Yunus Emre’yi latinceye Fatih’in esiri kazandırmıştı
Macar George katıldığı derviş muhabbetlerinde Yunus Emre’nin ilahilerinidinler ve bunları ezberler. Kitabında bu ilahilerden ikisini Türkçe olarakdönemin Latin telaffuzu ile yayınlar, karşısına da Latince çevirisini yazar.Böylece Türk edebiyatının en güzel örneklerinden biri 15. yüzyılda ilk olarakbir Avrupa dilinde yayınlanmış olur.
15. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nu gezgin veya diplomat sıfatıyla ziyaret eden yabancıların yanı sıra yayınladıkları anı kitaplarıyla Türkler ve Türk kültürü hakkında son derece ilginç bilgiler veren savaş esirleri vardır.
1396 yılında Niğbolu Muharebesi’nde esir alınıp 1402’ye kadar Yıldırım Bayezid’in habercisi görevinde bulunan Alman asıllı Johann Hans Schiltberger bu savaş esirlerinin en çok bilinenidir. Anıları ölümünden sonra 1460’da yayınlanmıştır (Türkçesi: Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), İletişim, 1997).
1453 İstanbul kuşatması sırasında Sırp Despotu George Brankovic’in Osmanlılara destek amaçlı Voyvoda Jaksa Brezici komutasında İstanbul’a gönderdiği 1500 süvari arasında henüz 20 yaşlarında olan genç Konstantin Mihailovic de vardır. İstanbul’un fethinden sonra ülkesi Sırbistan’a dönen Mihailovic, Fatih Sultan Mehmed’in 1455’te Sırbistan’a yaptığı sefer sonunda ele geçirdiği Novo Brdo’da (Novoberde) bu kez Osmanlılara esir düşer ve devşirilerek yeniçeri olarak orduya katılır.
Mihailovic’in 1500’lerde Sırpça kaleme aldığı anılarının el yazmasının orijinali kaybolmuş, bu ilginç anıların 16. yüzyılda Pamietniki Janczara (Bir Yeniçeri’nin Anıları) adıyla Lehçe, Kronika Turecka (Türkiye Kroniği) adıyla Çekçe kopyaları da yazılışından neredeyse 500 yıl sonra geniş kitlelerce okunabilir Almanca ve İngilizce çevirileri yayınlanana kadar gereğince değerlendirilemeyen birer kaynak olarak kalmıştır.
Öte yandan Fatih’in 1456’da Bosna seferinde, Avusturya Dükü Graf Ulrich von Cilli’nin Bosna Prensi Stjepan Kosaca’ya yardım amaçlı göndermiş olduğu Jörg von Nürnberg, Osmanlılar tarafından esir alınır ve ailesiyle birlikte İstanbul’a getirilir. Kendisine köle muamelesi yapılmaz. Bilgisinden yararlanmak için topçubaşı olarak saray hizmetine alınır ve 24 yıl saltanat içinde bu görevini sürdürür.
Jörg von Nürnberg 1480 yılında planlanmakta olan Mısır seferinde İskenderiye’nin surlarını inceleyip hazırlık yapması için Mısır’a gönderildiğinde orada tanıştığı Fransisken papaz ve rahiplerinin etkisiyle olsa gerek, İstanbul’daki görevine ve ailesine dönmeyip bir gemiyle İtalya’ya kaçar. Roma’da Papa IV. Sixtus’un emrinde baştopçu olarak çalışmaya başlar.
Nürnberg’in ihaneti bu kadarla da kalmaz, İtalya’da yeni efendisinin hizmetinde koyu bir Hıristiyan kimliğine bürünüp anılarını yazmaya başlar.
1482 yılında Ein schon New Tractetlein von dem Glauben Betten vnd Fasten so in der Türckey gehaltten wird (Türklerin İnançları ve İbadetleri Üzerine Bir Risale) başlığıyla yayınlanan risalesinde güya köle olarak yaşamış olduğu Osmanlılardan ve yıllarca sadakatle hizmet etmiş olduğu Fatih’ten kin ve nefretle bahseder.
1501 yılında babasının ticaret gemisiyle seyahat ederken Adriyatik Denizi’nde korsanlar tarafından kaçırılıp Osmanlı sarayına satılan Giovanni Antonio Menavino’nun ülkesine döndükten 30 yıl sonra 1551’de yayınlanan I cinque libri della legge, religione et vita de Turchi et della corte et alcune guerre del Gran Turco (Türklerin Hayatı ve Âdetleri Üzerine Bir İnceleme, Dergâh, 2011) başlıklı anıları 1630’lu yıllarda IV. Murad zamanında Kırım Türkleri tarafından kaçırılıp saraya satılan Polonya asıllı, Ali Ufkî Bey diye bilinen Wojciech Bobowski’nin Mecmuâ-yı Saz u Söz ve Mezmurlar adlı eserleri Osmanlı kültür, edebiyat, özellikle musikisi hakkındaki en önemli belgelerdendir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Meydan Muharebesi’nde Türklere esir düşen Hırvat kökenli bir Macar olan Bartholomaeus Georgievits, Osmanlı topraklarında geçirdiği 12 yıllık tutsaklık döneminde zaten vakıf olduğu Hırvatça, Macarca ve Latince dışında çok iyi Türkçe öğrenmiş, Avrupa’ya dönüşünden sonra Türkiye uzmanı sıfatıyla bir dizi risale yayınlamış, aynı zamanda Türkçeden Latinceye çok ilginç çeviriler de yapmıştır.
Georgievits’in 1544 yılında yayınlanan De captivitate sua apud Turcas (Türkiye’de esir iken) ve 1553’te Türklerin dinî inanç, gelenek, görenek, tören ve günde lik hayatları üzerine son derece canlı anlatımlar içeren De Turcarum Ritu et Ceremonis (Türklerin Hayatı ve Gelenekleri) başlıklı anıları vardır.
15. yüzyıl ortalarında Osmanlı topraklarında geçirdiği uzun esaret yıllarına ait anıları 1481’de ilk matbaacılık örnekleri arasında Latince Tractatus de Moribus, Condictionibus et Nequicia Turcorum (Türklerin Gelenekleri, Hayat Tarzları ve Kurnazlıkları) adlı kitapta yayımlanan Georgius de Hungaria’nın hayatı hakkında yeterli bilgi mevcut değil, hatta gerçek adı dahi tam olarak bilinmiyor. Literatürde Georgius de Hungaria (Macar George) olarak söz edilen yazar, kitabında adını belirtmez, kendisini tutsak Erdelli anlamına gelen ‘Captivus Septemcastrensis’ olarak tanıtır.
Kendisinin 1422/23 yıllarında Macaristan’ın Siebenbürgen (Erdel) bölgesinde doğduğu tahmin ediliyor. 1438’de, henüz 16 yaşındayken Sebeş kuşatmasında esir alınıp Edirne’de köle pazarında satılır. Yolu önce Bergama’ya, oradan Anadolu’nun çeşitli yerlerine düşen genç esir, sayısız kaçma girişiminde bulunsa da her seferinde yakalanıp yeni bir sahibe satılır. Osmanlı topraklarında İstanbul’un fethine kadar geçirdiği uzun esaret yıllarında Türkçeyi öğrenir, hatta bir Türk kızıyla evlenir ve bir süreliğine din de değiştirir.
Derken tasavvufa ilgi duyar, dervişler arasına katılır, ilahilerini ezberler. Georgius anılarında Türklere hayranlığa varan son derece olumlu unsurlara yer verir, Türklerin hayat biçimlerinin Hıristiyan kültürüyle karşılaştırıldığında örnek teşkil ettiğini vurgular. Türklerden, özellikle dervişlerden ‘melekler’ diye söz ederken, bu örnek oluşu diğer yandan ‘şeytanî’ olarak tanımlar. Türklerin kendisini bile bir süre Hristiyanlıktan uzaklaştıran İslam öğretisiyle manevî olarak insanları kandırabileceğini söyler. Kitabın başlığındaki “kurnazlık” kelimesiyle işte bu durumu vurgulamaktadır.
Fatih’in annesinin cenazesinde
Fatih’le iki kere karşılaştığını anlatan Georgius, ilk olarak 1449 yılında Sultan’ın annesinin Bursa’daki cenaze törenini izlemiştir. “Kral” olarak söz ettiği Osmanlı Sultanının Avrupalı Hıristiyanlara göre son derece sade, sıradan insanlardan farksız olduğunu övgüyle vurgular. Camideki cenaze namazında herhangi bir taht üzerine değil, cemaatle birlikte saf tutarak yere oturduğunu, giyiminde onu diğerlerinden farklı kılan hiçbir unsurun olmadığını anlatır.
Georgius 1458 yılında Osmanlı topraklarından Roma’ya dönüşünden önce bir ara İstanbul’a gelmiştir. Dindaşları olarak söz ettiği Dominiken mezhebine bağlı rahiplerden, Sultan’ın bir gün Pera’daki kiliselerine geldiğini, burada onların ayinini izlediğini, Hıristiyan diniyle ilgili sohbet ettiğini, hatta bir piskopos atayarak dinlerini özgürce yaşamalarını sağlayacağına söz verdiğini nakleder. Nitekim Fatih bir süre sonra Georgios Kourtesios Scholarios Gennadius’u Ortodoks Patriği olarak atayacaktır.
4. Haçlı Seferi’nde Kudüs yerine Konstantinopolis’i (İstanbul’u) ele geçirmeyi yeğleyen Katolikler 1200’lerin başlarında Galata’da bir kilise yaptırmışlardır. 1407’de Papa XII. Gregorius’un yardımıyla kilise ve manastır olmak üzere her iki bölümü de tamir edilerek Sao Paolo San Domenico Kilisesi olarak adlandırılır.
1453’te Cenevizliler Galata kolonisinin anahtarını dostluk gereği II. Mehmed’e teslim ederler. Fatih kentin en büyük kilisesi Ayasofya’yı camiye çevirirken, Haliç’in öteki kıyısındaki bu kiliseye dokunmaz ve yapıyı Georgius’un anılarında dile getirdiği gibi Hıristiyanların kullanımına bırakır. Ancak bundan 22 yıl sonra 1475’te Fatih Sultan Mehmed, kiliseyi camiye çevirtir ve vakfa katar.
Derken bundan 20 yıl sonra İspanya’dan çıkartılan Endülüs Araplarının bir kısmının çevredeki mahallelere yerleştirilmesiyle cami Arap Camii olarak bilinmeye başlanır. Araplara mal edilmesinin bir nedeni de minareye çevrilen eski çan kulesinin 714’te Şam’da yaptırılan ünlü Emeviye Camii’nin minaresini çağrıştırmasıdır.
Yunus Emre Avrupa’da
Georgius’un kitabını vazgeçilmez kılan bir bölüm üzerinde durmak gerekir.
Yazar, katıldığı derviş muhabbetlerinde Yunus Emre’nin ilahilerini dinler ve ezberler. Kitabında bu ilahilerden ikisini Türkçe olarak, daha önemlisi, dönemin Latin telaffuzuyla yayınlar ve karşısında Latince çevirilerini de verir. Denilebilir ki, Macar Georgius sayesinde Türk edebiyatının en güzel örneklerinden biri 15. yüzyılda ilk olarak bir Avrupa dilinde yayınlanmış olur. Georgius’un “sermones” adını verdiği Yunus Emre ilahileri Tractatus adlı eserinin 1481 baskısının 119. ve 120. sayfalarında yer almıştır.
Tractatus Latince yayınlanmış olmasına rağmen çok ilgi çeker, zira o tarihe kadar Türklerden bu derece ayrıntılı söz eden başka bir kaynak yoktur. Kitap Almanya, Fransa ve İsviçre’de tekrar tekrar basılır. 16. yüzyıl ortalarına doğru Almanca çevirileri yapılır. Hatta bunlardan Sebastian Franck’ın yaptığı çeviriye Martin Luther bir önsöz yazar.
1530’lu yıllarda Osmanlı’nın hızla Avrupa’ya doğru ilerlemesi geniş halk kitlelerinde Türklere karşı hem korku, hem de merak oluşturmuştur. Bu dönemde Türkler hakkında farklı kaynaklardan pek çok anonim derleme yayınlanır.
Bunlardan Türckei başlıklı, Türklerin tarihi, inançları ve hayatlarından söz eden anonim bir baskıda Georgius’un Türkçe ve Latince olarak dünyaya duyurduğu Yunus Emre ilahileri Almanca olarak da yayınlanır. Ve en son olarak 1993 yılında Alman dilbilimcisi Reinhard Klockow tarafından yeniden Almancaya çevrilerek yayınlanmıştır.