Troçki'nin Türkiye'de ne işi vardı?
Rus devriminin önemli isimlerinden Troçki, Stalin’e rakip olmanın bedelini önce sürgünle sonra da canıyla ödedi. Sürgünün bir kısmını Türkiye’de geçiren siyasetçi acaba Türkiye’nin Sovyetler’le ilişkilerini nasıl etkiledi?
» Prof. Dr. Norman Stone
__________________________________________
Rus devrimci Lev Troçki 1929 ile 1934 yılları arasında Büyükada’da sürgünde yaşamıştır. Modern Türkiye tarihinin en garip olaylarından biri olmasına karşın Türkçe kaynaklarda konu yeterince işlenmemiştir.
Troçki’nin Rusya’dan sürülmesi bütün dünyada dikkatleri üzerine çeken çok önemli bir olaydı. Sovyetler’in kuruluşunda onun etkisi neredeyse Lenin kadar büyüktü. Kızıl Ordu’yu kurmuş ve 1920’de sona eren iç savaştan zaferle çıkmıştı. Hatip ve gazeteci olarak oldukça parlak biriydi. Hatta 1912-13 Balkan Savaşları hakkındaki yazıları adeta bir klasiktir. Ekonomi üzerine de son derece ikna edici konuşmalar yapabiliyordu.
Şubat 1929’da İstanbul’a gelerek İstiklal Caddesi’ndeki Tokatlıyan Oteli’nde birkaç gece geçiren Troçki, Büyükada’da bir köşk tuttu. Bir zamanlar Arab İzzet Paşa’nın mülkü olan köşk, 1909’da II. Abdülhamid tahttan indirilince el değiştirmişti. Geçmişte burada 1916 yılında Dicle’deki Kutü’l-Ammare kuşatmasında Türklere teslim olan İngiliz Generali Townshend de kalmıştı. Ev hiç de güzel değildi. Peki Troçki’nin Türkiye’de ne işi vardı?
Lenin 1924 yılında ölünce zaten öncesinde Troçki’den nefret eden Stalin’le aralarında Parti’nin başına geçmek için çok sert bir mücadele yaşandı. Troçki bütün avantajlara sahip görünüyordu. Sıradan bir bürokrat olarak Stalin, Politbüro’da yapılan tartışmaları sessizce izlerken, Troçki ya tartışmaya egemen oluyor ya da Parti’nin en üst kademelerine kadar gelmiş ‘sıkıcı köylü takımı’ konuşurken umursamaz bir tavır takınıyordu. Hatta bu esnada Fransız romanları okuyordu. Ancak Stalin ‘sıkıcı köylüler’in partinin zirvesine çıkmasını sağlayan siyasal mekanizmayı kontrol ediyor, köylüleri nasıl kontrol altında tutacağını gayet iyi biliyordu. Yerel düşmanlıklara tüm ayrıntılarıyla hakimdi. Troçki’nin destekçileri çoğunlukla Yahudi, kozmopolit ve şehirde yaşayan kişilerdi.
Troçki siyasal manipülasyonun ince detaylarından sıkılmıştı, ardı ardına taktik hatalar yaptı. Hataları neticesinde ibre bir anda Stalin’e döndü. Onun vurgu yaptığı en önemli konu, devrimin gerçek anlamda uluslararası olması gerektiğiydi. Ayrıca Rusya’yı, devrime tam manasıyla ayak uyduramayan ‘ikonların ve hamamböceklerinin vatanı’ olarak nitelendiriyordu. Ülkenin Marksist bir devrimin gerçekleşmesine imkân vermeyecek ölçüde geri kalmış olduğunu söylüyordu. Rusya’nın, Almanya’nın yardımına ihtiyacı vardı ve Troçki burada da devrimi destekliyordu. Stalin ve diğer pek çok kişi bunu umutsuz bir çaba olarak görüyor ‘Tek Ülkede Sosyalizm’ tezini savunuyorlardı.
Troçki, Parti’den atılarak 1928 yılında bir elektrik santralini yönetmesi için Kazakistan’a gönderildi. Ama pes etmek bilmiyordu, Stalin de ondan kurtulmaya karar verdi. Birkaç yıl sonra mutlak gücü ele geçirdiğinde siyasî bir mahkeme tezgâhlayabilir ve tüm eski Bolşevikler gibi Troçki’yi de öldürtebilirdi. Ancak 1929 yılında bunu yapmak mümkün değildi. Ailesi ve kitaplarıyla birlikte özel bir trene bindirildi ve sürekli sızlandığı bir yolculuğun ardından Odessa Limanı’ndan bir gemiyle İstanbul’a gönderildi.
Sovyetler elini uzattı
Neden Türkiye? Bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyoruz. Ne var ki, Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilerin yakın olduğu aşikâr. Samimiyetin derecesini İzmir’deki bir meydana bakarak anlayabiliriz. Bir Sovyet mareşalinin adını taşır: Voroşilov Meydanı. Moskova 1920 yılından itibaren Türk milliyetçilerine altın ve silah yolladı, çünkü düşmanları ortaktı. Güney Kafkasya’da işbirliği yapmışlardı. Hatta bu dönemde Ankara Azerbaycan, Moskova ise Büyük Ermenistan üzerindeki taleplerinden feragat etti. Türkiye’de Kafkasya sürgünlerinin yazıları yasaklandı.
Üstelik bazı Sovyet uygulamaları da taklit edildi. Mesela Halkevleri’nin kurulmasıyla Sovyet halkevleri gibi kırsalda yaşayan halkın aydınlatılması hedeflendi. 1928 yılındaki Harf İnkılabı’ndan hemen sonra yaşanan bu değişiklikler, Darülfünun kapatılıp çoğunluğu yabancı hocalardan oluşan yeni bir kadronun kurulmasıyla Batılılaşmanın zirvesine ulaştı. Türk radyolarında yalnız klasik Batı müziği çalınıyordu.
Bu dönemde Türk-Sovyet işbirliğinin başka bir boyutu daha vardır. 1929 yılında Avrupa’daki Amerikan yatırımı suyunu çekti ve büyük bir ekonomik buhran kapıya dayandı. Dünya ihracat rakamları 1932 yılında bir önceki dönemin üçte birine gerilemişti. Batan bankalar ve kitlesel işsizlik büyük devletlerin serbest ticareti rafa kaldırmalarına yol açtı. Tarıma dayalı Türk ihracatı da bundan ağır hasar aldı. Bu dönemde sadece bir ülke Türkiye’ye yardım elini uzattı. Ekonomik işbirliği ihtiyacı içinde olan Sovyetler Birliği 8 milyon altın rublelik faizsiz kredi verdi. Biri Kayseri’de olmak üzere iki tekstil fabrikasının kurulmasına destek oldu. Ardından Türkiye’de ilk Beş Yıllık Kalkınma Planı devreye sokuldu. Yine Sovyet elektrik uzmanı Prof. Orlov enerji sektörünün başına geçti.
Troçki tüm bu siyasî ve ekonomik desteğin sebebi olarak görülebilir.
Troçki yanında ikinci karısı Natalia, çok sayıda kitap ve kendisine bir tanrı gibi tapan iki dış ilişkiler sekreteriyle birlikte Türkiye’ye gelmişti. Bir ev kurup Türkiye’de yaşamaya başladı. Türk istihbaratına bilgi vermiş olması muhtemel bir de Rum bahçıvanı vardı. Bildiğimiz kadarıyla korumaları arasında Rusçayı iyi bilen bir Kafkas göçmeni de mevcuttu.
Stalin Politbüro’da yapılan tartışmaları sessizce izlerken Troçki ya tartışmaya egemen oluyor ya da Parti’nin en üst kademelerine kadar gelmiş ‘sıkıcı köylü takımı’ konuşurken onları umursamıyordu, hatta bu esnada Fransız romanları okuyordu.
Troçki’nin Büyükada’da geçirdiği sürenin en ilginç yanlarından biri, Stalin’in onun bütün yazışmalarını biliyor oluşudur. Bunu Edvard Radzinski’nin yazdığı Rusça biyografiden öğreniyoruz. Bunun tek yolu ise Türklerin bu belgelerin kopyalarını Stalin’e yollamasıdır.
Troçki’nin ailesi hep ortadaydı. Sovyetler Birliği’nde kalan kızı ve oğlu sonradan öldürülmüştü. Paris’te yaşayan ve yine sonradan öldürülen diğer oğlu, İstanbul’a Troçki’yi ziyaret etmeye gelmişti. Aile fertleri arasında Nataşa’nın büyük bir sevgiyle bağlı olduğu ve büyüttüğü küçük bir torun da vardı. Troçki’nin başarısızlıkla sonuçlanan ilk evliliğinden olan kızı, babasının yanına geldi. Sinirleri bozulduğundan kısa süre sonra ünlü bir psikiyatrın bulunduğu Berlin’e gönderildi. Sonra da intihar etti.
Troçki’nin buradaki hayatı oldukça pahalıydı. Çalışanları çoğu zaman para alamazlardı. Buna karşın dünyanın ilgisini çeken bu şahsiyetin pek çok ziyaretçisi oluyordu. Ziyaretçilerden ilki sol fikirlere karşı sempati besleyen genç bir Belçikalı gazeteci olan Georges Simenon’du. Simenon Türkiye’ye geldiğinde Troçki, Louis-Ferdinand Celine tarafından yazılan, 1914-18 yıllarında yaşanan acıları anlatan ünlü Fransız romanını okuyordu. Celine o dönemlerde solcu bir yazar sayılıyordu ancak sonradan Alman işgali altındaki Vichy Fransa’sında yoğun bir şekilde Yahudi düşmanlığı propagandası yapar hale gelmişti. Batılı Müttefik Devletler’in işgalinin ardından da Nazi Almanya’sına kaçmıştı.
Türkiye’de Troçki’nin imdadına Amerikan yayınevleri yetişti. Ona önemli miktarda paralar ödediler ve böylece üç ciltlik Rus Devrimi adlı eserini Büyükada’da yazdı. Kabul edelim ki, oldukça karmaşık bir olay hakkında yazılan kitap, iyi yazarlar dışında herkese meydan okuyacak bir başarıya sahiptir. Kitabın yazılması katı bir disiplinle mümkün olmuştur. Üstadın okuma ve yazma işleriyle uğraştığı sabah ve akşam saatlerinde asla rahatsız edilmemesi gerekirdi. Öğle yemeği saat tam 1’de yenirdi ve yemekler genellikle yenilemeyecek kadar kötü olurdu. Üstad yemeğini hızlı ve sessizce yerdi. Troçki’nin Batı Avrupa veya Latin Amerika’nın siyasî durumu hakkındaki yorumları halen okunmaya değer.
Stalin’i kızdıran balık
Troçki’nin meşguliyetine rağmen zaman ayırmaktan vazgeçmediği bir merakı da vardı. Rum bir balıkçının teknesiyle Marmara Denizi’ne açılıp balık tutardı. Marmara Denizi hakkında da bilgi edinen Troçki şafak vakti açılırdı denize. Hiç kimsenin bilmediği bir balık türü bile keşfetmişti. Büyük, etli ve kırmızı renkteki bu balık çoğunlukla deniz diplerinde yaşıyordu. Solungaçları hayal meyal orak ve çekici andırıyordu. Troçki balığa “Sebastes Leninii” adını verdi. Bu haberi aldığında Stalin küplere binmiş ve 1942’de Stalingrad Muharebesi’nin en kanlı günlerinde, Sovyet Zooloji dergisinde kendi adıyla bir makale yayınlamıştı. Anlaşıldığı kadarıyla rekabetten hiç hoşlanmayan Stalin, Troçki’nin kendisine rakip olduğu gerçeğiyle bir türlü barışamıyordu.
Öte yandan Troçki ile ilgili olarak, devrimin onun önderliğinde çok daha kansız ve akıllıca olacağı söylentileri dolaşıyordu. Lenin’in gerçek halefi olduğuna dair efsane dalga dalga yayılıyordu. Söylentilere hak vermek mümkün değil. Çünkü Troçki de zalim biriydi, üstelik köylülerden de nefret ederdi. Gerekli gördüğünde hepsi açlıktan ölecek de olsa sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda tahıllarını ellerinden almaktan çekinmezdi. Zaten Stalin de bunu yaptı.
1934 yılına gelindiğinde Türkiye siyasetinde Batılılaşma karşıtı fikirler öne çıktı. Fevzi Çakmak Paşa giderek siyasete ağırlığını koyuyordu. Troçki’nin ülkedeki varlığı şüphesiz bir utanç kaynağı haline gelmişti. Bu sebeple 1933 yılında kısa süreliğine Fransa’ya gidip gelen Troçki ertesi yıl Türkiye’yi tamamen terk etmek üzere hazırlıklara başladı.
Eskiden hiçbir ülke onu kabul etmek istemiyordu. Ancak ekonomik buhranın sona ermesiyle bazı ülkelerde Stalin tarzı komünizme eleştirel yaklaşan sol görüşlü hükümetler iktidara geldi. Norveç bunlardan biriydi ve Troçki de buraya gitmeyi tercih etti.
Meksika devriminden sonra Troçki Atlantik’i aşarak oraya yerleşti. Bu ülke, hayatının son durağı olacaktı. Ancak kinden beslenen Stalin, teğmenlerini Troçki’yi öldürme hırsıyla doldurmaktan vazgeçmedi.
1940 yazında bir gün yakışıklı genç bir Katalan, Troçki’nin evinde hizmetçilik yapan kadına alışveriş yaparken yaklaştı. Daha sonra onun güvenini ve belki de fazlasını kazandı. Kısa bir süre sonra bu genç Katalan yaşlı Natalia’nın çantalarını taşımaya başladı. Hizmetçiden kendisini üstadla tanıştırmasını istedi, çünkü Marksist teoriyle ilgili tartışmak istediği konular vardı.
Troçki kendisini kabul ettiğinde genç Katalan Ramon Mercader, bir buz kıracağıyla Troçki’nin kafasını parçaladı. Bu olay hakkında pek çok film yapıldı. Sonuncusu da bir İtalyan yapımıdır. Neden konu üzerine Türkçe bir film çekilmesin? Bu film bütün dünyada gişe rekorları kırabilir. Belki de Halit Ergenç için yeni bir rol olabilir…