Tek parti döneminde edebî cinayetler

Çeyrek asır süren Tek Parti döneminde (1925-1950) kitaplar toplatılmış; yazarlar soruşturma ve kovuşturma geçirmiştir. Kimi işkence görüp yıllarca hapis yatmış, kimi yurt dışına sürülmüş, kimi de devlet eliyle öldürtülmüştür. Daha da hazini, Meşrutiyet'le birlikte kalktığı söylenen sansürün, Cumhuriyet'in siyasî aktörlerince bizzat uygulanmış olması.

Aslında her dönemde iktidarı rahatsız eden yazı işçileri olmuştur. Onlar kalemleriyle ilmik ilmik sanat eserlerini örerken, dönemlerine de ayna tutarlar. Sözünü esirgemeyen yazarlar daima koltuk sahiplerinin rahatını kaçırır. Hal böyle olunca kalem işçilerinin akıbetlerine dair utanç verici örneklere tanık olmak şaşırtıcı olmaktan çıkar. Çeyrek asır süren Tek Parti döneminde (1925-1950) kitaplar toplatılmış; yazarlar soruşturma ve kovuşturma geçirmiştir. Kimi işkence görüp yıllarca hapis yatmış, kimi yurt dışına sürülmüş, kimi de devlet eliyle öldürtülmüştür. Daha da hazini, Meşrutiyet'le birlikte kalktığı söylenen sansürün, Cumhuriyet'in siyasî aktörlerince bizzat uygulanmış olması.

Osmanlı Devleti'nde sansür güya Meşrutiyet'in ilanıyla kaldırılmıştı ama birkaç yıl içinde çok daha ağır bir şekilde geri dönecekti. Mütareke dönemi boyunca İstanbul basını İngiliz sansürüne tâbidir. Cumhuriyet dönemindeyse sansürün giderek sertleştiğini görürüz.

Sansürden arda kalan birkaç kelime… Büyük Mecmua’nın 14. sayısında sol alt köşesindeki boş bölümde yer alan Emir Faysal Hazreti’nin iki mühim beyanatının açıklandığı kısımlar sansüre uğramıştır. Büyük Mecmua’nın 15. sayısının ilk sayfasında ise  “Namık İsmail Bey” ve “Lâle Devri” ifadeleri hariç tüm metne sansür uygulandığı görülüyor.
Sabiha Sertel'in hatıratı Roman Gibi'de İngiliz sansürüyle ilgili şaşırtıcı notlara rastlıyoruz. Sabiha Hanım, eşi Zekeriya Sertel'le birlikte yayınladıkları Büyük Mecmua'nın 1919'da nasıl sansüre uğradığını şöyle anlatır: “Ben sansürden çizili olarak gelen yazıların yerlerini beyaz olarak yayınlamaya devam ediyordum. Bazı nüshalar gülünç denecek kadar boş çıkıyordu.”

İstiklal Savaşı sonrası devlet Yüzellilikler'in ülkeye girişini yasaklar. Ünlü yazarlardan Refik Halit Karay da yasaklı 150 kişiden biridir. Tek Parti yılları için o sivri diliyle “Geri geri ileri gittik” tabirini kullanan Refik Halit, Atatürk dönemi sansür psikolojisini, yıllar sonra yazdığı Bir Ömür Boyunca adlı kitabında şöyle anlatır:

“Gerçekten ne idi o bir zamanlar, Tek Parti zamanları, hele hele parti bakanları? Korkmazlardı basından. Koltuğuna kurulur, bir bakardı şöyle gazetelere, kızarırdı yüzü öfkeden. 'Ne halt etmişler' derdi birden, 'Buğday fiyatları düşüyor' diye yazmış köftehorlar! Çizmeden yukarı çıkmışlar, devletin itibarını kırmışlar, millî şerefe kıymışlar!' Hemen bir direktif gelirdi: 'Buğday fiyatlarından sakın bahsetmeyin' denirdi. Buğday lafı alargaya çekilirdi...”


Edebî eserlere çekidüzen

Orhan Kemal, 3,5 yılını hapiste Nazım Hikmet'le birlikte geçirir. Çıktıktan sonra yazdığı Çöpçü, Arka Sokak ve Grev adlı öyküleri yüzünden yeniden başı belaya girer. “İtalya, Almanya bizden daha ileridir” dediği için yabancı rejimler ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 5 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilir (1939).

Sait Faik Abasıyanık da Şahmerdan (1940) adlı kitabındaki “Çelme” başlıklı öyküsünde yöneticiye hakaret suçuyla sıkıyönetim mahkemesinde yargılanır. Yetmezmiş gibi Medar-ı Maişet Motoru adlı romanı 1944'te sıkıyönetimce toplatılır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu yaşlılık demlerinde yeğeni Murat Belge'ye ilginç bir itirafta bulunur: “Hayatımda ne yapmak istedimse hep tersini yapmak zorunda kaldım. Proust gibi bir yazar olmak isterdim ama Balzac gibi olmam gerekti.”

Bu itiraftan sonra Yakup Kadri'nin kitaplarını yeniden gözden geçiriyor Belge: “Nur Baba'yı düşündüm. İlk romanı. Aslında tekke havasını, Bektaşiliği çok sever. Buna rağmen o romanda tekke şeyhinin nasıl bir dolandırıcı olduğunu anlatmak zorunda kalmış. Dediğinde bir doğruluk payı olduğuna o zaman kanaat getirdim.”

Belge'ye göre büyük dayısının mizacına göre yazmak isteyeceği tek bir romanı var: Hep O Şarkı. Diğerleri için söylenebilecek tek şey, vazife bilinciyle kaleme alındıkları: “Bir tür vatanperverlik yapıyorlar herhalde. Toplumun genel ideolojisine bakarak bu kanaate varıyor olmalılar”. Yakup Kadri siyaseten Mustafa Kemal çizgisindedir ve ömrü boyunca ona bağlı kalır. Ancak Belge'nin aktardığı anekdotlar, onun bile polis takibi altında yaşadığını gösteriyor:

“Yakup Kadri, Ankara'da yaşıyor. Kavaklıdere'de bir evleri var. Bir sabah erken saatte Ruşen Eşref'le Falih Rıfkı geliyor. Telaşlılar. 'Biraz yurtdışına gitsen' diyorlar. Sebebini soruyor. 'Akşam Çankaya'daydık, Gazi Kadro'da çıkan yazına çok kızdı' diyorlar. Daha onlar konuşurken kapı açılıyor ve Atatürk giriyor içeriye. Öfkeli bir ifadeyle yazıyı önüne fırlatıp 'Bu ne?' diye çıkışıyor. Yakup Kadri'nin açıklamasından tatmin oluyor ki, 'Ha! Anladım! Mesele yok o zaman' deyip gidiyor. Sonra bir gün yine sabahın erken saatinde 'Tiran'a büyükelçi oldun' diyorlar.”

Belge'ye göre bu tayin “Kadro işlerini bırak” anlamını taşıyordu.

Dönemi incelediğimizde birçok edebiyatçının büyükelçi olarak atandıklarını görürüz. Bu da tekin olmayan yazarların devlet kontrolünde tutulmak istendiğini gösteriyor.


“Bir hikaye yazdım, tutukladılar…”

1946'da dönemin Basın Yayın Müdürü Nedim Veysel İlkin, Bakanlar Kurulu'na dilekçe verir. İsteği ilginçtir: Cahit Irgat'ın Rüzgarlarım Konuşuyor adlı şiir kitabının Komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yasaklanması.

Salah Birsel, Gençlik dergisinde yayımlanan “Bulut Geçti” adlı şiirinden 1941'de yargılanırken, Reşat Enis'in 1944'te yayımlanan Toprak Kokusu adlı romanı Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılıp yasaklanır. Yine Reşat Enis'in yazdığı Ekmek Kavgamız romanı, Komünist propagandası yapıldığı gerekçesiyle 1948'de; Abidin Dino'nun yazdığı Kel adlı piyes, Dünya Savaşı hakkında bilgi verdiği için 28 Ekim 1944'de Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılır. Necip Fazıl'ın çıkardığı Büyük Doğu dergisi, dinî ve siyasî yazılar nedeniyle defalarca kapatılır, kendisi de birçok kez tutuklanıp mahkûm edilir.

Tek Parti döneminde askerliği ve edebiyatçılığı bir arada yürütmeye çalışan Samim Kocagöz, Vatan gazetesinde çıkan hikâyesinden dolayı hem mahkûm edilir, hem de sürgüne gönderilir. Bunu Kocagöz'ün ağzından dinleyelim:

“Bir hikâye yazdım, adı “Fındık Yaprakları” oldu. Eh, edebiyat yazısıdır diye buna imzamı attım. Hikâye gazetede çıktı. 2 Eylül 1946 günü talim dönüşü, tabur komutanı beni çağırtmış. Onunla birlikte alay komutanının odasına gittik. Baktım, komutan Vatan gazetesini masanın üzerine sermiş. Eliyle bizim hikâyenin üstüne vurarak, hem de bağırarak sordu: 'Bu yazıyı sen mi yazdın?' Konuşma olduğu gibi aklımda. 'Ben yazdım' karşılığını verdim. 'Askerin yazı yazamayacağını bilmiyor musun?' 'Siyasi olmamak şartı ile iç hizmet talimatnamesine göre edebi yazı yazabilirim' dedim. Albay Nazım Yaşınok, 'Bu yazı edebi mi?' diye bağırdı. Böyle bağırınca işin nereye varacağını tahmin eder gibi oldum. 'Bir yazının edebi ya da edepli olup olmayacağı, yorumlayanın zihniyetine bakar komutanım' karşılığını verdim. Komutan, büyük bir öfkeyle tabur komutanı binbaşıya dönerek 'Teğmen tutuklanmıştır, götürün' dedi.”

1946'da yayın hayatına başlayan ve Sabahattin Âli, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'ın yazdığı haftalık mizah gazetesi Marko Paşa, toplama ve yasaklanma denilince akla gelenlerden. 16. sayısındaki açıklamadan, iktidarın ne denli baskıcı olduğunu anlarız: “Ne gün fırsat bulursa o gün çıkar, çıktığı gün saat 8 ile 9 arası satılır. 9'da toplatılmaya başlar, Türkiye'deki demokrasinin ve basın hürriyetinin miyarı (ölçütü) olan böyle bir acayip mizah gazetesidir.”


Devlet eliyle öldürülen şair

Tek Parti döneminin en hoşnutsuz isimlerinden Sabahattin Âli, şiir ve hikâyeleri yüzünden defalarca tutuklanır, kitapları toplatılır. Dağ, Değirmen ve Rüzgar 15 Temmuz 1944'de, Sırça Köşk 7 Şubat 1948'de İsmet İnönü ve bakanların imzalarıyla yasaklanır. 1947'de Marko Paşa'da çıkan yazısı nedeniyle 3 ay hapis cezası alır. Çıkınca ülkeden kaçmaya çalışırken devlet eliyle, Ali Ertekin tarafından öldürülür.

Devlet eliyle öldürtülmeye çalışılan yazarlardan bir başkası da Nazım Hikmet'tir. Yazı ve şiirlerinden dolayı 18 yılını Sarıkışla, Ankara, İstanbul, Çankırı, Bursa ve Üsküdar cezaevlerinde, Erkin gemisinde, İstanbul merkez komutanlığı ve İstanbul Tutukevi'nde geçirir. Komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla kitapları toplatılır ve yıllarca hiçbir eserinin yayınına izin verilmez.

Dönemin sansür psikolojisini daha net anlamak açısından Sabiha Sertel'in Roman Gibi adlı kitabındaki şu satırları okumak yeterlidir:

“Nazım, Resimli Ay'da çalıştığı günlerde 835 Satır, Portreler ve Taranta Babu şiir kitaplarını hazırlıyordu. Ben, şiirleri dinledikten sonra, 'Bu kitabı yayınlayamazsın'.dedim. Yüzü kıpkırmızı oldu, sinirlendi. 'Bal gibi yayınlarım. Ne yaparlar? Toplatırlar. Toplanıncaya kadar da satılır' dedi. 'Mahkemeler var, hapis var' dedim. 'Su testisi, su yolunda kırılır' dedi.”

Dönemin tanınmış isimlerinden Hasan İzzettin Dinamo'nun Yeni Edebiyat dergisinde yayımlanan “Vatan Şarkısı” şiirinden dolayı dergi kapatılmış ve şair, askeri mahkemece bir yıl hapse çarptırılmıştır (1942). Dinamo'nun çilesi sonraki yıllarda da devam eder. Toplam 7 yıl hapse mahkûm edilir, işkence görür ve sonunda öldürüleceğini anlayarak bölgeden kaçar. Dinamo'nun müsveddesi ele geçirilen “Tren” şiiri kitleleri harekete geçirmeye müsait olarak değerlendirilir ve 4 yıl ağır hapis cezasına çarptırılır. Mahkûmiyet hikâyesini kendisi şöyle anlatır:

“Sivas Öğretmen Okulu öğrencisiyken trenin bu şehre ilk kez gelişi dolayısıyla yazdığım uzun bir şiir, son tutuklamada ele geçti. “Tren” şiiri zamanın Başbakanı İsmet Paşa'nın tren siyasetine aykırı bulunduğundan, 'yukarıdan gelen emirle' Ankara Ağır Cezası'nda 4 yıl hüküm giydim. Şiirin biricik müsveddesi polisin eline geçip İsmet Paşa'nın eline dek gittiğinden o gün bugündür yitiktir.”

Kirpinin Dedikleri böyle susturuldu Refi k Halit Karay’in Kirpinin Dedikleri adlı kitabının Osmanlıca ilk baskısında (solda) yer alan “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtulursunuz; fakat Almanya’ya sarılmayınız, boğulursunuz” cümlesi yerine, Latin harfl eriyle yazılan daha sonraki baskısında (sağda) görüldüğü üzere “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtulursunuz; sarılmazsanız, boğulursunuz” diye yazılmıştır.(N. Ahmet Özalp arşivinden)
Öte yandan eserlerdeki bazı kelime ve isimler, dönemin zihniyeti gereği ya değiştirilmiş ya da çıkarılmıştır. Örneğin Refik Halit'in Kirpinin Dedikleri adlı kitabında yer alan “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtulursunuz; fakat Almanya'ya sarılmayınız, boğulursunuz” cümlesini sansürcüler “Denize düşerseniz yılana sarılın, kurtulursunuz; sarılmazsanız, boğulursunuz” diye düzeltmişlerdir.

Sonuç olarak Tek Parti dönemi, üzeri örtülmüş edebî sansürleriyle tam bir muammadır. Anlayacağınız daha aydınlatılacak birçok dosya bizi bekliyor.