Bal Ülkesi (Honeyland)

Honeyland.
Honeyland.

Hem size hem bize, yarı sana yarı bana." Böyle söylüyor Hatice Muradova peteğin yarısını alıp diğer yarısını arılara bırakırken. Neden böyle yapıyorsun diye sorulunca diyor ki: “Eğer onlara bal bırakmazsan diğer kovanlara saldırırlar.” Doğanın da bir dengesi var ve bu korunmalı, bunu iyi biliyor Hatice. Hayvanlardan gerektiği kadar faydalanıyor ama onların rızkına da göz dikmiyor. Bu dengeyi korumazsa dönüp dolaşıp zararı kendisine dokunacağını iyi bildiğinden mi yoksa içgüdüsel olarak mı yapıyor bunu bilmiyoruz, bilmemiz de gerekmiyor. Önemli olan yaklaşımı. Gelin şimdi bu yaklaşımın sahibini biraz tanıyalım.

Film İngilizce altyazılı ama neredeyse tüm diyaloglar Türkçe olduğundan rahatça izlenebiliyor.
Film İngilizce altyazılı ama neredeyse tüm diyaloglar Türkçe olduğundan rahatça izlenebiliyor.

Hatice Muradova, Üsküp’te merkeze uzak köylerin birinde yaşlı ve yatalak annesiyle birlikte yaşayan bir Türk göçmeni. Geçimini arıcılık yaparak sağlıyor. Öyle büyük büyük arı kovanları da yok, arıları bazen bir kütüğün içinde bazen duvarın oyuk kısmında yuvalanmış. Filmin başında onu dağdaki oyuklardan birinden petekleri alırken görüyoruz. Sonra evine geliyor, annesinin yanına. Evinde ne elektrik var ne de su. Bugün medeniyet olarak adlandırdığımız imkanların büyük kısmından uzakta yaşıyor yaşlı anne ve kızı. Hatice’nin annesine şefkat ve merhametle davranması annesinin ne kadar hoşuna gitse de anne ona yük olduğunu da düşünüyor. İlerlemiş yaşına rağmen iştahı o kadar iyi ki daha yakın zamanda ölebilirmiş gibi gelmiyor.

  • Hatice, doğal kovanlarından topladığı balların bir kısmını arılara bıraktıktan sonra diğer kısmını Üsküp pazarında satmaya götürüyor. Kavanoz başı 10 Euro’dan alıcı buluyor ballar. Kazandığı paranın bir kısmıyla annesine muz gibi meyveler alıyor. Kendisine ise güzel bir saç boyası alıyor, bahar şenliklerine giderken saçlarını boyamak için. Bu arada, pazarda da evde olduğu gibi Türkçe konuşuyor çoğu kişiyle.
Hatice Muradova.
Hatice Muradova.

Film İngilizce altyazılı ama neredeyse tüm diyaloglar Türkçe olduğundan rahatça izlenebiliyor. Şive olarak biraz Karadeniz yöresine biraz da Trakya yöresine benziyor konuşmaları.

Hatice’nin standart hâline gelen bu hayatı, köye konargöçer bir Türk ailenin gelmesiyle farklı bir yöne evriliyor. Hayvancılıkla uğraşan bu çok çocuklu kalabalık aile başlarda Hatice’yi çok mutlu ediyor. Onlarla, özellikle çocuklarla kurduğu arkadaşlık ve yakınlık onun yalnızlığına merhem oluyor. Sonraları bu komşuların hayata bakış açılarının Hatice ile taban tabana zıt olduğunu, hayvanlara gösterdikleri şiddetten anlamaya başlıyoruz.

  • Doğayı ve hayvanları kullanmanın ötesinde sömüren ve onlar üzerinde hakimiyet kurmuşçasına hareket eden baba (Hüseyin) ve ailesi, Hatice’nin yaptığı işi ve kazandığı parayı öğrenince arıcılığa da girmeye karar veriyor. Daha hayvancılığın hakkını veremiyorken girdikleri bu ikinci işin hakkından nasıl gelecekleri ise bir muamma.
Bugün medeniyet olarak adlandırdığımız imkanların büyük kısmından uzakta yaşıyor yaşlı anne ve kızı.
Bugün medeniyet olarak adlandırdığımız imkanların büyük kısmından uzakta yaşıyor yaşlı anne ve kızı.

Hatice onlara arıcılığın bazı önemli püf noktalarını öğretiyor ama Hüseyin hep daha fazla kazanmak uğruna onun dediklerini uygulamıyor. Arılara bal bırakmıyor mesela, hepsini kendisi alıyor.

Bal yiyemeyen arılar bu sefer Hatice’nin kovanlarına sarıyor ve onun arılarını da öldürmeye başlıyor. Köye gelen toptancının baskılarıyla her geçen gün daha çok bal üretmesi gereken Hüseyin’in davranışları hem arılara hem de çocuklarına karşı zulme dönüşmeye başlıyor. İlk başlarda bu yeni aileyle iyi ilişkiler geliştiren Hatice onların açgözlü ve sınır bilmez davranışları sebebiyle yeniden kendi kabuğuna çekiliyor. Üstelik bu aileyle mahkemelik oluyor.

Hatice’nin annesine şefkat ve merhametle davranması annesinin ne kadar hoşuna gitse de anne ona yük olduğunu da düşünüyor.
Hatice’nin annesine şefkat ve merhametle davranması annesinin ne kadar hoşuna gitse de anne ona yük olduğunu da düşünüyor.

Hani hep köy yaşamının doğallığı ve romantikliği dile getirilir ya gerek filmlerde gerek kitaplarda… Bu örnekte köyde yaşayan iki aile üzerinden da yaşam tarzının ne kadar değişebileceğini görüyoruz.

Komşu ailede doğaya hükmetme ve onu sömürme durumunu, Hatice’de ise doğayla barışık olmak, toprakla uyum hâlinde yaşama durumunu görüyoruz.

Hüseyin bu hasletleri sebebiyle seri üretime, kapitalizme yenilirken Hatice gözü tokluğu ve diğerkamlığı ile hayatla paralel bir ritim tutturmayı başarıyor.

Hüseyin ve ailesi bir yandan onlarca arı kovanıyla ilgilenirken diğer yandan da hayvancılık yapmaya çalışıyor. Ancak hayvanları bilinmeyen bir sebeple ölünce, aile göçmeye karar veriyor. Bu habere en çok onların gelmesiyle doğayla saf ilişkisi bozulan Hatice seviniyor. Seviniyor sevinmesine ama bu sefer de can yoldaşı annesini ahirete yolcu ediyor çok geçmeden.

  • Bal Ülkesi, açgözlülüğün, fazla kazanma hırsının insanın sadece kendisini değil hem çevresindeki insanları hem de doğayı nasıl etkilediğini çok anlamlı bir örnekle anlatıyor bize. Hatice ise tüm bu kötülüklere karşı şefkatiyle, merhametiyle, ilkeli çalışma azmiyle, dürüstlüğüyle ve kısıtlı imkanlarına rağmen kanaatiyle ayakta duruyor.
Hatice, geçimini arıcılık yaparak sağlıyor.
Hatice, geçimini arıcılık yaparak sağlıyor.

Filmde okunabilecek çok fazla alt metin olduğunu söyleyebilirim. Hatice’nin sıkışmış bir kaplumbağayı kurtarması sahnesi ve Hüseyin’in istemediği otlardan tarlayı yakarak kurtulmaya çalışması birbirine taban tabana zıt iki davranış biçimini gösteriyor mesela. Film aslında şunu söylüyor: Siz doğaya ne kadar özenli davranırsanız doğa da size elinden gelenin en iyisini verecektir. Siz onu ne kadar hakir görürseniz o da sizin önünüze engeller çıkaracak, kısa vadede kazandığınızı zannederken uzun vadede sizi yüz üstü bırakacaktır.

Bal Ülkesi, en iyi belgesel ve en iyi film dallarında Oscar’a aday gösterilmiş ve uluslararası yarışmalarda onlarca ödül almış bir film. Belgesel diye geçiyor olsa da kurmaca belgesel karışımı bir film diyebilirim. Filmin yönetmenleri Tamara Kotevska ve Ljubo Stefanov başka bir belgesel film çekmek için dolaşırken karşılaşıyorlar Hatice ile. Onun yaşantısını gören yönetmenler bunu uzun metraj bir film yapmak istiyorlar ve üç yıllık bir emekle 87 dakikalık bu film çıkıyor ortaya. Ben filmi ritim ve estetik olarak ülkemizin yetiştirdiği kaliteli yönetmenlerden Semih Kaplanoğlu’nun filmlerine benzettim. Onun filmlerindeki dinginliği ve insan ilişkilerindeki çatışmayı bu filmde de net bir şekilde görebilirsiniz.

Işıkları kapatın, kulaklığınızı takın ve doğa seslerinin güçlü bir şekilde eşlik ettiği bu gerçek hikâyeye kendinizi bırakın. Muhtemelen, size de iyi gelecek…

Ali Burak Cesur / Film Yorumcusu