'Vatanın sembolü başörtülü kızlardır'
Yahya Kemal BeyatlıMektuplar ve Makaleleradlı kitabında yer alan“Türk Kızları Türk Gençleri”başlıklı yazısında Avrupaîhayat tarzının gençlerüzerindeki olumsuz tesirinieleştirir. Avrupa’daokuyan gençlerin yabancıkadınlarla evlenmesiniTürk toplumunun geleceğiaçısından sakıncalı bulanBeyatlı’ya göre kültürve kimliğimizin yegânekoruyucusu “yeldirmelerebürünmüş, başlarıbeyazlarla örtülü” Türkkızlarıdır.
Batılılaşmanın her şeyi önüne katıp sürüklediği ve zihinlere muhkem bir zaruret olarak yerleştiği bir dönemde yazarımızın Avrupaî eğitimi Türk toplumunun geleceği için tehlikeli görmesi dikkat çekici. Derin Tarih dergisi diline dokunmadan aynen aktarıyor:
Birden, yolun ötesinden hanımlar koptu. Koyu yeldirmelere bürünmüş, başları beyazlarla örtülü, çift çift geliyorlardı. Üç muhib musahâbemizi kestik. Bakıyorduk. Kafilenin önünde tâzeler kol kola yürüyordu. En güzel boylusu ortada idi. Muhibbimiz nisâî, bu beş kız mevkibine erguvânî gözlerle, baktı baktı baktı: “Ah talihsiz bikrler!” dedi. Türk kızlarına bir nişan halkası kadar yaraşan bu unvânı pek münasip bulduğumuz için susduk. Neden sonra bu “tâlihsiz” nidâsı bağrımda bir şek oldu. O âteşîn nisâîden sebebini sordum. İçinden bu nidâyı koparan endîşesini etrâfiyle nakletti:
Bu kız kafilesine bakarken birden gayr-i ihtiyârî bir saâdet ürpermesi duydum. Bilmem; sizler bu toprağı ne zaman bir Müslüman toprağı gibi görüyorsunuz. Ben, öyle sanıyorum ki bu yeldirmeler, bu beyazlarla örtülü başlar, kırlarda ağır ağır yürüyen bu saf kafileler olmasa vatanımda yaşadığımı için için duymıyacağım.
Ah bilseniz biz onlardan ne kadar az Türküz. Şark’ın Osmanlı şîmesi onlardadır: Türkçeyi, aralarında medenî bir lisan gibi onlar konuşuyorlar. Bir gün Şark Türklerine has lisân-ı şiirin devri hulûl ederse, şimdi onların konuştuğu beste ile yazacağız. Onlar eski Osmanlı âdâbının son vâriseleri kaldılar. Şarklılar gibi ağlıyor, Şarklılar gibi gülüyor, öyle oturuyor, öyle yürüyorlar. Emîn olunuz! Onlar olmasa biz bu iklimde meşkûk bir halîta-yı beşer oluruz. Hanımlarımızla konuşanlar bu fikrimi hep tasdîk ederler. Yarım asırdan beri, Garb’la temas, erkeklerimizi tahlît ettikçe, temeddün eden kadınlarımızı takviye etti.
Nasıl oldu da Garb’ın terbiyesine temsil devresinde, millî usâreyi kurutmadan yalnız onlar temeddün ettiler: Ben diyeceğim ki, milletin güzel cinsi, cins-i rasîni idi; el’ân da odur. Erkek neslin terbiyesine edilecek maddî ve mânevî fedâkârlıkları tamâmiyle kızlarımızın yetişmesine hasretsek Osmanlı saltanatı müebbeden kurtulur. Bu güzel toprakta kadınlığa diş bileyenlerin nesli bir devir sonra tükenecek. Bir devir sonra, başka bir nesli biz gene bu mesîrelerin yollarında kadınlığın yüksekten uzanan muhibbi elini, hürmetin en nefîs hazzıyle eğilerek öper göreceğiz.
Demin yoldan geçen hanımlar kafilesinin önünde kol kola yürüyen genç kızları siz hayrânî ile süzerken bana melâl-târî idi. O kızlara baktım, bağrımdan bir hıçkırık koptu, ah tâlihsiz bikrler, dedim. Evet tâlihsiz, hem ne kadar bilseniz, hayâtın bu safahâtıyle benim kadar mütevaggil değilsiniz, yoksa bedbîn olurdunuz. Ben, bilâkis kadınlarımızdan bahsederken dâimâ mahzûn, şekvâhânım lâkin hiçbir zaman bedbîn değil, çünkü onlara îtîmadım vardır. Dün benim gibi düşünen bir muhibbimden bir mektup aldım. Geçen sene Paris’de tahsil vesîlesiyle yaşayan yedi Türk gencinin ora kızlarıyle evlendiğini haber veriyordu. Biliyorum ki yalnız Paris’de değil, Avrupa’nın birçok köşelerinde yaşayan gençlerimiz evleniyorlar.
Muhibbim mektubunda Paris’de yedi Türk gencinin Fransızlarla evlenmesini son nesil için bir alâmet-i izmihlâl sayıyor. Herhalde vatan nâmına mel’ûn bir hâl: Mütemadâne terbiye görmüş bir Türk kızının dâire-yi nasîbi darala darala İstanbul ve Garb mekteplerinden dönen gençlere inhisar ediyor, işte bu gençler orada, aşçı, kapıcı, dikişçi frenk kızlarıyle evleniyorlar...