüm noktası yok, diyor Erdem Hoca. Hayatındaki dönüm noktalarından ilki, ortaokula başladığı gün, okulda ailesinin elini bırakıp bilmediği bir ortamda yalnız kaldığında gerçekleşir.
11 yaşındaki Erdem Hoca’nın, ailesi olmadan ayaklarını üzerinde durması gerektiğini hissettiği ilk an budur. Bir sonrakinde, en yakın arkadaşı Daisy’i gezmeye çıkardığında, onu sevemeye çalışan insanlarla sohbet ederek iletişim kurmayı öğrenir. Network’ün nereden geleceğini kim bilebilir? En önemlisi, belki de anneannesini kaybettiği tatilde yaşadıkları olmalı. Yarıyıl tatilinde anneannesinin yanında kalacağı 15 günün planı ne kadar önce yapılmıştır tahmin edelim. “Küçük anneanne” dedikleri annesinin anneannesi hastaneye kaldırılınca 15 gün boyunca onun yanında kalır. Buradan öğrendiği şey ise her şeyin planladığımız gibi olmadığı, olamayabileceği, kısmetin ne demek olduğudur. Buraya açılacak o kadar büyük parantezler var ki… Her şeyin bizim elimizde olmadığını bilmek, ajandalarımızda yazan planların dışında işleyen ve bizim avucumuzun içinde gördüğümüzden çok daha fazlası olan büyük planlar, insanın yükünü de azaltan bir şey olarak görülmeli.
Lise dönemine geldiğinde iletişim potansiyelini kullanarak insanları Tekirdağ’dan İstanbul’a, ünlü aktörlerin tek kişilik gösterilerini izlemeye götürür. Organizasyonun başındaki isim olarak insanları otobüslerle İstanbul’a taşımak, ördüğü sosyal ağın bir parçası olmuş. Bir kere izlediği Cem Yılmaz’ı herkesin izlemesi gerektiğini düşünmesi ona paylaşımı öğretmiş. Bu, satış ve pazarlamada ilk adım olmuş.
Lisenin bir diğer anlamı da üniversite için hayal kurduğun, ter döktüğün yer demek. Erdem Hoca’nın da lise yılları, üniversite için hayal kurduğu zamanlar tabii. Türkiye’nin en başarılı insanlarından biri olacak, üniversiteye gidecek, acayip güzel insanlarla tanışacak, oturup siyaset konuşacaklar, birbirlerinden harika şeyler öğrenecekler. Artık Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birindedir. Koç Üniversitesi’ni kazanmış ve işletme bölümüne başlamıştır. Fakat karşılaştığı şeyler hayallerinin yakınından geçmiyor. Bakıyor ki tanıştığı herkesten bir şey öğrenmiyor. Burası, kendine güvenmenin tohumlarını ektiği yer olur. “Kendime güvendim ve zannettiğim gibi kimsenin gözümde büyüteceğim insanlar olmadığını deneyimledim.”
2000’li yıllarda yaşanan krizler nedeniyle ekonomik olarak sıkıntılar çektiği için bir nevi minnettar o yıllara. Çünkü üniversite, ikinci sınıftan itibaren, mezun olup çalıştığında kazanmaya başladığı parayı üniversite hayatı boyunca kazanmıştır. Nasıl geliyor kulağa? Yetişkinlerin, ebeveynlerin devamlı telkin ettikleri bazı sözleri hatırlatıyor, Erdem Hoca: “Sen bir sene sık dişini, iyi bir üniversiteye kapağı attın mı gerisi zaten kolay.” Sonra diyor ki “Sen herhangi bir yere kapağı attın diye hayatının gerisi çok kolay olmayacak.” Bunu kendi deneyimlerinden de anlayabiliyoruz elbette. Erdem Hoca’ya gelene kadar her birimizin benzer hikâyesi yok mu? Bir küçük parantezle kısa bir anısına yer vermek isterim.
“Üniversite hayatım boyunca çalışarak öğrendiğim satış deneyimi sayesinde, üniversite son sınıfta Cihangir Erdem geldi, danışmanlık firmasından. Salona herkesi topladı, herkese soruyor: “Sen gelecekte ne olacaksın?” diye. Ben de en önde oturuyorum, elimi kaldırdım. “Ben satışla ilgili bir kariyer düşünüyorum, sonra da pazarlamayla ilgili bir şeyler yapacağım,” dedim. Ne sattın bugüne kadar, dedi. Ben cevabımı veremeden arkadan biri el kaldırdı, “Ne olsa satar o abi?” dedi. İyi ki o gün o zor şartları yaşadığını, bu sayede bugün daha güçlü olduğunu söylüyor.
Çok para, çok huzur demek mi? Bunu reddetmemekle birlikte “paran yoksa huzur yok” demeyi daha doğru buluyor ve parayı başarının mükâfatı olarak görüyor, başarının kendisi olarak değil. Başarılı olursan para kazanmama ihtimalinin olmadığını, onun önünde sonunda geleceğini söylüyor. Peki altın soru gelsin öyleyse: Başarılı olmanın formülü nedir? “Sevdiğin, istediğin ve yapabildiğin şeyi meslek olarak yapmak.” Bir eğitimci olarak, “Abi ben sevdiğim şeyi yapmak istiyorum ama gel de benim aileme anlat!” en çok duyduğu sitemlerden biri. Ailelerin argümanını ülkece tahmin ediyoruz sanırım, hazır mıyız? “Evladım, ben sana yapma demiyorum, hobi olarak gene yap!”
Üniversite okurken birinci sınıfta, eski lisesine gittiği bir günde arkadaşlarıyla karşılaşır. Arkadaşları gittikleri okuldan ve bölümlerden pişman olmuş şekilde geri dönmüşlerdir. Kendisinin doğru bölüm ve okul tercihi yaptığını da düşünüyordur bir yandan. İnsanlarla konuşmaya başladıktan sonra Türkiye’nin ortak problemini fark eder: Gençlerin yanlış üniversite, bölüm ve meslek tercihleri. Bu farkındalıkla bugünkü yaptığı işin tohumlarını atmış olur. Tekirdağ Mezunlar Derneği başkanı olarak birçok organizasyon yapar, çeşitli sektörlerden insanlarla ve uzanmalarla tanışarak onların deneyimlerini dinler. Böylece başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmayı öğrenir. Kulağımıza küpe olacak şu sözleri söylüyor: “Bütün hataları kendim yapamayacağımı öğrendim.” İnsan ömrü her deneyimi yaşayarak öğrenmek için çok kısa. Ona soluk aldıracak dinlenme yerleri tesis etmek gerek. Bu da ilk önce iyi bir dinleyici olmaktan geçiyor sanırım.
“Hayata antenlerin açık bakmak”. Sevdiğin, istediğin ve yapabildiğin mesleği yapmak, demişti Erdem Hoca. Peki buna nasıl karar vereceğiz? İnsanın kendisini tanıması, sevdiği şeyin ne olduğuna karar vermesi, bazen sancılı bir süreç olabiliyor. Hayat şık bir tabakta sunmuyor bunu her zaman. Erdem Hoca, yapmak istediği şeyin ne olduğunu, çeşitli yerlerde stajyerlik yaparken, aslında ne yapmak istemediğini görerek anlamış. “Ne istemediğimi öğrenmemi sağlayan stajlar, hayatımda dönüm noktasıydı.” Tekirdağ’da meslek ve üniversite tanıtım günleri yapmak için ayrıldığı staj yerinin birkaç yıl sonra açtığı iş ilanına başvuru yapar ve bunun için ayrılış konuşması yaptığı yöneticisinden referans ister. Ayşegül Hanım ona seve seve yardımcı olur. Çünkü onun hedefine giden yolda kararlı davranması ve onun ne yapmak istediğini bilmesi hoşuna gitmiştir. Hayata antenleri açık bakmak bu demek aslında, fırsatın farkında olmak.
Erdem Hoca’nın da hobileriyle ilgilenen bir ailesi olmuş tabii. İstanbul Üniversitesi’nde iletişim alanında doktora yaptığı ve Anadolu Üniversitesi’nde kamu yönetiminde lisansı bitirdiği 2009, Eczacıbaşı Holding’de çalıştığı yıldır aynı zamanda, işten ayrılıp kendi işini kurmak ister. Kariyerinin peşinde olan bir evlat ve oğlunun bu kararından dolayı psikolojik sorunlar yaşadığını düşünen bir baba… Bununla alakalı gülümseten bir anısı var, Erdem Hocanın: “Babama dedim ki ben işten ayrılacağım, kendi işimi yapacağım. Dedi ki ‘senin ruh sağlığın bozuk psikiyatriste git.’ Peki, dedim. Halam doktor, halamı aradım. ‘Bana psikiyatristten randevu alır mısın?’ dedim. Gittim. ‘Buyurun, nasıl yardımcı olabiliriz?’ dedi. Dedim ki beni babam gönderdi. Peki dedi, sorun ne? ‘Kendi işimi yapacağım.’ Peki, dedi sorun ne? Yarım saat, bir saat kadar konuştuktan sonra bir dahaki sefere ailemle gelmemi söyledi. Beraber gittik, babam söze başladı: ‘Bu, Eczacıbaşı Holding’de çalışıyor. Ayda dört bin lira maaş alıyor. Altında arabası var, benzine ve telefona para vermiyor, hafta sonu çalışmıyor. Bu işi bırakıp kendi işini yapacak. Batacak, rezil olacak.’ Babamın adı Nutki, psikiyatrist ‘Nutki Bey’ dedi, ‘bir sonraki seansa yalnızca siz gelebilirsiniz, Erdem Bey’in gelmesine gerek yok.’” Güldük tabii.
Kıssadan çıkaracağımız hisse şu olmalı, Erdem Hoca’ya göre: Ailelerimizin tek derdi var, biz çocuklarıyla gurur duymak ve başarılı olduğumuz günleri içi görebilmek. Ama kaçırdıkları bir nokta var, hayat sınavdan aldığımız puanla, sınav gününde yerinde saymayacak. Hayatının geri kalanında kimse bize ne kadar puan aldığımızı, nereden mezun olduğumuzu sormayacak. Herkes soracak belki ama beş dakika sonra unutacak. Kimse bizimle zannettiğimiz kadar ilgilenmiyor. En önemlisi, hayatın geri kalanında bunlar lazım olmuyor bize. Bölüm seçimlerinde yapılan en yaygın hata, belki birileri sorduğunda prestijli bir cevap verebilmek için bir meslek tercihinde bulunmak.
Erdem Hoca’ya göre hasta olduğumuzda doktora, “X okulundan mezun değilsen sana muayene olmam,” demek kadar absürt bir durum bu. Sınavdan sonra bize lazım olan iki şey olacak: Bir, işini iyi yapmak; iki, ahlaklı bir insan olmak. Mükemmel bir öğrenci olmak uğruna kaçırılan yılların telafisi biraz zor olabiliyor, en azından geride bıraktığı psikoloji pek de iç açıcı olmuyor.
Bir nesne üzerine konulan fiyatı hak etmek için belirli işlemlerden geçerek marka değeri oluşturur ve pazara sunulur. Ancak o vakitten sonra vitrine konur ve satın almaya değer görülür. Mezun olduktan sonra elimize verilen diplomanın içi eğer yeterince doldurulmamışsa, yalnızca mükemmel öğrenci olmaya çalışıp notların AA olmasına, rakamların kat sayısına takılındıysa henüz pazara, piyasaya veya vitrine, adına her ne dersek oraya çıkmaya hazır değiliz demektir. Bu nedenle Erdem Hoca diyor ki “Hayatının geri kalanında sen de kişisel olarak bir markasın ve markana ne kadar yatırım yaparsan, cebine kendini pahalıya satacak ne kadar çok şey koyarsan mezun olduğunda sen de markanı o kadar pahalıya satarsın.” Erdem Hoca, bir marka olmak için cebine o kadar çok şey koymuş ki geçmişte ve hâlihazırda yaptığı şeyleri sıralamak uzun bir liste gerektirebilir.
Sözü yine Erdem Hocaya vererek bitirmek istiyorum: “Ben yalnızca konuşarak, düşünüp fikir üreterek, yani en sevdiğim şeyleri yaparak para kazanıyorum. Ben çalışmıyorum, en sevdiğim şeyleri yapıyorum. Üstüne de bana para veriyorlar. Hepinize aynı şeyi tavsiye ederim.”