Sultan Abdülaziz neden ve nasıl öldürüldü?
Darbe planı başarılı olduğu halde nedenöldürüldü? 19 doktorun cesedi incelemesine izinvermeyen kimdi? Ölüm raporu nasıl hazırlandı?Farklı hesaplar cinayet planında nasıl birleşti?İşte darbe süreci ve korkunç cinayetin 8 delili.
Aşırı derecede kibirli ve gurur sahibi olması hasebiyle tahttan indirilmiş olması padişahın mizacına pek ağır geldi. Hal‘i hazmedemedi. Gördüğü kötü muameleden dolayı canına kast etti.” Sultan Abdülaziz’in intihar ettiğini savunanların ileri sürdüğü deliller bunlardan ibaret.
Oysa hadise intihar değil, cinayettir. Şimdi cinayete giden süreci darbeden başlayarak ele alalım.
Darbeyi gerçekleştiren ekip, bir tertip (komplo) neticesinde iş başına gelmiştir. Sultan Abdülaziz asker, bürokrasi ve ilmiyenin, Veliahd Murad Efendi etrafında birleşerek gerçekleştirdiği bir darbe sonucunda tahttan indirilmiştir. Medrese öğrencilerinin dersleri boykot ederek sokağa çıkarılması ve ayaklandırılması kararı Midhat Paşa’nın konağında yapılan bir toplantıda alındı. Veliahd Murad Efendi, sarrafı Hristaki’den aldığı parayı (bazı kayıtlarda 1 milyon kuruş diye geçer) medrese öğrencilerine dağıtılmak üzere Midhat Paşa’ya göndermişti.
Darbenin, İstanbul’daki Prodos Mason Locası üzerinden uluslararası bir boyutunun olduğunu da unutmamak gerek. Tekrar tahta çıkarmak istedikleri V. Murad’ın ölümüne kadar II. Abdülhamid’e karşı pek çok darbe girişiminde bulunulduğunu biliyoruz.
Hüseyin Avni Paşa ile Midhat Paşa’nın tertibi olarak 10 Mayıs 1876’da önce Fatih, daha sonra Beyazıt ve Süleymaniye medreselerinde okuyan 3 bin öğrenci, dersleri bırakarak Fatih ve Beyazıt meydanlarında gösterilerde bulundu. Sırp-Karadağ isyanlarını bahane ederek Bab-ı Âli ve Bab-ı Meşihat (Cağaloğlu ve Süleymaniye) çevrelerinde silahlı olarak dolaştılar. Bab-ı Âli etrafında toplanan binlerce öğrenciyi dağıtmak üzere gönderilen askerler, halkın ve bazı müderrislerin öğrenciler arasına karıştığını ve destek verdiğini görünce kalabalığı dağıtmaktan vazgeçtiler. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa müdahale etmesi gerekirken kaçmayı yeğlemiştir. Bir grup öğrenci de Şeyhülislamı korkutup kaçırmışlardı.
Bu hareket Sultan Abdülaziz’i pek fazla heyecanlandırdı. Başyaver ve Başmabeynci gibi sarayın üst düzey memurlarını göndererek teskin etmeye çalıştıysa da, isyancılar Sadrazam
Mahmud Nedim Paşa ile Şeyhülislam Akşehirli Hasan Fehmi Efendi’nin azledilmelerini; Mütercim Rüşdü Paşa’nın sadrazamlığa, Hüseyin Avni Paşa’nın seraskerliğe, Hasan Hayrullah Efendi’nin şeyhülislamlığa ve Midhat Paşa’nın Meclis-i Vâlâ’ya tayinini talep ettiler. Aksi takdirde dağılmayacaklarını bildirdiler.
Abdülaziz çaresiz 12 Mayıs’ta sadrazam ve şeyhülislamı azletti. İstenen atamaları yaptı. Böylece kendi saltanatını sona erdirecek dörtlüyü iktidara getirmiş oldu.
Darbe cuntası iş başına geldikten sonra Beyazıt’ta Midhat Paşa’nın konağında, Babıâli’de ve Hayrullah Efendi’nin Kuruçeşme’deki yalısında toplantılar devam etti.
Darbeyi meşrulaştırmak için bir fetva gerekiyordu. Şeyhülislam vasıtasıyla Fetva Emini Kara Halil, Midhat Paşa’nın konağına davet edildi. Midhat Paşa, “Abdülaziz’in devleti ve milleti tahrip, beytülmalı israf ettiğini; akli dengesinin yerinde olmadığını, şuuru bozuk birinin devlet başkanı olarak kalması durumunda işlerin karışacağını, esasen halkın durumunun ıslahı, işlerin yoluna girmesi için padişahın tahtan indirilmesi gerektiğini, bunun için şer‘an cevazın olup olmadığını” sorması üzerine Kara Halil, “Bu hayırlı işe çarşaf kadar fetva veririm” diye cevap verdi.
Midhat Paşa’nın belirlediği çerçevede hazırlanan fetva metni şöyleydi:
a) Hükümdar aklını oynatmıştır; dolayısıyla ülkeyi yönetememektedir.
b) Devlet parasını, milletin tahammül edemeyeceği, hazinenin kaldıramayacağı derecede şahsına harcayarak israf etmiştir.
c) Dünya ve din işlerini karmakarışık hale getirerek rayından çıkarmıştır. Bu kusurları bulunan bir hükümdar millet ve ülke için zararlıdır.
Böylece şer’i cevaz alınmış oluyordu. Esasen bir fetva metninde “şuuru yerinde değildir” cümlesi yer alıyorsa diğer gerekçeler fazlalıktır. Çünkü aklî melekeleri yerinde olmayan bir hükümdara “siyasetten anlamıyor, din ve dünya işlerini birbirine karıştırmış; devletin hazinesini, milletin tahammül edemeyeceği derecede, arzu ve isteklerine göre harcamış, israf etmiştir” demek abestir.
30 Mayıs 1876’da tahttan indirilen Sultan Abdülaziz, Topkapı Sarayı’na nakledilerek III. Selim’in katledildiği odaya konuldu. Saray, Dolmabahçe faaliyete geçtikten sonra terk edilmişti. 20 yıldır boş bırakılan, nemden ve iyi ısıtılamadığı için soğuktan durulamayan bu saray artık yaşamak için elverişsiz bir yerdi. Mayıs’ın son günleri olmasına rağmen İstanbul’da şiddetli bir yağmur ve keskin bir soğuk vardı. Ayrıca Abdülaziz, III. Selim’in kaldığı daireye yerleştirilmesinin ne anlama geldiğini idrak edecek kapasitede biriydi.
Abdülaziz, yeni hükümdara, daha iyi şartlara sahip bir mekâna nakledilmesi için bir tezkire (pusula) yazdı. Ancak tezkire, Sultan’ın çevresi tarafından basına sızdırıldı. Tutarlı, anlamlı cümlelerle bizzat kendisi tarafından kaleme alınan tezkirenin yayımlanması, fetvada yer alan “aklını oynatmıştır/şuuru yerinde değildir” hükmünü halk nezdinde iptal etmiştir. Tezkire üzerine, 2 Haziran günü Feriye Sarayı’na nakledildi.
Cesedi görmeden rapor
Nakil aracı olarak Sultan Abdülaziz’in önceden Hüseyin Avni Paşa’ya hediye ettiği “beş çifte kürekli” kayık kullanılmıştı. Abdülaziz, Paşa’nın yalısı önünden geçirilerek Feriye’ye götürüldü ve süngülü askerler arasında saraya alındı. Askerlere komuta eden Binbaşı İzzet Bey, başmabeyinci ve harem ağalarının içeri girmelerine izin vermedi.
Öte yandan ısrarla Abdülaziz’de bir tabanca ve III. Selim’e ait pala bulunduğu ileri sürülmüş; tabancanın olmadığı anlaşılmış, pala da kullanma ihtimaline karşı Binbaşı İzzet Bey tarafından alınmıştır. Şüphesiz bu, Abdülaziz gibi güçlü birine suikast niyetinde bulunanların alması gereken bir tedbirdi.
Feriye Sarayı önüne topları saraya çevrilmiş savaş gemileri dizilmişti. Sultan’ın hizmetine verilen üç şahıs, Mustafalar ile Hacı Mehmed, V. Murad’ın adamlarıydı. Veliahdlığı zamanında, Kurbağalıdere’deki çiftliğinde çalışmışlardı. Her birine, “sık sık dışarıya çıkamayacakları, kimseyle görüşemeyecekleri” gerekçesiyle o günün şartlarında 100 lira gibi yüksek bir maaş bağlanmıştı.
Abdülaziz, Feriye’de 4 Haziran’a kadar kaldı. O sabah “iki bileğini keserek” intihar ettiği duyuruldu. Kesici alet, ilginçtir, sakal-bıyık kesmekte kullanılan bir makastır. Küçük bir makasla önce sol bileğini; damarları kesilen bileğin eliyle de sağ bileğini(!) kesmiştir.
Olay duyulduktan sonra devlet ricalinden Feriye’ye ilk gelen, Hüseyin Avni Paşa’ydı. Padişah’ın cansız bedeni aşağı kata indirilerek alelade bir cenaze gibi şiltenin üzerine konuldu ve pencerelerin birinden koparılan perdeyle örtüldü.
Hüseyin Avni Paşa, ölüm raporunu hazırlamaya memur edilen doktorlara (sayıları 19 olup aralarında elçiliklerin hekimleri de vardı) “bu alelade bir cenaze değildir” diyerek naaşı muayene ettirmemişti. Dolayısıyla doktorların cesedi incelemelerine, en azından vücutta bir boğuşma emaresi olup olmadığının tespitine izin verilmemiştir.
Paşa aşağı kata indirilirken Sultan Abdülaziz’in cansız bedeninden esirgediği ihtiram ve ihtimamı, doktorların işini yapmalarına engel olarak bir kez daha göstermiş oldu. Ölüm sebebinin kan kaybından olduğu ilan edildi.
Elbette doktorların rapora, “Küçük bir makasla bileklerini kesmek suretiyle intihar etmiştir” diye yazmaları beklenemezdi. Herhalde tek bilekle iktifa edilseydi intihar iddiası daha inandırıcı olabilirdi.
inayetin 8 delili1) Bir insan, kendi kendine iki bileğini birden kesemez. Hele alet, sakal-bıyık için kullanılan küçük bir makassa bu, aklın ve mantığın kabul edeceği bir husus değildir.
2) Darbeden önce Hüseyin Avni Paşa’nın, sarayda elde ettiği görevliler vasıtasıyla Sultan’ı zehirletmek; suikastle ortadan kaldırmak gibi kayıtlara geçen teşebbüsleri vardır.
3) Abdülaziz’in ölüm haberi duyulduğunda Yusuf Kamil Paşa’nın “Kâtili katl ile müjdeleyiniz” hadisi söyleyerek tepki verdiği bilinmektedir. Nitekim Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz’in ölümünden 11 gün sonra maktul padişahın kayın biraderi Çerkes Hasan tarafından katledilecektir.
4) Tahttan indirilmiş, hele ki Abdülaziz gibi bir padişahın sağ bırakılması, bu işi gerçekleştirenler açısından ciddi bir tehdittir. Saltanatını kaybeden hükümdar, her zaman darbeciler için korkulu bir rüyadır. Hiç kimse böyle bir korkuyla yaşayamaz; tehdit altında hayatını sürdüremez. II. Abdülhamid’in hal‘den sonra Selanik’e götürülmesi, esasen korkuyla ilgilidir. Ayrıca 17. yüzyıl başlarından 20. yüzyıl başlarına kadar şu ya da bu şekilde tahttan indirilen 11 Osmanlı hükümdarının, Abdülaziz’i saymazsak, 4’ü katledilmiştir (II. Osman, İbrahim, III. Selim ve IV. Mustafa). Bu, hal‘ edilen hükümdar sayısının yarısına yakındır.
5) Abdülaziz’in ölümünden birinci derecede sorumlu olan Yozgatlı Mustafa, Boyabatlı Hacı Mehmed ve Cezayirli/Üsküdarlı Mustafa Yıldız Mahkemesi’nde suçlarını itiraf etmişlerdi.
6) Cenazeyi Şeyh Ömer Efendi yıkamıştı. Ömer Efendi ve gasil esnasında kendisine yardım edenler, mahkemede cesedin göğüs kısmında morluklar bulunduğunu, iki dişinin kırık ve sakalının sol tarafının yoluk olduğunu yeminle ifade etmişlerdi. Bu emareler cinayet esnasında boğuşmanın olduğunu gösterir. Hüseyin Avni Paşa’nın, cesedi doktorlara etraflıca muayene ettirmemesinin sebebi de budur. Darbe planını uygulayan Süleyman Paşa, II. Abdülhamid sonrası neşredilen Hiss-i İnkılab adlı eserinde Abdülaziz’in hal‘i olayına, 50 yıl önce Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışına, yani Vaka-yı Hayriye’ye telmihte bulunarak, “Bu bir vaka-yı hayriyedir” diyecektir. Esasen bu, Abdülaziz’e duyulan kinin de ifadesidir.
7) 1881 yılında açılan davada Abdülaziz’in intihar etmediği, bilekleri kesilerek öldürüldüğü açıkça ortaya çıkmıştır. Yıldız Mahkemesi özel yetkili veya olağanüstü bir mahkeme değildi. Hadise, İstanbul’da meydana geldiği için doğal olarak İstanbul İstinaf Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisi dâhilindedir ve bu mahkeme nezdinde dava açılmıştı. Mahkemenin adil yargılama yapmadığı, sarayın etkisinde kaldığı iddiaları tamamen “çürütmeye, küçük düşürmeye ve yok saymaya” matuf iddialardır. Mahkeme Başkanı Sürûrî Efendi, Midhat Paşa’nın yargılanması sırasında başkanlığı, yardımcısı Hıristoforidi Efendi’ye bırakacak, Paşa’nın yargılanması bitinceye kadar da duruşmada bulunmayacaktır. Sebebi şudur: Midhat Paşa Tuna valisiyken Sürûrî Efendi orada hâkimdir. Aralarında eskiye dayanan bir soğukluk vardır. Dolayısıyla Sürûrî Efendi başkanlık koltuğunda oturmasının yargılamaya gölge düşüreceğini açıkça ifade etmiştir.
8) Abdülaziz’in ölümünden sonra geniş bir tahkikat yapılmamış, üstünkörü geçiştirilerek olayın üstü kapatılmaya, unut(tur)ulmaya çalışılmıştır. Ölüm sebebi gerçekten intihar olsaydı mutlaka araştırılırdı.
Günümüzde bu meselenin hâlâ tartışılıyor olması, darbecileri temize çıkarma gayretinden ve “yakın tarihin oluşturduğu algı üzerine inşa edilmeye çalışılmasından” kaynaklanmaktadır. Zira konu, olayın vuku bulduğu günlerde “intihar” diye dayatılmış; Osmanlı-Rus Savaşı’nın acılı günleri akabinde dava açılarak Abdülaziz’in katledildiği mahkeme kararıyla sübut bulmuştur.
1908’den sonra, yani II. Abdülhamid’in etkinliğinin azaldığı bir dönemde konu tekrar “intihar” olarak gündeme taşınmış; İttihatçıların marifetiyle “intihar iddiasını” pekiştirmek adına pek çok yayın yapılmıştır.
Amcasının “delilik töhmetiyle” saltanattan uzaklaştırılarak canından olmasına seyirci kalan V. Murad, 3 ay tahtta kalabildi. Tahta çıkışının ilk gününden itibaren akıl sağlığını yitirmeye başladığına dair işaretler görülüyordu. Hastalık günden güne artınca “cünun-ı mutbık (o günün şartlarında tedavisi mümkün olmayan)” akıl hastalığı teşhisiyle kendisini tahta çıkaranlarca tahttan indirildi. Böylece tarih bir kez daha “ihkak-ı hakk”ı, yani hakkı, usulü dairesinde yerine getirmeyi göstermiş oldu.