Vedâ Hutbesi sadece Arafat'ta mı gerçekleşti?

Vedâ Haccı
Vedâ Haccı

Tüm bunlarla birlikte Vedâ Hutbesi söz konusu olduğunda asıl üzerinde durulması gereken, hutbenin veya hutbelerin nerede veya nerelerde, hatta nasıl irad edildiği değil, gerek Müslümanlar, gerekse tüm insanlık için hangi mesajların verildiğidir.

Prof. Dr. Adem Apak

Allah Rasûlü 26 Zilkâde 10 (23 Şubat 632) tarihinde hac görevini yerine getirmek maksadıyla yanında hanımları ve kızı Fatıma olduğu halde diğer Müslümanlarla birlikte Medine’den hareket etti. Zülhuleyfe’de ihrama girdikten sonra Zilhicce’nin dördüncü günü Mekke’ye ulaştı. Kâbe ziyaretini tamamladıktan sonra ayın sekizinci günü Mekke’den ayrılarak Mina’ya gitti. Ertesi sabah güneş doğduktan sonra Müzdelife yoluyla Arafat’a ulaştı. Burada vakfe için toplanan ve kaynaklarda sayıları 120 bine ulaştığı bildirilen Müslümanlara Vedâ Hutbesi olarak bilinen hutbesini irad etti.

İslam tarihi kaynakları Peygamber Efendimiz’in Vedâ Haccını ve sonunda verdiği ünlü hutbeyi böyle anlatır. Ancak hadis ve siyer sahasındaki ilk kaynaklara inildiğinde resmin bu kadar net olmadığını öğreniriz.

Bu konunun ayrıntılarına geçmeden önce Vedâ Hutbesi’nin içeriğine genel olarak göz atmakta fayda vardır.

Vedâ Haccı sırasında Hz. Muhammed’in (sas) tüm insanlığa vasiyeti kabilinden verdiği hutbede değil, ‘hutbelerde’ İslam’ın evrensel ilke ve esasları dile getirilmişti. Hz. Peygamber, Hz. Adem’in soyundan gelen bütün insanların eşit olduğunu ifade ederek Allah’a iman, insan haklarına saygı, özellikle de kadın haklarının gözetilmesine dikkat çekmiş, Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına önemle işarette bulunmuştu. Bu hutbe vesilesiyle cahiliye adetleri olan faiz ve kan davalarının kaldırıldığı bir kez daha hatırlatılmış, suçun şahsîliği ilkesine atıfta bulunulmuş, ayrıca ailede eşlerin birbiri üzerindeki hak ve sorumlulukları, Müslümanların kardeşliği ve emanetlerin sahiplerine iade edilmesinin önemi üzerinde durulmuştu. İnanç bağlarının güçlendirilerek din kardeşliğinin korunması ve nihayet Kur’an’a ve sünnete sarılmanın önemi gibi dinin temel, insanlığın evrensel konuları vurgulanmış ve her defasında da hutbeleri dinleyen Müslümanlar bu ilana şahit gösterilmişti.

Hz. Muhammed’in hutbesinin büyük bir kısmını irad ettiği Arafat Dağı’nın batısındaki hacı çadırları
Hz. Muhammed’in hutbesinin büyük bir kısmını irad ettiği Arafat Dağı’nın batısındaki hacı çadırları

Mina ve Akabe hutbeleri de var

Arafat’ta söylendiği yaygın olarak kabul edilmekle birlikte Vedâ Hutbesi’nin sadece burada değil, Mina ve Akabe gibi başka yerlerde de verildiği, farklı zaman ve mekânlarda gerçekleşen hitabelerin daha sonra tarih kitaplarında birleştirilip derlenmek suretiyle bugünkü Vedâ Hutbesi’nin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Sonraki dönem tarihçilerin de eserlerinde onu bir bütün halinde verme geleneğini devam ettirdiklerini görürüz.

Hz. Peygamber’in Arefe günü Arafat’ta irad ettiği hutbeyi sahabeden Cübeyr b. Mut’im, Câbir b. Abdullah ile Abdullah b. Mes’ûd rivayet etmişlerdir. Buna göre Allah Rasûlü Arafat’a ulaşınca Nemire denilen yerdeki çadırına yerleşmiş, sonra devesiyle vadinin ortasına ulaşıp burada bulunan ashabına hitap etmiştir. Bu esnada Rebîa b. Ümeyye isimli sahabi söylenenleri tekrarlamak suretiyle Allah Rasûlü’nden (sas) uzakta bulunan Müslümanların da hutbede söylenenleri duymalarını sağlamıştır.

Vakfe sebebiyle Müslümanların tamamı bir araya toplanmış olduğu için Hz. Peygamber’in hutbesinin en çok Arafat’ta dinlendiğini, dolayısıyla onun da hutbesinin büyük bir kısmını burada irad etmiş olduğunu ileri sürmek mümkündür. Belki de bu sebeple Vedâ Hutbesi kaynaklarda Arafat’la birlikte anılmış ve tamamının burada sunulduğu kabul edilmiştir. Ancak hadis kaynaklarında onun bayramın birinci günü bu defa Mina’da Müslümanlara hitap ettiği de aktarılmaktadır.

Allah Rasûlü’nün Mina’da bir hutbe verdiğini rivayet eden sahabiler ise Süleyman b. Amr, Ebû Bekre ile İbn Abbas’tır. Ravilerden Ebû Bekre, Hz. Peygamber’in bu ayın hangi ay olduğunu sorup Zilhicce olduğunu söylediğini, ardından bu beldenin hangi belde olduğunu sorup “Belde-i Haram” diye cevap verdiğini, devamında bu günün hangi gün olduğunu sorduktan sonra bayram günü olduğunu ifade ettikten sonra şöyle bir konuşma yaptığını zikreder:

“Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız birbirinize karşı şu ayınız, şu beldenizde, bu gününüzün haram olduğu gibi haramdır. Yakında Rabbimizin karşısına çıkacaksınız. O sizi amellerinizden sorguya çekecek. Dikkat ediniz. Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirlere dönmeyin. Dikkat ediniz, burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin. Olur ki sözlerimin ulaştığı bazı kimseler bizzat duyanların bir kısmından daha iyi kavrarlar”.

Ardından da kendisini dinleyenlere “Tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?” diye sorduğunda oradakiler “Evet” cevabını verdiler. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü “Şahit ol Allahım” buyurdu. Bu son hutbeyi rivayet edenlerden İbn Abbas, Allah Rasûlü’nün buradaki sözlerin onun ümmetine vasiyeti olduğunu ifade etmiştir.

Hz. Muhammed’in hutbe verdiği Mina vadisinin sol kısmı
Hz. Muhammed’in hutbe verdiği Mina vadisinin sol kısmı

Parçalar daha sonra birleştirildi

Hadis rivayetlerine göre Allah Rasûlü bayramın ilk günü Mina’da şeytan taşlama mekânına gidildiğinde burada da bir konuşma yapmıştı. Abdullah b. Ömer’e göre hitabesini bayramın ikinci ve üçüncü günü de aynı yerde tekrar etti. Yine İbn Ömer’e göre Hz. Peygamber bu hutbesinde Deccal’den bahsetmiş, ashabına bu konuda uzun bir konuşma yapmıştı. Ardından da “Dikkat ediniz, şüphesiz Allah size kanlarınızı ve mallarınızı, şu beldenizde şu gününüzün haramlığı gibi haram kılmıştır. Dikkat edin, benden sonra birbirinin boynunu vuran kâfirler olmayın” buyurmuştur.

Hz. Peygamber Vedâ Haccı esnasında son olarak Akabe mevkiine gelmiş, sahabiler etrafında toplanınca son kez onlara hitap etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla bilhassa Mina’daki hutbeleri daha ziyade vedalaşma niteliğinde olmuş, bu vesileyle ümmetine adeta son mesajlarını iletmiştir.

Öte yandan Hz. Muhammed’in (sas) birkaç ayrı mekânda yapmış olduğu konuşmaları aktaran rivayetlerde bazı farklılıklar da mevcuttur. Bunda da hutbede ifade edilen hususların lafzen değil, manen rivayet edilmesi, ravilerin kendi tasarrufları ve mezhep faktörü rol oynamıştır.

Nitekim hutbede Hz. Peygamber’in Müslümanlara miras bıraktığı şeyin “Kur’an”; “Kur’an ve sünnet”; “Kur’an, sünnet ve Ehl-i Beyt”; “Kur’an ve Ehl-i Beyt” olarak geçmesi ancak özellikle Şiilerden kaynaklandığı anlaşılan mezhep faktörüyle açıklanabilir. Belki de bu sebeple hitabelerde hadis usulü açısından ferd (senedinin bir yerinde rivayet eden sayısı teke düşen veya senedindeki yahut metnindeki bir özellik açısından başka rivayetlerden farklı olan hadis), garîb (senedinin herhangi bir yerinde rivayet eden sayısı bire düşen hadis), hatta şaz (güvenilir bir rivayet edenin kendisinden daha güvenilir raviye aykırı olarak rivayet ettiği hadis) bazı rivayetler yer almıştır.

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in hutbelerinin genel olarak kısa, özlü ve anlaşılır olduğu hususu dikkate alınınca Vedâ Haccındaki hitabelerinin de benzer nitelikler taşıması beklenir. Üstelik sayıları 100 bini aşan bir topluluğa uzunca bir hutbenin irad edilmesi -sözlerinin tekrar edilmek suretiyle bütün dinleyenlere aktarıldığı düşünüldüğünde- son derece zordur. Üstelik bu kadar kalabalık bir topluluk arasında aktarılanların herkes tarafından tam olarak anlaşılması da mümkün olmaz.

Dolayısıyla Vedâ Haccı sırasındaki hutbenin, tarih kaynaklarında ele alındığı gibi bir seferde ve sadece bir yerde değil, farklı zaman ve mekânlarda verildiği, bu sırada hazır bulunan ashab-ı kiram tarafından parça parça rivayet edilen hitabelerin daha sonraki müellifler tarafından pratikliği ve mesajı göz önüne alınmak suretiyle birleştirilerek kaydedildiği, bu sebeple de hutbenin tek bir yerde ve tek bir seferde verildiği izleniminin uyandığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlarla birlikte Vedâ Hutbesi söz konusu olduğunda asıl üzerinde durulması gereken, hutbenin veya hutbelerin nerede veya nerelerde, hatta nasıl irad edildiği değil, gerek Müslümanlar, gerekse tüm insanlık için hangi mesajların verildiğidir.

Unutmamak gerekir ki Vedâ Hutbesi Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in kıyamete kadar beşeriyete hidayet rehberi olacak vasiyetidir.

Hz. Muhammed’in Müslümanlara Vasiyeti: Vedâ Hutbesi

Hamd ve şükür Allah’a mahsustur. Biz O’na hamd eder, ondan yardım ister, affımızı O’ndan diler ve O’na yöneliriz. Nefislerimizin şerrinden, fiillerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah kimi doğru yola iletirse, artık o kimse için sapıklık olmaz, kimi de sapıklığa sevk ederse, o kimse doğru yola bir daha ulaşamaz. Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun tekliğine ve bir denginin bulunmadığına şehadet ederim. Yine ben şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.

Ey Allah’ın kulları! Sizlere Allah’tan korkmanızı tavsiye ve sizi O’na itaatte bulunmayı teşvik ederim. Bu suretle en iyi ve hayırlı olan bir şey ile sözlerime başlamak istiyorum.

Ey insanlar! Size açıkladığım şeyleri dinleyin. Zira bilmiyorum, bu yıldan sonra bulunduğum bu yerde belki de sizlerle tekrar buluşamayacağım.

Ey insanlar! Kanlarınız, mallarınız, haysiyet ve şerefleriniz Rabbinizle buluşacağınız güne kadar bu yerde (Mekke), bu ayda (Zilhicce), bu günün mukaddes olması gibi mukaddestir. Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Ey Allah’ım, sen şahit ol.

Emanet olarak eli altında bir şey bulunduran kimse, onu kendisine emanet etmiş olan şahsa iade etmelidir. Artık câhiliyye devrinde mevcut olan faiz kaldırılmıştır. Ancak borç olarak verdiğiniz sermayeleriniz sizindir. Bu suretle siz ne zulmedecek, ne de zulme uğrayacaksınız. Allah bundan böyle faizin geçerli olmayacağına hükmetti. Kaldırdığım ilk faiz uygulaması ise amcam Abbas’ın faizidir.

Artık câhiliyye döneminin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldıracağım ilk kan davası ise yeğenim Âmir b. Rebîa b. Hâris’in kan davasıdır. Yine câhiliyye dönemi Mekke şehri ile ilgili vazifeler de lağvedilmiştir. Kâbe muhafızlığı (sidâne) ve hacıların su ihtiyacını karşılama görevi (sikâye) bunlardan istisnadır.

Kasten adam öldürmenin cezası kısastır. Taş ve sopa ile öldürmek gibi şüpheli kasıt hallerinde yüz deve kan diyeti vardır. Daha fazlasını isteyen kimse, câhiliyye devri insanıdır. Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Allah’ım sen şahit ol.

Ey insanlar! Gerçekten şeytan, sizin bu ülkenizde kendisine tapılmaktan ümidini kesmiş bulunuyor. Fakat o, bunun dışındaki iş ve davranışlarınızdan önemsiz saydıklarınızda kendisine tabi olmanızdan memnuniyet duyacaktır.

Ey insanlar! Nesî usulünü (Haram aylarda olan mukaddes aylara bunun dışından bir ay ilave uygulamasını) tatbik etmek küfürde aşırı gitmektir. Kâfirler bununla sapıtmışlardır. Onlar bu bir aylık (zamanı) bir sene kutsiyetsiz (yani haram aylar dışı, alelade bir ay), diğer bir sene de haram (yani Haram aylara dâhil, mukaddes bir ay) sayarlar. Bu suretle onlar, Allah’ın helal ettiği şeyi haram hale getirmiş oluyorlar. Şimdi zaman (yani takvim) Allah’ın yeri ve semâvâtı yarattığı gündeki durumuna dönmüş bulunuyor. (Yani nesî tatbik edilen sene ile nesîsiz aylar birbiri üzerine çakışmış, diğer bir ifade ile kameri takvim, nesî ameliyesine ihtiyaç göstermeksizin o yıl tam güneş takvimindeki aylar üzerine intibak edip oturmuştu). “Gerçekte Allah nazarında, yeri ve semâvâtı yarattığı günde takdir ettiğine göre ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü Haram aylardır. Bu dördün üçü birbiri arkasında gelir: Zilkade, Zilhicce, Muharrem, dördüncüsü Mudar kabilesinin Recep ayıdır ki, bu ay Cemaziyelahir ile Şaban arasında bulunur. Buna dikkat edin. Tebliğ ettim mi? Allah’ım sen şahit ol.

Ey insanlar! Hanımlarınızın sizin üzerinizde hakkı bulunduğu gibi sizin de onlar üzerinde hakkınız vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, sizden başka bir erkeğe döşeklerini çiğnetmemeleri ve sizin hoşlanmadığınız herhangi bir kimseyi izniniz olması müstesna evinize sokmamalarıdır. Kadınlara en iyi bir tarzda muamelede bulununuz, çünkü onlar sizin himaye ve muhafazanız altına girmiş kimselerdir. Sizler onları Allah’ın bir emaneti olarak almış bulunuyorsunuz. Onlara “Allah’ın adıyla” helalinden yaklaşın. Kadınlar hususunda Allah’tan korkup çekinin ve onlara karşı en iyi bir tarzda davranın. Dikkat edin. Tebliğ ettim mi? Allah’ım sen şahit ol.

Benden sonra küfre sapıp birbirinizi boğazlar hale gelmeyin. Ey insanlar! Rabbiniz bir, atanız birdir. Hepiniz Âdem’den türediniz. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Allah nazarında en makbul olanınız O’ndan hakkıyla korkanınızdır. Bir Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur; varsa bu da ancak takva yönündendir. Tebliğ ettim mi? Allah’ım sen şahit ol.

Burada bulunanlar bulunmayanlara bu sözlerimi ulaştırsın. Allah muhakkak ki her varisin mirastan olan hissesini tayin ve tespit etmiştir. O halde vaziyet, herhangi bir varis lehine olmak üzere, diğer varislerin mahfuz hisse sınırlarını aşamaz. Mirasçılardan başkası için yapılan bir vasiyet, miras olarak kalan mallar toplamının üçte birinden fazla olamaz. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa oraya aittir. Babasından başka bir kimseye mensubiyet iddiasında bulunan yahut (kendisini himaye altına almış olan) efendisinden başkasını efendi edinenin üzerine Allah’ın, meleklerin ve bütün insanları lâneti olsun. Böyle bir insanın ne nafile ibadetleri, ne de farz ibadetleri kabul olunacaktır. Allah’ın selamı üzerinize olsun.

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, VII, 307, 330, 372; Buhârî, Meğâzî 77, Hudûd 9; Hac 132; Müslim, Hac 147; Ebû Dâvûd Menâsik 56, 61; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 10; İbn Mâce Menâsik 76, 84; Vâkıdî, Meğâzî, III, 1103; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 250-252; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 184-186; Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, Beyrut 1985, s. 360-368).