Tek Parti'nin meşhur cinayeti
Tek Parti iktidarına muhalifliğiyle bilinen ve 1948’de faili meçhul bir cinayete kurban giden Sabahattin Ali 64 yıl aradan sonra gündeme geldi. Sabahattin Ali'nin kızı Filiz Ali açıkladı: “Babamın katili devletin arşivinde. Devlet, MİT arşivlerini açarsa cinayet aydınlanır.”
Diğer taraftan Cumhuriyet'in muhalif isimlerinden. 1932'de Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu gerekçesiyle Konya ve Sinop cezaevlerinde hapis yattıktan sonra aldığı eğitimin hiçbir işe yaramayacağını anlayan adam. Hayat hikâyesini, cinayete kurban gittiği 1948'de kaleme aldığı bir yazıda “Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?" diye özetleyecektir.Sabahattin Ali… 'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül', 'Geçmiyor Günler' gibi çok sayıda şarkının söz yazarı, edebiyatçı ve şair.
Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa isimleriyle çıkardığı dergiler ya İsmet Paşa'ya ya da Mustafa Kemal Paşa'ya hakaret sayılan Sabahattin Ali, 1948'de 3 ay hapis yattıktan sonra 'derin güçlerce' feci akibetine doğru adım adım sürüklenecektir.
Aslında bu trajik süreç 'geliyorum' diye bağırıyordu. Hapisten çıktığında yazacak yer bulamayan Sabahattin Ali yurt dışına çıkmak istediği ama izin alamadı. Yasal yollardan çıkma ihtimali kalmamıştı. Bunun üzerine Bulgaristan'a kaçmaya karar verdi. Ancak 2 Nisan 1948'de cesedi Bulgaristan sınırındaki Istranca ormanında bulundu.
İddialar, bu cinayetin 'derin devlet' tarafından işlenmiş olabileceği kuşkularını doğuruyor. Onu öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin'in sadece 4 yıl hüküm giymesi ve birkaç ay sonra çıkarılan aftan yararlanarak serbest kalması da kuşkuları güçlendiriyordu.
Sabahattin Ali'nin kızı Prof. Dr. Filiz Ali, cinayetin derin güçler tarafından hazırlanıp uygulandığından emin. “Babamı Tek Parti CHP'si öldürttü" diyen Filiz Ali, “Devlet, MİT arşivlerini açarsa bu cinayet aydınlanır" diyor.
Millî duygular ağır basınca
Emekli Kurmay Yarbay ve Eski Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Talat Turhan'ın 'Sabah Yıldızı' adlı belgeselde yer alan ifadelerine göre Sabahattin Ali'yi gerçekten de devlet öldürtmüştü.
Ali Ertekin ise mahkemede işlediği cinayetin nedenini anlatırken “Millî duygularım ağır bastı, yurt dışında yapacağı komünist faaliyetleri kabul edemedim, öldürdüm" diyordu. Kuşkular, karakolda öldürülen Sabahattin Ali'nin cesedinin Bulgaristan sınırında bulunmasıyla arttı.
Sabahattin Ali olayı bir türlü aydınlatılamadı. Peki bu meselenin bu kadar uzayıp gitmesinde sorumlu kimdi? Kim sakladı olayın faillerini bugüne kadar?
Hiç kuşkusuz olayı gören, bilen, duyan ve işleyen birileri vardı. Ancak hepsi sustu veya susturuldu. Konuşanların birçoğu da sonradan söylediklerini yalanladı veya çarpıtıldığını iddiia etti. Sonuç olarak ne devlet çıkabildi işin içinden, ne emniyet, ne de asker…
Tek Parti Hükümeti kendisini eleştiren toplumcu aydın ve yazarlarla hep çatışmıştı. Bunlardan biri de kuşkusuz Marko Paşa'daki yazılarıyla Sabahattin Ali idi. Roman ve şiirlerinde hükümeti eleştiren ifadeler yer alınca İsmet Paşa, Bakanlar Kurulu kararıyla kitaplarını yasaklatmış, arkadaşlarıyla çıkardığı Marko Paşa'yı toplatmış ve Sabahattin Ali'yi aylarca hapse mahkûm etmişti. Oysa o, halkını tanımayan ve toplumuna yabancılaşan hükümete halkı anlatmaktan başka bir şey yapmamıştı. Ancak bu bile onu devletin gözünde azılı bir muhalif yazar haline getirmeye yetmişti. Her yazı, şiir ve düşüncesinin hesabını yasaklar ve mahkûmiyetlerle verecekti.
21 Eylül 2012 günü vizyona giren 'Sabah Yıldızı' adlı belgesele konuşan Talat Turhan'ın sözleri, cinayeti tekrar gündeme getirdi. Turhan, şu ifadeleri kullanıyordu:
“İstanbul'daki emniyet müfettişi dedi ki: 'Ben Kırklareli'nde komiserdim. Sabahattin Ali'yi ben sorguladım, elimde kaldı'. Sonra da işte bildiğiniz o senaryo devam etti".
Bunlar, Sabahattin Ali cinayetini tekrar mercek altına almamızı gerektirdi. Üstelik bize faili bilen birinin yaşadığını göstermesi açısından da önemliydi.
Ölüm senaryosu ve gerçekler
Sabahattin Ali kitaplarının toplatılması, yasaklanması ve düşüncelerinden dolayı hapse mahkûm edilmesi sonucunda özgürce yaşayabilmek için Bulgaristan'a kaçmak istemişti. Öğrendiğine göre Hasan adında bir mahalle berberi kendisine yardım edebilirdi. Çok geçmeden onunla tanıştı. Ardından Berber Hasan hapishanede yattığı dönemden oda arkadaşı Ali Ertekin'le tanıştırdı Sabahattin Ali'yi. Kaçmasına o yardımcı olacaktı.
Ali Ertekin'in mahkemede anlattığına göre olay şöyle gelişmişti:
Sabahattin Ali ile bir kaçış planı yapmışlar. Bir akşam ikisi, bir de Salim adında bir şoför Sabahattin Ali'nin kamyonuyla yola çıkıp Kırklareli'ne varmışlar. Şoför kamyonda kalmış. İkisi Istranca ormanlarına dalmışlar. Ancak gece vakti ormanda daha fazla ilerlemeyerek sabahı beklemeyi uygun görmüşler. Sabahattin Ali'nin planı, Bulgaristan'a, oradan da sırasıyla Fransa, Romanya ve Moskova'ya geçerek buradaki Türkleri teşkilatlandırmakmış.
Sabahattin Ali, eşyalarını “Al senin olsun" diye verince, Ali Ertekin onun gece sınırı aşmayı kafasına koyduğunu anlamış. Bu konuda şunları söylemiş:
Bir gün Türkiye'ye Bulgarlarla Rusların geleceğini düşünerek deli gibi olmuştum. Sabahattin Ali'nin Türklükle alakası olmayan ve Türk milletine fenalık için harice kaçmak isteyen bir canavar olduğunu anladım".
İşte ne olduysa o anda Sebahattin Ali'nin yapacaklarını düşündükçe gözleri kararmış ve bu 'canavar'ı bir an önce durdurmaya karar vermiş. Eline geçirdiği sopayla kitap okumakta olan kurbanına arkadan yaklaşmış.
Kitaba öylesine dalmış ki Sabahattin Ali, katilinin adımlarını duyacak halde değilmiş. Ali Ertekin sopayı kafasının arka sol tarafına doğru vurmuş. Kendi ifadesiyle “suratı, gözlükleri, kulağı kan içinde kalmış". İkinci darbeden sonra yana devrilen Ali, üçüncü darbeyle ruhunu teslim etmiş.
Ancak olayın aslı, sonradan istihbarat ajanı olduğu ortaya çıkan Ali Ertekin'in anlattığından çok daha farklı bir şekilde gelişmişti.
İddialara göre Sabahattin Ali, istihbarat görevlileri tarafından takip edilmiş, ormanda dinlenirlerken yakalanarak Kırklareli'nde bir hapishaneye götürülmüştü. Sonrasında yaşananlarsa insanın kanını donduracak cinsten.
Sabahattin Ali'ye işkence yapılmış, asker dozu fazla kaçırınca da, hayatını kaybetmişti. Cesedi tekrar ormana götürülmüş ve oraya terk edilmişti.
Aylar sonra ceset, Şükrü isimli bir çoban tarafından çürümüş halde bulundu. Çoban, o sırada yanında bulunan birkaç arkadaşıyla birlikte cenaze namazını kılıp cesedi bulduğu yere gömdü, sonra da emniyete haber verdi. Olay yerine gelen emniyet ekibi cesedi çıkardı.
Sabahattin Ali'nin yakın arkadaşlarından Aziz Nesin de teşhis için hastaneye çağırılmıştı. Nesin dostunun çürüyen cesedini tanıyamadı. Ancak her zaman giydiği paltosu ile giysilerden o olduğuna karar verdi.
Soruşturmada Sabahattin Ali'yi kaçıran kişinin Ali Ertekin olduğu ortaya çıktı. İstihbarat adına çalıştığı için cinayeti üstlendi ve 4 yıl hapse mahkûm edildi.
Yanına aldığı tabancaya ne oldu?
Sabahattin Ali kaçacağını yalnız yakın arkadaşı Rasih Nuri İleri'ye söylemişti. Sabahleyin İleri'ye uğradı; eşi Aliye Hanım'a ve arkadaşı Adalet Cimcoz'a yurt dışına kaçtığını belirten birer mektup yazdı. Daha önce İleri'ye bıraktığı tabancayı yanına aldı.
İleri, Kemal Bayram'ın Sabahattin Ali Olayı isimli kitabında yer alan 13 Ocak 1978'de Kemal Bayram'a verdiği röportajda şunları söylemişti.
“Son gezisine çıkarken bizim evden ayrıldı. Çantasını yanımda yaptı. Toplu bir tabancası vardı. Mermileriyle onu da yanına aldı. O tabanca bizim evde bulunuyordu. (Sabahattin Ali) son derece açıkgöz, son derece dikkatli bir adam olduğu için…"
İfadelere göre Sabahattin Ali ormanda saldırıya uğramış olsaydı öncelikle belindeki tabancasına sarılacak, kendisini savunabilecek, Ali Ertekin belki yaralanacak, belki de ölecekti. Bunlar gerçekleşmediğine göre öldürülürken büyük ihtimalle üzerinde tabanca yoktu. Tam anlamıyla savunmasız şekilde öldürülmüştü. Bu durum, cinayet gerçekleşmeden önce üzerindeki her şeyin alındığını gösteriyordu. Kafasının arkasına vurularak öldürülmesi de darp edilerek, işkence sonucunda öldürüldüğünün işaretiydi.
Rasih Nuri İleri şunları da söylüyordu:
12 Mart 1971 İhtilali'nden sonra hapishanede Talat Turhan'la aynı koğuşta kaldım. Söz Sabahattin Ali'den açıldı ve Sabahattin Ali'nin işkence yapılarak öldürüldüğünü duyduğumu söyledim. Bunu duyan Talat Turhan, 'Evet böyle olmuştur. Tahminin doğru. Çünkü ben kendisini öldürenin ağzından olayı işittim. Kendisi bana Sabahattin Ali'nin işkence edilirken nasıl elinde öldüğünü, teferruatı ile anlatmıştır' dedi. Ben, bunları anlatanın kim olduğunu sorduğumda etrafımız bayağı kalabalıklaşmıştı. Sonra anlatacağını söyledi ve konu kapandı".
Sabahattin Ali'nin öldü(rüldü)ğü haberi, medyaya ilk olarak 13 Ocak 1949'da Aziz Nesin tarafından yansıtılmış olsa da Nesin, birkaç yazı haricinde bu konu hakkında konuşmaktan ömrü boyunca çekindi. Oysa cinayetle ilgili en çok konuşması gereken kişiydi. Susmayı tercih etmesi nedeniyle dönemin gazetecileri tarafından cinayeti örtbas etmekle suçlanmış ve tepki toplamıştı.
Cumhuriyet tarihinin yakasına bulaşmış en kirli kan lekelerinden biri, hiç kuşkusuz Tek Parti döneminin hâlâ çözülemeyen en büyük faili meçhullerinden biri olan bu cinayete ait. MİT arşivlerindeki belgelerin araştırmacılara açılması sonucunda cinayetin aydınlanacağını umuyoruz. Anlaşılan o ki, cinayeti bilen herkes ölene kadar susmaya ant içmiş.