800 akıncı 70 bine karşı Çirmen zaferi
Geçmişi ayrıntılarıyla bilmek, geleceğimizi güçlü şekilde inşa eder. Dedelerimizin tarihe şan veren zaferlerini öğrenmekse bizlere büyük bir gurur tablosu sunar. Bu satırlar, 800 akıncının 70 bine karşı verdiği destansı mücadeleyi anlatıyor. Ey genç arkadaş! Şimdi gel, hep birlikte Balkanlardaki Türk akıncılarının büyük Çirmen Zaferi’ni hatırlayalım.
Osmanlılar, Balkanlar ve fetih
Osmanlıların Süleyman Paşa kumandasındaki küçük bir akıncı kuvvetiyle, bugün Çanakkale sınırları içeresinde yer alan Çimpe Kalesi’ni fethi, Osmanlı & Türk tarihi açısından bir kırılma noktasıdır. Çimpe’nin fethi, Balkanlardaki dengeyi Türkler lehine değiştirecek; kuzeydeki Sırp ve Macar Krallıkları ile Bizans’ın kaderi, Türk akıncılarının kabzasıyla yeniden şekillenecekti. Çimpe’den Avrupa’ya yedi koldan atılan akıncılar, Sırbistan ve Makedonya üzerinden Macaristan’a kadar akınlar düzenleyecek ve geriden gelen Osmanlı orduları, bölgeyi Türk vatanı hâline getirecekti.
Balkan coğrafyasında vaziyet bu hâldeyken Anadolu’da da Türk beylikleri kendi içerisinde mücadele hâlindeydi. Bu mücadeleyi “vatan” ve “din kardeşliği” kavramlarından asla kopmadan izleyen Osmanlı Beyliği, Hristiyanlara karşı elde ettiği başarılarla Anadolu’da büyük bir saygınlığa ulaşmıştı. Bu dönemde Osmanlıların fetihlerle birlikte giderek büyüyen gücü, eğitim ve şuurla birleşerek büyük bir davanın temsili hâline gelmiştir. Bölgesel bir güç olarak Anadolu’da ve Balkanlarda tek hâkim unsur olmayı hedefleyen Osmanlıların Trakya’daki ilk sınavı, Edirne’nin fethidir. Çimpe’nin ardından Edirne’nin fethi ve şehrin Osmanlı başşehri hâline getirilmesi, bizlere Osmanlı’nın hayallerine ve hedeflerine dair önemli ipuçları sunmaktadır.
Çirmen’e Doğru
Osmanlıların Balkanlardaki fetih fırtınası devam ederken Anadolu’da da Türk birliği sağlanmaya çalışılıyordu. Sultan Birinci Murad da bu özel amacın en büyük simalarından biriydi. Sırp Krallığı, Osmanlılara karşı diş biliyor, Türkleri Trakya’dan atmak istiyordu. Sırp Kralı Vukasin ve Despot Uklesa uygun zamanı yokluyor, padişahın Anadolu’ya geçmesiyle Edirne’yi geri alıp Trakya’daki Türk varlığına son vermek istiyordu.
Takvimler 25 Eylül 1371’i gösterdiğinde, büyük Sırp ordusu Meriç Nehri kıyılarına vardı. Sırplar, nehrin batısında geceyi geçirecek ve sonraki gün şehri kuşatmak üzere harekete geçeceklerdi. Bu sırada Osmanlı ordusu ve Sultan Birinci Murad, Anadolu’daki harekatlarla meşguldü. O dönemde Çernomen ismiyle bilinen, bugün Yunanistan topraklarında kalan Ormenio kasabası, Sırp ordusunun gece dinlenmek üzere seçtiği yerdi. Her şey planlandığı gibiydi. Sırplar, yarın sabah gün ağardığında Edirne’yi kuşatmış olacak ve ardından Türkler şehirden sürülecekti.
Sırplar Edirne önlerine geliyor
Sırp gözcüleri, ordugâhlarının etrafında herhangi bir Türk keşif ve gözetleme hareketi de görmeyince işin bittiğine hükmettiler. Gecenin karanlığında göz gözü görmüyordu. Sessizliği bozan tek şey, Sırp askerlerinin yaktığı ateş ve cırcır böceklerinin hafif aralıklı çığlıklarıydı. Bu sessiz çığlığın ardında, zekice bir plan vardı. Planı tatbikata koyacak kahraman, Türklerin büyük kumandanlarından biri olan Şahin Lala'ydı. Maiyetindeki 800 akıncının başındaki zat olarak Sırpların Türk toprağına girdiği andan beri keşif ve gözetleme yapıyordu. Sırpların tedbiri elden bırakması, Şahin Lala’nın harekete geçmesine vesile oldu. Düşman, ordugâhında yok edilecekti. 70 bin kişilik koca ordunun içerisine dalmak, ateşin içine atlamaktan daha beterdi. Bu cesaret dolu plan için harekete geçen 800 akıncı için vatanın namusu, Edirne’nin güvenliği her şeyden daha önemliydi, hatta canlarından bile…
Küçük müfrezelere ayrılan 800 akıncı, Sırp ordugâhına doğru gecenin karanlığını örtü gibi kullanarak sessizce ilerledi. Sızma başarılıydı. Gözetleme yapan Sırp muhafızları etkisiz hâle getirildi. Sırp ordusunun kalbine giren, korku nedir bilmeyen Türk akıncıları, Kral Vukasin’in çadırına doğru ilerlemeye başladı. Tam bu sırada Türk kılıcından kurtulan bir Sırp askeri, baskın haberini vermek için borazanına sarıldı. Geceyi âdeta bıçak gibi kesen borazan sesini duyan Sırp askerleri, Osmanlı sultanının kampa baskın yaptığını sandı. Oysa baskın yapan sadece 800 Osmanlı akıncısıydı. Soylular, kral ve maiyetindekiler büyük bir korkuyla Meriç Nehri’ne atladılar. Kimisi Türk kılıçlarının altında can verdi, kimisi de Meriç’in soğuk sularında… Sabah olduğunda, güneş ufukta belirdiğinde tarih, Balkan coğrafyasının yeni efendilerini selamlıyordu. 800 akıncının 70 bin kişilik koca Sırp ordusunu yok etmesi, Osmanlı tarihinin seyrini değiştirecekti. Selam olsun o kahramanlara, selam olsun o kahramanlarla gururlanan kahramanların çocuklarına.
Osmanlılar, fetih ve diplomasi
Safha safha, adım adım Avrupa’nın içlerine uzanan Osmanlı kılıcı, savaş meydanlarında güçlü imtihanlar verdi. Balkan tarihinde müttefikliği kayda geçmemiş milletler Türklere karşı birçok meydan savaşında bir araya geldi. Ancak her defasında bozguna uğradılar. Bununla birlikte Osmanlıların diplomasi alanındaki başarılarını da unutmamak lazımdır. Hristiyanlara karşı verilen mücadelede diplomasiyi hiçbir zaman ihmal etmeyen, Haçlı birlikteliğini baltalayacak her türlü girişimi destekleyen Osmanlılar, sadece muharebe alanında değil; aynı zamanda diplomaside de mahir olduklarını kanıtlamışlardı. Osmanlı sultanları; Türk topraklarına hücumları engellemek, düşmanın hakiki kuvvet ve kabiliyetini öğrenmek adına, Hristiyanlara karşı titiz bir istihbarat faaliyeti yürüttüğü tarihî vesikalarla sabittir. Devlet idareciliği hususunda büyük bir hassasiyete sahip olan Osmanlı sultanları, devlet adamları ve kumandanları, vatan toprağını İ‘lâ-yi kelimetullah kavramından hareketle müdafaa etmekteydiler.
İ‘lâ-yi Kelimetullah nedir?
“Yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i‘lâ sözcüğüyle “Allah’ın sözü” manasındaki kelimetullahın, tevhit inancının esasını teşkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka tanrı yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah’ın insanlığa gönderdiği son dini ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu durumda i‘lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah’ın dininin ve tevhit inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihat ve savaş kelimeleriyle birlikte Kur’an-ı Kerim’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgisi bulunmaktadır.
Onların Allah yolunda, İslam uğrunda verdikleri mücadelenin temelinde ne mal ne mülk ne şan ne de şöhret vardı. Çünkü onlar, hakiki olanın Allah yolunda verilen mücadele olduğunu, bu mücadelenin neferlerinin zaten Allah tarafından rızıklandırılacağını biliyorlar; madde için değil, Allah ve din için savaşıyorlardı. Osmanlıların Balkanlardaki mücadelesinin temelinde de işte bu görüş ve anlayış hâkimdi.