Sultanın itibarı garibanın yoldaşı
İnsanoğlunun itibar ve mevki sevdasına hemhal olan farklı mekanlarda farklı suretlere bürünen koltukların zaman içinde yorgun misafirlerini vakarla ağırlayan hikayesini Şeyma Aydın Derin Tarih dergisinde okurları için kaleme aldı.
Ziya Paşa Terkib-i Bend’inde “Seyretti hevâ üzre denir taht-ı Süleyman / Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde” der. Hz. Süleyman’ın semada uçabilen muazzam tahtının dahi fani dünyaya yâr olmadığını söyler ustalıkla.
Taht göklerden yeryüzüne indiğinde kendini insanoğlunun itibar ve mevki sevdasına mündemiç halde bulur. Siyasette “koltuk” (Eski Türklerde olturuk), akademide “kürsü” (İngilizce chair-man) suretine bürünür. Minderlerle bezeli peyke ve sayvanlar köy evlerinden saraylara, sandallardan faytonlara klasik dönemde yorgun misafirlerini ağırlar vakarla. Hâsılı sandalyenin dört ayak üzerindeki uzun hikâyesi kulak ardı etmeye gelmez.
İskemle Latince scamellum’dan gelirken, sandalye (sandaliyye) Arapça sandal ağacından teşrif eder dilimize. Ahmed Vefik Paşa, Kamûs-ı Türkî’de sandalya kelimesini “küçük kürsi ve taht” diye tanıtsa da Osmanlı’da üzerine tabutun konduğu musalla taşına bile iskemle ya da sandalya dendiği vâkidir. Nitekim Mehmet Zeki Pakalın’ın Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’nde iskemle için “oturulan eşya” anlamı dışında; “üzerine sini, tepsi, şamdan, gaz lambası vs. konulan üç veya dört ayaklı alet”in adı olduğu da ifade edilir. Üstelik Osmanlı’da “iskemlecibaşı” diye tabir olunan bir memurdan da bahsedilir. Bu saray memuru, padişahın gidiş zamanlarında ata binip inerken kullandığı gümüş levhalarla müzeyyen sedefli iskemleyi taşır. Bu gümüşlü sedefkârî iskemlenin tamiri için her sene 25 kuruş verildiği kayıtlarda geçer.
Türk kültüründe bugünkü koltuğun prototipi olan tahtlardan tutun da divan veya divana benzer minderli oturma yerlerinin bir başlangıcı olan sedirler hanelerin baş tacıydı. Oturak, oturgaç veya oturgıç olarak bilinen sandalyeler arkalı ya da arkasız olabilen, daha çok rahat toplanabilir portatif taburelerdi. Bunlarla beraber bir de ayakçak / ayakçık diye nam salmış “arkalığı bulunmayan kısa iskemleler” vardı ki, daha çok merdiven ile ilişkili olmasına rağmen Orta ve Batı Anadolu’da sandalye manasında kullanılmıştır. Oğuz destanında sandalyeler için bandeng denmiş. Rivayetlere göre “badin/badun” ifadelerinin Soğudçada oturmak anlamına geldiğini belirtelim.
Baki kalan eşya imiş, isim değilYerinden kalkmayanlar için kullanılan kötürüm tabirinin bir sandalye tipi ile ilişkili olduğuna ne demeli? Batı Anadolu’da tahtadan yapılmış alçak sandalyeler için kötürge tabiri kullanılırmış. Hatta Kuşadası’nda çocukların altına konan oturaklara kötürge denirmiş. Eski Türklerde kötürmek veya ködürmek aynı zamanda kaldırmak veya yükseltmek anlamlarına gelirdi. Kaşgarlı Mahmud Divanu Lügâti’t-Türk’de, kötrümün Orta Asya Türklerinin üzerinde oturdukları kerevet dükkân veya sergi anlamına geldiğini belirtir. Aynı zamanda yüksek mevkiye çıkmış kişi manalarına da gelir. Nitekim Kutadgu Bilig’de, “Halkın içinde yükselmiş ve üstün kişi” demek için “budun kötrümü” tabiri kullanılır.
Eski Türklerde ailede en büyüğün, devlette ise hakanın oturduğu bir şeref yeri olan tör herkese yâr edilmezdi. Eski Türklerin seki ya da sekü dedikleri minderli sandalyeler ise tezgâh ve dükkânlarda kullanılırdı. Öyle ki Divanu Lügâti’t-Türk’de sekü için “dükkân sergisi” tabiri geçer. Hatta Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türk Kültür Tarihine Giriş adlı çalışmasında eski Osmanlı dükkân ve dükkançe sözcükleri açıklanırken bazar seküsü ibaresi geçer.
Bugünkü sandalyelerin Avrupa’da tam anlamıyla Rönesans sonrasında yaygınlaştığını ekleyelim. Eski dönem pazarlarından günümüz kafelerine doğru seyreden sandalyeler, en önemli duraklarından birini Michael Thonet (1796 - 1871) sayesinde yaşar. Bugün de “Thonet sandalye” olarak bilinen tutkal ve vida kullanımını en aza indiren bu eşyalar, ilk olarak Liechtenstein Sarayı’na girmiş, 1851’den itibaren de Viyana kafelerinde yaygınlaşıp bütün dünyada tanınmıştır.
Diyar diyar gezip de satırlarımızda soluklanan sandalye için söylenecekler bitmez. Kâh taht olur rütbe nişaneler, kâh bir kahvehane köşesinde gariplere yoldaşlık eder. Ne diyelim, sırtını sana yaslayan beşer devletli olsun ey sandalye!