Veda Hutbesi sadece Arafat’ta mı gerçekleşti?
Veda Haccı sırasında efendimizin tüm insanlığa vasiyetinde İslam'ın evrensel ilke ve esasları dile getirilmiştir. Hz. Adem'in soyundan gelen bütün insanların eşit olduğu ifade edilerek, kul hakkı özellikle de kadın haklarının gözetilmesine dikkat çekilmiştir. Efendimizin Veda Haccı'nda farklı zaman ve mekanlarda yaptığı hitabetlerinin bir bütün olarak verme geleneği Veda Hutbesinin sadece Arafat'ta söylendiği yanılgısını doğurur.
Allah Rasûlü 26 Zilkâde 10 (23 Şubat 632) tarihinde hac görevini yerine getirmek maksadıyla yanında hanımları ve kızı Fatıma olduğu halde diğer Müslümanlarla birlikte Medine'den hareket etti. Zülhuleyfe'de ihrama girdikten sonra Zilhicce'nin dördüncü günü Mekke'ye ulaştı. Kâbe ziyaretini tamamladıktan sonra ayın sekizinci günü Mekke'den ayrılarak Mina'ya gitti. Ertesi sabah güneş doğduktan sonra Müzdelife yoluyla Arafat'a ulaştı. Burada vakfe için toplanan ve kaynaklarda sayıları 120 bine ulaştığı bildirilen Müslümanlara Veda Hutbesi olarak bilinen hutbesini irad etti.
İslam tarihi kaynakları Peygamber Efendimiz'in Veda Haccını ve sonunda verdiği ünlü hutbeyi böyle anlatır. Ancak hadis ve siyer sahasındaki ilk kaynaklara inildiğinde resmin bu kadar net olmadığını öğreniriz.
Bu konunun ayrıntılarına geçmeden önce Veda Hutbesi'nin içeriğine genel olarak göz atmakta fayda vardır.
Veda Haccı sırasında Hz. Muhammed'in (sas) tüm insanlığa vasiyeti kabilinden verdiği hutbede değil, 'hutbelerde' İslam'ın evrensel ilke ve esasları dile getirilmişti. Hz. Peygamber, Hz. Adem'in soyundan gelen bütün insanların eşit olduğunu ifade ederek Allah'a iman, insan haklarına saygı, özellikle de kadın haklarının gözetilmesine dikkat çekmiş, Allah'ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına önemle işarette bulunmuştu. Bu hutbe vesilesiyle cahiliye adetleri olan faiz ve kan davalarının kaldırıldığı bir kez daha hatırlatılmış, suçun şahsîliği ilkesine atıfta bulunulmuş, ayrıca ailede eşlerin birbiri üzerindeki hak ve sorumlulukları, Müslümanların kardeşliği ve emanetlerin sahiplerine iade edilmesinin önemi üzerinde durulmuştu. İnanç bağlarının güçlendirilerek din kardeşliğinin korunması ve nihayet Kur'an'a ve sünnete sarılmanın önemi gibi dinin temel, insanlığın evrensel konuları vurgulanmış ve her defasında da hutbeleri dinleyen Müslümanlar bu ilana şahit gösterilmişti.
Mina ve Akabe hutbeleri de var
Arafat'ta söylendiği yaygın olarak kabul edilmekle birlikte Veda Hutbesi'nin sadece burada değil, Mina ve Akabe gibi başka yerlerde de verildiği, farklı zaman ve mekânlarda gerçekleşen hitabelerin daha sonra tarih kitaplarında birleştirilip derlenmek suretiyle bugünkü Veda Hutbesi'nin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sonraki dönem tarihçilerin de eserlerinde onu bir bütün halinde verme geleneğini devam ettirdiklerini görürüz.
Hz. Peygamber'in Arefe günü Arafat'ta irad ettiği hutbeyi sahabeden Cübeyr b. Mut'im, Câbir b. Abdullah ile Abdullah b. Mes'ûd rivayet etmişlerdir. Buna göre Allah Rasûlü Arafat'a ulaşınca Nemire denilen yerdeki çadırına yerleşmiş, sonra devesiyle vadinin ortasına ulaşıp burada bulunan ashabına hitap etmiştir. Bu esnada Rebîa b. Ümeyye isimli sahabi söylenenleri tekrarlamak suretiyle Allah Rasûlü'nden (sas) uzakta bulunan Müslümanların da hutbede söylenenleri duymalarını sağlamıştır.
Vakfe sebebiyle Müslümanların tamamı bir araya toplanmış olduğu için Hz. Peygamber'in hutbesinin en çok Arafat'ta dinlendiğini, dolayısıyla onun da hutbesinin büyük bir kısmını burada irad etmiş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Belki de bu sebeple Veda Hutbesi kaynaklarda Arafat'la birlikte anılmış ve tamamının burada sunulduğu kabul edilmiştir. Ancak hadis kaynaklarında onun bayramın birinci günü bu defa Mina'da Müslümanlara hitap ettiği de aktarılmaktadır.
Allah Rasûlü'nün Mina'da bir hutbe verdiğini rivayet eden sahabiler ise Süleyman b. Amr, Ebû Bekre ile İbn Abbas'tır. Ravilerden Ebû Bekre, Hz. Peygamber'in bu ayın hangi ay olduğunu sorup Zilhicce olduğunu söylediğini, ardından bu beldenin hangi belde olduğunu sorup “Belde-i Haram" diye cevap verdiğini, devamında bu günün hangi gün olduğunu sorduktan sonra bayram günü olduğunu ifade ettikten sonra şöyle bir konuşma yaptığını zikreder:
“Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize karşı şu ayınız, şu beldenizde, bu gününüzün haram olduğu gibi haramdır. Yakında Rabbimizin karşısına çıkacaksınız. O sizi amellerinizden sorguya çekecek. Dikkat ediniz. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin. Dikkat ediniz, burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin. Olur ki sözlerimin ulaştığı bazı kimseler bizzat duyanların bir kısmından daha iyi kavrarlar".
Ardından da kendisini dinleyenlere “Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?" diye sorduğunda oradakiler “Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü “Şahit ol Allahım" buyurdu. Bu son hutbeyi rivayet edenlerden İbn Abbas, Allah Rasûlü'nün buradaki sözlerin onun ümmetine vasiyeti olduğunu ifade etmiştir.
Parçalar daha sonra birleştirildi
Hadis rivayetlerine göre Allah Rasûlü bayramın ilk günü Mina'da şeytan taşlama mekânına gidildiğinde burada da bir konuşma yapmıştı. Abdullah b. Ömer'e göre hitabesini bayramın ikinci ve üçüncü günü de aynı yerde tekrar etti. Yine İbn Ömer'e göre Hz. Peygamber bu hutbesinde Deccal'den bahsetmiş, ashabına bu konuda uzun bir konuşma yapmıştı. Ardından da “Dikkat ediniz, şüphesiz Allah size kanlarınızı ve mallarınızı, şu beldenizde şu gününüzün haramlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin, benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirler olmayın" buyurmuştur.
Hz. Peygamber Veda Haccı esnasında son olarak Akabe mevkiine gelmiş, sahabiler etrafında toplanınca son kez onlara hitap etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bilhassa Mina'daki hutbeleri daha ziyade vedalaşma niteliğinde olmuş, bu vesileyle ümmetine adeta son mesajlarını iletmiştir.
Öte yandan Hz. Muhammed'in (sas) birkaç ayrı mekânda yapmış olduğu konuşmaları aktaran rivayetlerde bazı farklılıklar da mevcuttur. Bunda da hutbede ifade edilen hususların lafzen değil, manen rivayet edilmesi, ravilerin kendi tasarrufları ve mezhep faktörü rol oynamıştır.
Nitekim hutbede Hz. Peygamber'in Müslümanlara miras bıraktığı şeyin “Kur'an"; “Kur'an ve sünnet"; “Kur'an, sünnet ve Ehl-i Beyt"; “Kur'an ve Ehl-i Beyt" olarak geçmesi ancak özellikle Şiilerden kaynaklandığı anlaşılan mezhep faktörüyle açıklanabilir. Belki de bu sebeple hitabelerde hadis usulü açısından ferd (senedinin bir yerinde rivayet eden sayısı teke düşen veya senedindeki yahut metnindeki bir özellik açısından başka rivayetlerden farklı olan hadis), garîb (senedinin herhangi bir yerinde rivayet eden sayısı bire düşen hadis), hatta şaz (güvenilir bir rivayet edenin kendisinden daha güvenilir raviye aykırı olarak rivayet ettiği hadis) bazı rivayetler yer almıştır.
Sonuç olarak Hz. Peygamber'in hutbelerinin genel olarak kısa, özlü ve anlaşılır olduğu hususu dikkate alınınca Veda Haccındaki hitabelerinin de benzer nitelikler taşıması beklenir. Üstelik sayıları 100 bini aşan bir topluluğa uzunca bir hutbenin irad edilmesi -sözlerinin tekrar edilmek suretiyle bütün dinleyenlere aktarıldığı düşünüldüğünde- son derece zordur. Üstelik bu kadar kalabalık bir topluluk arasında aktarılanların herkes tarafından tam olarak anlaşılması da mümkün olmaz.
Dolayısıyla Veda Haccı sırasındaki hutbenin, tarih kaynaklarında ele alındığı gibi bir seferde ve sadece bir yerde değil, farklı zaman ve mekânlarda verildiği, bu sırada hazır bulunan ashab-ı kiram tarafından parça parça rivayet edilen hitabelerin daha sonraki müellifler tarafından pratikliği ve mesajı göz önüne alınmak suretiyle birleştirilerek kaydedildiği, bu sebeple de hutbenin tek bir yerde ve tek bir seferde verildiği izleniminin uyandığı anlaşılmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte Veda Hutbesi söz konusu olduğunda asıl üzerinde durulması gereken, hutbenin veya hutbelerin nerede veya nerelerde, hatta nasıl irad edildiği değil, gerek Müslümanlar, gerekse tüm insanlık için hangi mesajların verildiğidir.
Unutmamak gerekir ki Veda Hutbesi Allah'ın son elçisi Hz. Muhammed'in kıyamete kadar beşeriyete hidayet rehberi olacak vasiyetidir.
İslam tarihi kaynakları Peygamber Efendimiz'in Veda Haccını ve sonunda verdiği ünlü hutbeyi böyle anlatır. Ancak hadis ve siyer sahasındaki ilk kaynaklara inildiğinde resmin bu kadar net olmadığını öğreniriz.
Bu konunun ayrıntılarına geçmeden önce Veda Hutbesi'nin içeriğine genel olarak göz atmakta fayda vardır.
Veda Haccı sırasında Hz. Muhammed'in (sas) tüm insanlığa vasiyeti kabilinden verdiği hutbede değil, 'hutbelerde' İslam'ın evrensel ilke ve esasları dile getirilmişti. Hz. Peygamber, Hz. Adem'in soyundan gelen bütün insanların eşit olduğunu ifade ederek Allah'a iman, insan haklarına saygı, özellikle de kadın haklarının gözetilmesine dikkat çekmiş, Allah'ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına önemle işarette bulunmuştu. Bu hutbe vesilesiyle cahiliye adetleri olan faiz ve kan davalarının kaldırıldığı bir kez daha hatırlatılmış, suçun şahsîliği ilkesine atıfta bulunulmuş, ayrıca ailede eşlerin birbiri üzerindeki hak ve sorumlulukları, Müslümanların kardeşliği ve emanetlerin sahiplerine iade edilmesinin önemi üzerinde durulmuştu. İnanç bağlarının güçlendirilerek din kardeşliğinin korunması ve nihayet Kur'an'a ve sünnete sarılmanın önemi gibi dinin temel, insanlığın evrensel konuları vurgulanmış ve her defasında da hutbeleri dinleyen Müslümanlar bu ilana şahit gösterilmişti.
Mina ve Akabe hutbeleri de var
Arafat'ta söylendiği yaygın olarak kabul edilmekle birlikte Veda Hutbesi'nin sadece burada değil, Mina ve Akabe gibi başka yerlerde de verildiği, farklı zaman ve mekânlarda gerçekleşen hitabelerin daha sonra tarih kitaplarında birleştirilip derlenmek suretiyle bugünkü Veda Hutbesi'nin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sonraki dönem tarihçilerin de eserlerinde onu bir bütün halinde verme geleneğini devam ettirdiklerini görürüz.
Hz. Peygamber'in Arefe günü Arafat'ta irad ettiği hutbeyi sahabeden Cübeyr b. Mut'im, Câbir b. Abdullah ile Abdullah b. Mes'ûd rivayet etmişlerdir. Buna göre Allah Rasûlü Arafat'a ulaşınca Nemire denilen yerdeki çadırına yerleşmiş, sonra devesiyle vadinin ortasına ulaşıp burada bulunan ashabına hitap etmiştir. Bu esnada Rebîa b. Ümeyye isimli sahabi söylenenleri tekrarlamak suretiyle Allah Rasûlü'nden (sas) uzakta bulunan Müslümanların da hutbede söylenenleri duymalarını sağlamıştır.
Vakfe sebebiyle Müslümanların tamamı bir araya toplanmış olduğu için Hz. Peygamber'in hutbesinin en çok Arafat'ta dinlendiğini, dolayısıyla onun da hutbesinin büyük bir kısmını burada irad etmiş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Belki de bu sebeple Veda Hutbesi kaynaklarda Arafat'la birlikte anılmış ve tamamının burada sunulduğu kabul edilmiştir. Ancak hadis kaynaklarında onun bayramın birinci günü bu defa Mina'da Müslümanlara hitap ettiği de aktarılmaktadır.
Allah Rasûlü'nün Mina'da bir hutbe verdiğini rivayet eden sahabiler ise Süleyman b. Amr, Ebû Bekre ile İbn Abbas'tır. Ravilerden Ebû Bekre, Hz. Peygamber'in bu ayın hangi ay olduğunu sorup Zilhicce olduğunu söylediğini, ardından bu beldenin hangi belde olduğunu sorup “Belde-i Haram" diye cevap verdiğini, devamında bu günün hangi gün olduğunu sorduktan sonra bayram günü olduğunu ifade ettikten sonra şöyle bir konuşma yaptığını zikreder:
“Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize karşı şu ayınız, şu beldenizde, bu gününüzün haram olduğu gibi haramdır. Yakında Rabbimizin karşısına çıkacaksınız. O sizi amellerinizden sorguya çekecek. Dikkat ediniz. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin. Dikkat ediniz, burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin. Olur ki sözlerimin ulaştığı bazı kimseler bizzat duyanların bir kısmından daha iyi kavrarlar".
Ardından da kendisini dinleyenlere “Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?" diye sorduğunda oradakiler “Evet" cevabını verdiler. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü “Şahit ol Allahım" buyurdu. Bu son hutbeyi rivayet edenlerden İbn Abbas, Allah Rasûlü'nün buradaki sözlerin onun ümmetine vasiyeti olduğunu ifade etmiştir.
Parçalar daha sonra birleştirildi
Hadis rivayetlerine göre Allah Rasûlü bayramın ilk günü Mina'da şeytan taşlama mekânına gidildiğinde burada da bir konuşma yapmıştı. Abdullah b. Ömer'e göre hitabesini bayramın ikinci ve üçüncü günü de aynı yerde tekrar etti. Yine İbn Ömer'e göre Hz. Peygamber bu hutbesinde Deccal'den bahsetmiş, ashabına bu konuda uzun bir konuşma yapmıştı. Ardından da “Dikkat ediniz, şüphesiz Allah size kanlarınızı ve mallarınızı, şu beldenizde şu gününüzün haramlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin, benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirler olmayın" buyurmuştur.
Hz. Peygamber Veda Haccı esnasında son olarak Akabe mevkiine gelmiş, sahabiler etrafında toplanınca son kez onlara hitap etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bilhassa Mina'daki hutbeleri daha ziyade vedalaşma niteliğinde olmuş, bu vesileyle ümmetine adeta son mesajlarını iletmiştir.
Öte yandan Hz. Muhammed'in (sas) birkaç ayrı mekânda yapmış olduğu konuşmaları aktaran rivayetlerde bazı farklılıklar da mevcuttur. Bunda da hutbede ifade edilen hususların lafzen değil, manen rivayet edilmesi, ravilerin kendi tasarrufları ve mezhep faktörü rol oynamıştır.
Nitekim hutbede Hz. Peygamber'in Müslümanlara miras bıraktığı şeyin “Kur'an"; “Kur'an ve sünnet"; “Kur'an, sünnet ve Ehl-i Beyt"; “Kur'an ve Ehl-i Beyt" olarak geçmesi ancak özellikle Şiilerden kaynaklandığı anlaşılan mezhep faktörüyle açıklanabilir. Belki de bu sebeple hitabelerde hadis usulü açısından ferd (senedinin bir yerinde rivayet eden sayısı teke düşen veya senedindeki yahut metnindeki bir özellik açısından başka rivayetlerden farklı olan hadis), garîb (senedinin herhangi bir yerinde rivayet eden sayısı bire düşen hadis), hatta şaz (güvenilir bir rivayet edenin kendisinden daha güvenilir raviye aykırı olarak rivayet ettiği hadis) bazı rivayetler yer almıştır.
Sonuç olarak Hz. Peygamber'in hutbelerinin genel olarak kısa, özlü ve anlaşılır olduğu hususu dikkate alınınca Veda Haccındaki hitabelerinin de benzer nitelikler taşıması beklenir. Üstelik sayıları 100 bini aşan bir topluluğa uzunca bir hutbenin irad edilmesi -sözlerinin tekrar edilmek suretiyle bütün dinleyenlere aktarıldığı düşünüldüğünde- son derece zordur. Üstelik bu kadar kalabalık bir topluluk arasında aktarılanların herkes tarafından tam olarak anlaşılması da mümkün olmaz.
Dolayısıyla Veda Haccı sırasındaki hutbenin, tarih kaynaklarında ele alındığı gibi bir seferde ve sadece bir yerde değil, farklı zaman ve mekânlarda verildiği, bu sırada hazır bulunan ashab-ı kiram tarafından parça parça rivayet edilen hitabelerin daha sonraki müellifler tarafından pratikliği ve mesajı göz önüne alınmak suretiyle birleştirilerek kaydedildiği, bu sebeple de hutbenin tek bir yerde ve tek bir seferde verildiği izleniminin uyandığı anlaşılmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte Veda Hutbesi söz konusu olduğunda asıl üzerinde durulması gereken, hutbenin veya hutbelerin nerede veya nerelerde, hatta nasıl irad edildiği değil, gerek Müslümanlar, gerekse tüm insanlık için hangi mesajların verildiğidir.
Unutmamak gerekir ki Veda Hutbesi Allah'ın son elçisi Hz. Muhammed'in kıyamete kadar beşeriyete hidayet rehberi olacak vasiyetidir.