1601 Kanije Destanı ve Tiryaki Hasan Paşa

​1601 Kanije Destanı ve Tiryaki Hasan Paşa
​1601 Kanije Destanı ve Tiryaki Hasan Paşa

"Bu debdebenin ardındaki korkuyu iyi biliriz, Salih bey! Küffar; Kanije'yi, haysiyetimizi hedef eylemiş, öyle mi Salih bey? Gelsinler! Gelsinler de görsünler Osmanlı ne imiş!" Kanije burçlarında gür sesiyle kahramanlarına seslenen Tiryaki Hasan Paşa, Macaristan'da destan yazmaya hazırdır. Genç arkadaş! Haydi, gel de bu destanı, Tiryaki Hasan Paşa'nın gözünden birlikte yad edelim.

1599 senesinin sonbaharında hazan rüzgârı poyrazla birlikte eserken, Kanije’nin burçlarında al bayrak dalgalanıyordu. Sadrazam İbrahim Paşa, bu hisara muhafız vazifesini tevdi ederek bize şeref vermişti. Yıllarca hünkârımızın kapısında sadakat ve azimle hizmet etmeyi Cenabıallah bizlere nasip eylemişti. Şimdi de serhat boyundaki bu hisarı küffara karşı muhafaza edecek; dal kılıç serdengeçtilerine, gazilere yoldaşlık edecektik.

Temmuz ayı sıcaktır, askeri bunaltır. Sadrazam İbrahim Paşa’nın bizlere şeref bahşeden bu yeni vazifeye başlamak üzere Kanije önüne geldiğimizde kara bir haber aldık. Bizi bu göreve memur kılan sadrazam hazretleri vefat etmişti. Serhat boyunda düşmana karşı daima hazır olmak gerek. Bu kara haber bizleri üzse de vazifeden geri kalmamalıydık. Nemçe’nin (Avusturya) kâfir kralı, elbet enikleri ile toplaşıp toplaşıp Kanije önüne gelecek idi. Bunun olmayacağını düşünmek saflık olurdu. Geleceklerdi. Amma velakin ne vakit ve ne cihetten? İşte bunun hesabını iyi yapmak gerekti.

Nemçeliler Kanije önlerinde

Kimdi düşman? Ne idi tasavvuru? Hangi maksatla kış öncesinde Kanije’yi muhasara edecekti? Yoksa niyeti kalayı düşürmek, burçlarına ehl-i salibin küffar sancağını mı dikmek idi? Güldürme beni, Arslan Ağa!

Bu sözlerle kale çavuşlarından Arslan Ağa’ya sorularını tebessümle yönelten Tiryaki Hasan Paşa’nın aldığı cevap şu idi: “Paşam, başta Avusturya askerleri olmak üzere Alman ve İtalyanlar, Arşidük Ferdinand keferesinin peşine takılmıştır. Ayrıca Papa, Fransız ve bizi sırtımızdan hançerleyen Macarlar da aralarındadır.” Macar sözünü işiten Tiryaki Hasan Paşa’nın yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Yıllarca Batı’nın kulu, köpeği olan bu aciz milleti esaretten kurtaran Osmanlı’ya onların cevabı düşmanlarıyla iş birliği ederek olmuştu. Hasan Paşa, ihanetin bedelini Kanije önlerinde soracaktı. Soracaktı, lakin kaleyi müdafaa edecek imanla birlikte askerin elinde olması lazım gelen maddi kuvvet eksikti. Hasan Paşa’yı düşündüren, onu ihtiyatlı davranmaya mecbur kılan tek bir şey vardı. O da kaledeki askerin ihtiyacı olan barut ve malzemenin uzun bir kuşatmaya yetmeyecek olması.

Kanije bizim namusumuz!

Kâfirin niceliğini anlatan kale çavuşlarından namlı Arslan Ağa’nın sözlerinde ihtiyat sezen Tiryaki Hasan Paşa, ona “bedbinliğin ve korkunun bizlere yakışmayacağını” söyleyerek nasihat etti. Arslan Ağa, mazisi akıncı beyleriyle Balkanlar'da at koşturmuş gazi bir asker idi. Bu nasihat, tüm Kanije fedailerine söylenmişti. Şimdi gece vakti, nefsiyle baş başa kalmış Hasan Paşa düşüncelere dalmıştı. Askerinin karşısında çelikten bir imanla düşmanı karşılayacaklarını söyleyerek cesaretlerini kamçılasa da maddi cihetten vaki olan noksanlık onu düşündürüyordu. İlk gün düşmanı tüm gücümüzle karşıladık. Düşmana kılıcımızla, dişimizle, tırnaklarımızla karşı çıktık. Kanije bizim namusumuz! Onu muhafaza edeceğiz. Amma şu barut işi… Allah’ın inayeti, bizi elbet zafere ulaştıracaktır. İhtiyatı elden bırakmamak lazımdır. Düşmanın koca kuşatma toplarına karşı eldeki burç toplarımız etkisiz kalacaktır. Boşuna feryat etmeye lüzum yok. Toplar saklanacak. Düşman sur önüne çekilecek. İşte bizim cevabımız tam da bu esnada olacaktır. Düşman sürüsü sur önüne yaklaştığında şarapneller karşısında ne yapacaklar, göreceğiz.

Koca kurt Hasan Paşa, harp hilesini çavuşlarına bildirmiş, ihtiyatın elden bırakılmadan düşmana acziyet görüntüsü verecek şekilde surlardan top atışı yapılmamasını emreylemişti. Gerçekten de surların önüne yaklaşan Avusturya kuvvetleri, Türk topçusunun bir anda tüm burçlardan ateş kusması karşısında felakete uğradı. Binlerce düşman askeri, göğü titreten burç toplarının ateşiyle yere düştü. Bir o kadarı yaralandı. Metrislerine kaçmaya çalışanlara yetişen Osmanlı fedaileri onları tek tek avladı. Düşman serseri bir hâlde, ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette idi. Surlardan yükselen davul seslerinin eşliğinde Osmanlı kuvvetlerinde müthiş bir şevk hâkimdi. Kuşatılan kimdi? Tiryaki Hasan Paşa bir elinde kalkanı, bir elinde kılıcı ile Osmanlı ordusuna emirler veriyor; düşmanı kahreden huruç hareketleriyle ehl-i salib safları darmadağın ediliyordu. Zafer yakındı, Allah’ın izniyle!

Küffara bir darbe daha Hava soğuktur ve şiddetli poyrazla sarsılmaktadır. Kılıç tutan eller, demirle bütünleşmiştir. Soğuğun ardından havadaki kan ve barut kokusu, Kanije’nin etrafından semaya yükselmektedir. Avusturya metrisleri sessizliğe bürünmüş hâldedir. Kanije burçlarında ise mehteran tüm şevk ve heyecanı ile makam tutturmuş, küffarı çileden çıkarmaktadır. Derken kala kumandanının kapısı çalınır. Esirleri ne yapalım paşam? Bu sual karşısında ellerini sakalına götüren Hasan Paşa’nın zihninde yeni bir harp hilesi daha parlar. Bir bekleyin hele Salih Bey! Esirleri meydanda toplayın. Bir emir değil de bir fikrim vardır. Esirlere erzak ve mühimmat depolarını gezdirin. Bu sözler karşısında Salih Bey şaşırır. “Aman efendim, biliyorsunuz ki erzak ve mühimmat depolarının durumu pek iyi değil. İhtiyacımız olan malzemeler tükenmek üzeredir.”

Bu endişe karşısında ayağa kalkan Tiryaki Hasan Paşa, sağ eli ile Salih Bey’in omzuna dokunarak şunları söyler: “Biliyorum Salih Bey. Kâfire küçük bir latifemiz daha olacak. Ne yapacaklarını şaşıracaklar. Siz şimdi hızlıca depolara gidin. Esirler meydanda, dalkılıç önünde yeniçerilerimin arasında beklesin. Depodaki barut çuvallarını toprakla doldurun. Ardından esirlere depoları gezdirin. Hapı yutsunlar. Sonra salıverin, gitsinler. Metrislerine kavuşuncaya dek planımız işleyecek. Düşman hapı yutacak. Esirler Ferdinand’a, elbette bu durumu anlatacaktır. Bu kış vakti, burada hâlâ kalmaya cesareti varsa arşidük keferesinin eceli gelmiş demektir. Haydi göreyim sizleri!”

Unutulmayacak bir destan

73 gün boyunca süren Nemçe muhasarası karşısında imanıyla düşmana geçit vermeyen, Kanije’yi namusu bilip namahrem ellerin bu aziz hisara ulaşmasına mâni olan Osmanlı kuvvetleri artık son raddede idi. Serdengeçtiler, son bir huruç hareketi için haşmetli kumandanları Tiryaki Hasan Paşa’dan emir beklemekteydiler. “Ertuğrul, sabah namazından sonra umumi bir taarruzla ehl-i salip metrislerine baskın düzenleyeceğiz. Tüm alperenlerime haber edin. Herkes şanlı bir güne, Allah’ın inayeti ile dua ederek besmele ile uyanacak. Namazını kılacak. Zafere iman edecek.”

Bu emir, Kanije’de bir şenlik havasının oluşmasına vesile oldu. Avusturya metrislerinde ise kendi krallarına ağza alınmayacak hakaretler eden düşman askerleri, son Osmanlı hücumunun hangi vakitte nereden geleceğini düşünmeye başlamıştı. Kaçınılmaz son geldi ve nihayet 18 Kasım 1601 gününün sabahında “Allah Allah” nidalarıyla kaleden çıkan Osmanlı kuvvetleri, süratle düşman metrislerine hücuma geçti. İnisiyatifi çok önceden kaybeden Avusturyalılar, inanılmaz bir hızla siperlerini terk ederek kaçtılar. Haçlı ordusu, arkasında bütün ağırlıklarını bırakarak, âdeta firar ederek Kanije önlerinde perişan oldu.

30 bin Haçlı askerinin cesedi ile dolan Kanije burçlarının önü, bugün ne yazık ki bu destandan geriye kalan izleri taşımıyor. Elimizle dokunduğumuz, gözümüzle gördüğümüz müşahhas her şeyin elbette bir kıymeti olsa da görmediğimiz, duymadığımız lakin heyecanını kalbimizde tüm sıcaklığı ve şevkiyle hissettiğimiz hatıralarımız, bizim için sonsuza kadar gönüllerimizde yaşayacaktır. Selam olsun, gönüllerinde o kahramanların adlarını yaşatan genç nesillere. Selam olsun, o kahramanların izinden giden şerefli Müslüman gençlere…

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım