Zaman tünelinde gözlük: Mazinin gözlerinde iki camlı mihrace
Eminönü ile Karaköy’de ve Anadolu’nun birkaç şehrinde bazı saatçi ve eczanelerde “Pince Au Nez” veya “Ront” tipinde, yüzde sabit durmayan perçinli gözlükler de bulundurulurdu.
Anneannenizin gözlerinin önüne kurulup örgüsüne ortak olan bir çift camın huzurla dinlenişine aldanmayın siz. Bugünkü mertebesine ulaşıncaya dek ne çetin yollar aştı o, ne gözlere uğradı. Bunca yolculuktan sonra azıcık soluklanmak hakkıdır!
Onun ilk kez nerede geliştirildiğini bilmiyoruz. En eski kayıt Romalı Seneca’ya (MÖ 4 - MS 65) ait. Üstad su dolu küre şeklinde bir camı büyüteç gibi kullanarak Roma’daki tüm kitapları okumak istemiş rivayete göre.
Bununla beraber asırlar önce Çin’de ve Avrupa’da okumak için çerçeveye tutturulmuş büyütücü mercekler vardı. Bunlara en büyük katkıyı yapansa kırılma yasalarını keşfederek optik uygulamalarına hız kazandıran fizikçi İbn Heysem (965-1040) olmuştu.
Çok kalın camdan yapılan gözlük 1000’li yılların İtalya’sında “okuma taşı” olarak nam saldı. Bu mercekler okunacak yazının üzerine konularak kullanılırdı. Okuma taşları daha çok kuartz ve dağ kristallerinden yapılırdı. Ayrıca beril adlı taşlar da yazıyı netleştirirdi.
Gel zaman git zaman kitabın üzerine koyduğu taşı usulünce biçimlendirip yüzüne yerleştirmek istedi insanoğlu. 13. yüzyılın son 20 yılında her iki göz için ayrı camlar kullanılmaya başlandı. Bu gözlüğün ilk olarak İngiliz bilim adamı Roger Bacon tarafından icat edildiği rivayet edilir. Bacon buluşundan dostu Goethal’i haberdar eder, o da İtalya’ya yaptığı bir seyahat sırasında sırrı Piza rahiplerinden Spina’ya açar. Salvato d’Amarti adında bir Floransalı gözlüğü yaygınlaştırır. Matbaanın gelişmesi ve okuma yazma oranının artmasıyla 15. yüzyılın ortalarında gözlüğün yaygınlaştığı görülür.
İlk gözlüklerin bir özelliği de sadece yakını görmek için kullanılmalarıydı. Uzağı görmek için tercih edilen iç bükey camlara ilk kez Raphael’in 1517’de yaptığı Papa X. Leo portresinde rastlanır. 17. yüzyıl ortalarına kadar bu camları kullanmak pek az kişiye nasip olmuştu. Göz önüne yerleştirilen camların kulak üstlerine sabitlenmeleri diye bir şey akla gelmemişti. Çerçevelenerek birleştirilen ve “perçinli gözlük” olarak bilinen bu aletlerin çerçeveleri demir, tahta veya boynuzdandı.
Zamanla çerçeve form ve malzemeleri çeşitlendi, farklı modeller üretildi. 16. yüzyıl gözlüklerinde geniş deri kordonlar ve teller kafaya veya şapkaya takılarak gözlüğün düşmeden kullanılması sağlandı. Zenginliğini göstermek isteyenler bu telleri altın, gümüş ya da demirden yaptırdılar.
Çerçevelerin durumu böyle, peki ya camlar?
17. yüzyıl başında dürbün ve teleskobun keşfi gözlüklerin kalitesine de yansıdı. Basılı metinlerin artması ve operaya rağbet, dürbüne benzer süslü opera gözlüklerini sosyo-ekonomik sınıfın nişanesi olarak kullanıma soktu.
Gözlük 1730’da Edward Scarlett sayesinde sahibinin gözlerine, kulağa uzanan sabit saplar aracılığıyla tutundu. Böylece saplar başa göre ayarlanıyor, gözlük burun üzerine daha az ağırlık yaptığından düşme tehlikesi önlendi. Gözlük pratik ve estetik bir şekle bürünerek sahibinin yüzünde güvenle nöbet tutacaktı artık.
Antik güneş gözlüğünü ilk kez Roma İmparatoru Neron kullandı desek inanır mısınız? Gladyatör dövüşlerini izlerken güneş ışınlarından korunmak için şeffaf yeşil renkli mineral camlar kullandığı biliniyor.
Ne var ki, güneş gözlüğüne ilişkin en kesin veriler Çin’de çıkar karşımıza. 12. yüzyılda duman isiyle kararttıkları gözlükleri güneşten korunmak için değil, mahkemelerde göz ifadeleri belli olmasın diye takıyorlardı. 1430’larda İtalya’dan Çin’e numaralı gözlükler de getirildi ama Çinliler onların çoğunu iste karartıp güneşten korunmak için kullanmayı tercih etti.
Şair sultanların gözlük merakı
Divan şiirinde gözlük kelimesinin geçtiği beyitler onun tarihçesi hakkında ipuçları verir. İlk olarak 15. yüzyılda Sarıca Kemal’in şu beyitinde çıkar karşımızda:
“Hattun temâşa itmege gözlük urınmışdur Kemâl / Ol pîre rahm it ey cevân kim çeşmi câr olup durur.”
Yani: “Kemal senin ayva tüylerini görmek için gözlük takmıştır / Ey sevgili! Gözleri çeşme gibi akan bu ihtiyara merhamet et.”
Görüldüğü gibi “gözlük takmak” ifadesinin o zamanki karşılığı “gözlük urınmak” ve “gözlük tutmak”tı. “Takmak” fiili ancak 18. yüzyılda kullanıma girecektir.
Fatih Sultan Mehmed’in 1477’deki barış antlaşmasından sonra Venedik senyöründen kendisine gözlük de yapabilen bir cam ustası göndermesini istediği bilinir. Bu tarihten itibaren Osmanlı’da gözlükçülük, gayrimüslim tebaa tarafından kanuna tabi olmadan icra edilen zanaatlardan biri olmuştur. Yavuz Sultan Selim, okumak için mercek kullandığını bildiğimiz ilk padişahtır. Sultan Vahdettin ise gözlüğü yüzünden hiç eksik etmeyen ilk ve tek Osmanlı padişahı...
Eminönü ile Karaköy’de ve Anadolu’nun birkaç şehrinde bazı saatçi ve eczanelerde “Pince Au Nez” veya “Ront” tipinde, yüzde sabit durmayan perçinli gözlükler de bulundurulurdu. Sadece iki camın birleştirilmesiyle yapılan bu gözlük, zamanla çerçevelenerek bir köprü sayesinde birbirine bağlandı.
Osmanlı’da yüksek tabaka aksesuarı olarak kullanılan gözlüğün yaygınlaşması matbaanın gelişimini takip etti.
Tek bir camla serüvenine başlayan gözlük, iki bitişik camla perçinlendi. Meraklı gözlerin hevesiyle iki cam arasına tel ve deri köprüler eklenecek ve “taçlı gözlük” adını alacaktı. Moda ve sanatın gelişmesiyle kelebek gözlükler, opera gözlükleri ve makaslı gözlükler sahiplerinin gözünün önünden ayrılmadı yıllarca. Her ne kadar günümüze 19. yüzyıldan taşınan kontakt lensler yerine göz dikse de, sadece bir araç değil, aksesuar da olan gözlüğün tahtına oturmayı başaramadı.
Gözlüğün hikayesi anlatmakla bitmez. En iyisi bir nasihatle bağlayalım sözü:
Gözümüzün nuru gözlük, ne yap et, gözümüzün önünde ayrılma!