Kanı dehân-ı dost gizledikleri / Avcumda idi mühr-i Süleymân geçen gece” diyor Necâti Bey. Sevgilinin dudaklarının küçüklüğünü ifade ederken Hz. Süleyman’ın kayıp yüzüğünü anlatıyor ustalıkla.Binyıllardır soluklanmadığı parmak kalmayan, halka halka yuvarlanıp bugüne varan yüzük eski zamanlarda sevilenin la’l gibi kırmızı dudaklarına mazmun olmuş, bazen de maşukun ellerini öpen hizmetkâr. Hünkârın elinde hâkimiyetin nişanesi haline gelirken, ölüme müptelalar taşının altına zehir zerk edip suç ortağı kılmış onu tekinsiz hayallerine. Hâkim iradeden etle tırnak gibi ayrılamaz olunca mühür biçiminde adeta şahsiyet sembolü haline gelip sahibiyle diyar diyar gezmiş.Bunca işinin arasında destanları da kendine bend etmeyi unutmamış. Yüzük ilk kimin parmağına misafir oldu? Koca bir muamma. Şurası kesin ama: Her yerde süsün, bereketin, hâkimiyet ve şahsiyetin algılandığı bir menzil edasıyla oynamış rolünü. Parmağa takılan halkalar Arapça hâtem, Farsça engüşter kelimeleriyle karşılanmış.Kadim anlatılar bizi bambaşka âlemlerin ortasına bırakır. Hz. Süleyman’ın ateşe, suya ve hayvanlara hükmetme gücü, yani Allah’ın kendisine bahşettiği manevî kuvvetin timsalidir mühr-i Süleyman. Bu altı köşeli yüzük aynı zamanda güç, iktidar ve saltanatın da sembolü. Mühr-i Süleyman’a Süleyman Peygamber’in babası Hz. Davud’dan dolayı “Davud Yıldızı” da denilir. Bir köşesinde “el mülkü lillah” (mülk Allah’ındır) yazan yüzüğü Cebrail’in Cennetten Hz. Davud’a getirdiğine ve sayılı kişi ve meleklerin bildiği Allah’ın gizli ismini (İsm-i Azam duası) sakladığına inanılır.Şimdi kim bilir nerede, hangi diyarda, hangi ellerdedir? Ama biliriz ki mühür kimdeyse Süleyman odur.Mühür aslında üzerinde kıymetli taşların zemin yapıldığı yüzük, kolye veya kösteğin üzerine isim, işaret, motif, ayet-i kerime ve güzel sözlerin işlenmesiyle kişinin alamet-i farikası olarak kullanılan küçük, sevimli bir eşya.Asr-ı Saadet döneminde yüzük kullanılırdı, lakin genellikle kaşına mühür nakşedilmezdi. Hicri 7. yılda Peygamber Efendimiz (sav)’in gümüş bir yüzük yaptırması ve kaşına mühür nakşettirmesiyle yaygınlaşan gelenek halifeler tarafından sürdürüldü. Enes b. Mâlik’in rivayetine göre Resulullah’ın yüzüğünün kaşında “Muhammed”, “Resûl” ve “Allah” lafızları üç satır şeklinde alt alta nakşolunmuştu. Efendimiz’in yüzüğü sol elinin serçe parmağına taktığını da belirtelim. Bazen kaşını avuç içine gelecek şekilde çevirdiği de olurmuş.Yüzük veya üzük, Türk kültürünün çağlar boyunca değişmemiş bir sözü. Yüksük ( yüksek) ise Selçuklu döneminden itibaren “terzi yüzüğü” manasında kullanıldı. Yeri gelmişken yüksüğe Orta Asya Türklerinde oymak denildiğini hatırlatalım.Eski Türklerde parmakların değeri farklılık arz eder, yüzük her parmağa takılmazdı. Bugün olduğu gibi onun yeri serçe parmağının yanındaki parmaktı. Bu yüzden Uygur çağındaki kaynaklarda bu parmağa “yüzük parmağı” (atsız erngek) denilmiştir. Kale fethettiren yüzükYüzüğün hâkimiyet sembolü olduğunu söyleyip de Sultan Melikşah’ın yüzüğüne değinmemek olmaz. Nitekim bu yüzük, sahibi vefat etmiş olmasına rağmen bir kale fethettirmiştir. Nasıl mı? Melikşah öldüğünde eşi Terken Hatun, beyinin yüzüğünü Selçuklu emiri Kürboğa’ya verip İsfahan’a gönderir. Kale muhafızı da emirin Sultan tarafından görevlendirildiğini zannedip kaleyi teslim eder. Hâsılı yüzük deyip geçmeyin deriz.Nişan hediyesi ve yüzük vermek, Türklerin çok eski çağlardan beri uyguladıkları adet ve inanışlardan. Dedem Korkut’un kitabında bu uygulamadan bahisler var: “(Beğrek) barmağından altun yüzügi çıkardı, kızun barmağına geçürdi, ortamuzda bu nışan olsun, Han kızı didi.”Avrupa’ya gelirsek, 860 yılında Papa I. Nikolas’ın nişan yüzüğünün evlenme arzusunu bildirmek üzere takılmasını zorunlu kıldığını görürüz.Evlilik yüzüğünün kullanımını her millet kendince farklı yorumlamış. Museviler onu işaret, Hintliler başparmaklarına takardı. Yunan çiftler MÖ 3. yüzyılda ‘aşk damarı’nın üçüncü parmaktan geçip kalbe ulaştığını düşünerek yüzüğü buraya takarlardı. Hıristiyanlar “Baba adına” işaret parmağının ucuna, “Oğul adına” orta parmağa aktarıp “Ruhülkudüs adına” da yüzük parmağına geçirir ve “âmin” diyerek bu işlemi dinîleştirirlerdi. Öte yandan altın yüzük takmak her babayiğidin harcı değildi. Romalılar zamanında yalnızca senatörler, yüksek kamu görevlileri, daha sonra şövalyeler bu ayrıcalığa sahip olurdu. İmparatorlar bu imtiyazı nişan-madalya anlamında belirli kişilere vermişlerdi. İmparator Iustinianus (Jüstinyen) bu hakkı bütün Roma yurttaşlarına tanırken Katolik Kilisesi hiyerarşiye tabi tuttu. Öyle ki yüzüklerin takılacağı parmaklar ve taşları papadan rahibelere kadar belirlendi.Altın yüzüğün evlilik bağının simgesi olması bu “nişan” kültüründen gelir. Evlilik yüzüğüne Fransızca birleşme ve ittifak anlamına gelen alyans (alliance) denilmesi de benzer kökenin izlerini fısıldar.İslam fıkhına göre ise israf ve lüks anlamı taşımadıkça ve “örfen zaruret” olduğu için nişan ve nikâh yüzükleri helaldir.Öptüğün eller maksuda ersin, takıldığın parmaklar kadrin bilsin ey yüzük.