Siyonistlerin Çanakkale çıkarması
Siyonizmin Filistin’debir Yahudi devletikurma hedefininönündeki en büyükengel Osmanlı’ydı.Çanakkale Savaşıemellerineulaşmaları içinbüyük bir fırsattı.Prof. Öke, Yahudilerinbu fırsatı nasıldeğerlendirdiklerini,bir Sion ordusuoluşturma fikrininbabası Jabotinsky’yimerkeze alarakaçıklıyor.
Çanakkale Savaşları’na 1915’te (İngiliz) Siyonistleri de münferit bir alay ile katılmışlar ve hasım cephede Osmanlıların karşısına dikilmişlerdi! Başlangıçta ben de şaşırmıştım ama araştırdıkça mesele anlaşıldı. İlk kez yıllar önce tarafımdan gün yüzüne çıkarılan bu vakıa, ileride başka araştırmacıların da dikkatini çekecekti.
Hemen o dönemdeki uluslararası ortamı hatırlayalım:
Siyonizm, Avrupa’da mezalime uğrayan Musevileri Osmanlı Filistin’ine yerleştirmeyi ve orada bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan bir projeydi. Bu projenin baş destekçisi, ülkelerindeki Musevilerden bir an önce kurtulmayı düşleyen Batı emperyalizmiydi. Ne var ki, Hıristiyan ve Musevi âleminin çifte baskısına ve onca pazarlığa rağmen Osmanlı direnmeyi bilmişti.
Ve Cihan Savaşı patlak verdi. Museviler de, Siyonistler de İtilaf ve İttifak devletleri nezdinde ikiye bölündüler. Her iki taraf da Musevi-Siyonist desteğine ihtiyaç duyuyordu. Musevileri “kazanma” rekabeti İngiliz-Alman stratejilerinin belkemiğiydi.
Dönelim Siyonizm cephesine. Siyonistler için tartışma savaşta hangi cepheye iltihak edecekleri ve akabinde hangi yöntemlerle müttefiklerine destek verecekleri üzerine odaklanıyordu. İşte bu bağlamda Jabotinsky adı, silahlı mücadele fikriyle öne çıkacaktır.
İzleyelim!
Siyonistlerin müttefik savaş gücüne Musevilerin silahla katılmaları fikri, daha harbin ilk yıllarında Vladimir Jabotinsky’den doğmuştu. Odessa’da orta halli bir Musevi ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen Vladimir gençliğinde Rus edebiyatına sevdalanmış ve daha 16 yaşında iken bu dille yazdığı şiirler Rusya’da mahalli gazetelerde yayınlanmaya başlamıştı. Bir süre İsviçre’de okuduktan sonra İtalya’ya geçen Jabotinsky bu ülkenin kendisinin ikinci vatanı olduğunu anılarında itiraf edecektir. Risorgimento yazarlarından Mussolini’ye uzanan çizgide İtalyan düşünürlerinden etkilenen Jabotinsky’nin kendine özgü Siyonizminde bu siyasî kültürün mührünü görmek mümkündür.
Doğu Avrupa’da ve Rusya’da giderek artan Yahudi düşmanlığının katliamlara dönüşmesi sonucu pek çok Siyonist ileri geleni gibi Museviliğini hatırlayan Jabotinsky çözümü Dr. Herzl’in reçetelerinde bulacaktır. Kısa süre içinde bu örgütün en etkileyici hatibi olacak ve faaliyet sahası olarak Rusya’yı seçecektir. Gorki’ye göre Rus edebiyatı için büyük bir kayba neden olan Jabotinsky’nin Siyonizmi, onu 1908 Jön Türk devriminin akabinde Osmanlı başkentinde kurulan Siyonist derneğinin propagandacısı olarak İstanbul’a sürükleyecektir.
Bir Sion ordusu oluşturma fikrini Jabotinsky’nin genel felsefesi perspektifinden de incelemek gerekir. Kendi ifadesine göre, siyasî hayatına sosyalist olarak başlayan Jabotinsky 1933’te yayınladığı makalelerinde işçi hareketlerini “Kızıl Swastika”lar adı altında karalamaya çalışacak ve kamuoyuna açıkça onları “ezmeyi” telkin edecektir. Sosyalizm ile komünizm arasında hiçbir fark görmediğini itiraf ederek sınıf savaşını da millî birliği bozan bir unsur olarak kınamaktan çekinmeyecektir.
1920’de sol eğilimli olduğu hükmüyle merkezî Siyonist örgütünden çıkarak revizyonist ideoloji çerçevesinde rakip bir Siyonist felsefesi ve örgütü oluşturacaktır ki, İsrail’deki Herut Partisi ve Menahem Begin (ö. 1992) bu akımın takipçileri olarak tanınmışlardır. Liberalizmin 20. yüzyılın şartları içinde ölü ve geçersiz bir doktrin olduğunu savunan Jabotinsky’e göre, “günümüz ahlak kuralları içinde çocuksu hümanizmin yeri yoktur”.
Dünya siyasetini şekillendirecek manivelanın “güç” ve “sadece güç” olduğuna inanır: “Komşusu ne kadar iyi ve candan olursa olsun, ona inananlar aptaldır. Adalete inananlar da aptaldırlar. Adalet bileği güçlü olanın ve bu bileği büyük bir ısrarla isteklerini gerçekleştirmek için kullananındır” diyen Jabotinsky, çağın diğer Sosyal
Darwincileri gibi bir milletin hayatını baskı altına girmeden devam ettirebilmesi için güçlü ırkî temellere sahip olması gerektiğini savunacaktır.
1913’te yazdığı “Irk Üzerine” adlı makalesinde dünya siyasî düşüncesinde ırkçılığın temellerini atan A. Gobineau’nun ve Aryan mitini Almanlara mal eden H. S. Chamberlain’in fikirlerini nerede ise satır satır takip etmek mümkündür. Bir milletin muhtevası, millî karakterinin alfası ve omegası onun fizikî kalitesinde, diğer bir deyişle o milletin ırkî kompozisyonunda aranmalıdır.
Bir milleti onu oluşturan dil, din, ortak geçmiş ve geleneklerinden arındırdığımızda ortada bir tek ırk çekirdeğinin kalacağına işaret eden Jabotinsky’nin bu görüşünün doğal uzantısını, Musevilerle diğer ırkları karşılaştırdığı bir çalışmada bulmak mümkündür. Bir Musevi ile Ari ırkın temsilcisi arasında temsilî olarak cereyan eden bu diyalogda Jabotinsky, bilinçlendirilme kıstas olarak alındığı takdirde Musevilerin üstün bir ırkî düzeye sahip olduklarını savunur.
Bu bakış açısı ona siyasî rakipleri tarafından “Vladimir Hitler” lakabını kazandıracaktır ki, zaten İtalyan faşistleri ile ilişkileri bu suçlamayı doğrulayacak güçtedir. İngiliz mandası altındaki Filistin’de çarpışmak üzere kurduğu Betar adlı gençlik örgütünün simgesi kahverengi gömleklerdir. Dahası ilk Revizyonist Kongresi 1932’de Milano’da toplanır. Sloganı ise “Doğu için İtalyan düzeni”dir.
1935’te verdiği bir demeçte “Biz bir Musevi imparatorluğu istiyoruz. Akdeniz’de bir İtalyan imparatorluğu olduğu gibi Doğu’da da bir Musevi imparatorluğu olmalıdır” diyordu. Revizyonizmin öngördüğü Musevi imparatorluğu Filistin ile birlikte Ürdün’ü içerecek, Mısır ve Irak’ı da içine alan sınırlara sahip olacaktır.
Sion’a dönüş için savaş
Filistin’de Araplaşan Sefardimlerden değil de Avrupa kökenli Eşkenazilerden oluşan bir Musevi devleti hedefi güden Jabotinsky için bu bölgede çoğunluğu oluşturan Araplar ya göç ettirilmeli ya da azınlık statüsünü kabullenmelidirler. Faşistlerle birlikte İngilizleri hedef alan Jabotinsky, 1934’te İtalya’da Civitavecchia’da bir askerî okul açarak Filistin’de çarpışacak Sion gerillalarını yetiştirmeye başlar. Mussolini’nin de denetlediği bu birlikler İtalyan yardımı ile Filistin’e peyderpey sevk edileceklerdir.
Jabotinsky’nin düşünce yapısı içinde değerlendirildiğinde Sion ordusu fikri kolaylıkla anlamlandırılabilecektir. Yüzyıllarca gettolarda münzevi ve pasif bir hayata itilen Musevilerin bir millet olmaya hak kazanabilmeleri için askerî bir disiplin almaları ve cephelerde ön saflarda çarpışma sınavını geçmeleri gereklidir. Museviler ancak bu ateşten gömleği giydikleri takdirde kendilerini dünya devletlerine kanıtlayacak ve kendilerine özgü bir ülkeye -Filistin’e- sahip çıkmaya hak kazanacaklardır. Demek ki, bir Sion ordusu Musevilerin millî gelişiminde önemli ve vazgeçilmez bir unsur olduğu gibi aynı zamanda müttefiklere karşı kullanacakları bir siyasî koz olarak da görülmektedir.
1. Dünya Savaşı’nda Siyonistlerin İngilizlerin doğal müttefiki olduğu bazı sembollerle kanıtlanabildiği takdirde savaş sonunda Ortadoğu’da söz sahibi olacak bu ülkeden Filistin’de Siyonistler lehine bazı siyasî düzenlemeler beklemek imkân dahilindedir. Bu çerçeve içinde incelendiğinde kendisini Sion ordusunun başında Filistin’i fethedecek bir Musevi Garibaldi’si olarak gördüğü söylenebilir.
Jabotinsky’nin düşlediği bu Sion ordusunun yönlendireceği Türkiye onun yabancısı değildir. Bundan önce de belirtildiği gibi, Meşrutiyet döneminde Türkiye’de Siyonistlerin adeta bir elçilik gibi kurduğu, fakat Osmanlıları kuşkulandırmamak için banka süsü verdikleri Anglo-Levanten Anonim Şirketi’nin ikinci adamıdır. Bu dönemde Türklerle ilgili gözlemlerini kaleme aldığı ve sonradan yayınladığı hatıralarında 1. Dünya Savaşı’nın asıl sebebinin Avrupa’daki güç rekabeti değil, büyük güçler arasında Osmanlı mirasının paylaşımında yaşanan anlaşmazlıklar olduğunu ileri sürmektedir.
Ülkesi üzerindeki bu spekülasyonlara karşı Osmanlı yöneticilerinin sessiz kalamayacağını belirten Jabotinsky’nin Türkler hakkındaki gözlemleri gerçekten kayda değer niteliktedir: “Yaşayan bir varlığın mahvında ısrar etmenin kendisine acı verdiğini” itiraf eden Jabotinsky, Türkleri iyi, dürüst, alçakgönüllü, misafirperver ve cengâver bir millet olarak tanımlamaktadır. Türklerin iyi komutanlar ve devlet adamları yetiştirdiğine işaret ederek siyasetin sempati üzerine değil de çıkar üzerine kurulduğunu itiraf edecektir.
Jabotinsky Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesi ile Siyonistlerin emellerine II. Abdülhamid’den beri engel olan bu devletin artık ortadan kalkması için bizzat kollarını sıvadığını da itiraf eder. Onun için Filistin’den Kahire’ye Cemal Paşa’nın yönetiminden kaçan Siyonistlerin bir müfreze içinde istihdam edilmelerini çok uygun bir fırsat olarak değerlendirecektir. Filistin’deki Siyonistler Kudüs ve daha sonra Şam’da mevzilenmiş 4. Osmanlı Ordusunun harekete geçince suçüstü yakalanmışlar, kolonilerde yapılan tahkikat sonucu silah ele geçmiştir.
Cemal Paşa’nın denetimlerini artırması üzerine Siyonistler İngiltere hâkimiyetindeki Kahire’ye kaçmayı deneyeceklerdir. İngiliz yönetiminin göçmenlere tahsis ettiği kamplarda Siyonist kardeşleriyle temaslar kuran Jabotinsky, kısa zamanda etrafında bir danışmanlar heyeti oluşturacaktır. 23 Şubat 1915’te Nobel Petrol Şirketi temsilcisi M. A. Margolis’in apartmanında toplanan Kudüs’ten Dr. Weitz, Filistin’deki kolonilerden biri olan Risonle-Ziyon’dan V. Z. Gluskin, J. Ettinger adlı bir ziraat uzmanı, bir Amerikan turist olan G. Kaplan, Jabotinsky ve ileride daha iyi tanıyacağımız Joseph Trumpeldor prensip olarak bir Musevi müfrezesi kurulması üzerinde anlaşırlar.
Bir hafta sonra göçmenlerin kümelendiği Mafruza kampında da bir toplantı yapan Jabotinsky ve arkadaşları 100’ü aşkın gönüllüden kurulması düşünülen bu orduya katılacaklarına dair imza alarak bu dilekçeleri Mısır’daki İngiliz komutanı General Maxwell’e iletirler. General cevabında savaşın o günkü durumunda Filistin’de bir cephe açılmasının söz konusu olmadığını, fakat Siyonistler ısrar ettikleri takdirde onlardan bir katır alayı oluşturarak, cephane ve malzeme taşımak amacı ile Çanakkale’ye yollayabileceğini belirtir.
Jabotinsky için bir katır alayı gibi onur kırıcı bir lejyon oluşturmak ve Filistin dışında bir cepheye sürülmek kolaylıkla kabul edeceği bir şart değildir. Maxwell’in önerilerini bütün bir gece arkadaşlarıyla tartışan Jabotinsky, proje sonuçlanmadan diğer Siyonist arkadaşlarıyla görüşmek üzere Avrupa’ya hareket eder. Arkadaşı Trumpeldor’a General’in fikrini değiştirdiği takdirde derhal kendisini aramasını tembih eder. Aslında Jabotinsky Siyonistlerin Çanakkale’ye sevklerinin muhalifi değildi; ileride hatıralarında projeyi destekleyen arkadaşı Trumpeldor’un haklı, kendisinin ise haksız olduğunu itiraf ederek, “Filistin’e Çanakkale’den giden yol doğru yoldu” diyecektir.
‘Filistin için Türkleri ezmek!’
Kendisinin fikrini soran Jabotinsky’e Trumpeldor, “Türkleri Filistin’den atmak için onları ezmek zorundayız. Buna ise kuzeyden veya güneyden başlamışsın; bu sadece bir taktik meselesi. Nasıl olsa her yol Sion’a çıkar” cevabını vermişti.
Karizmatik Siyonist portreleri içinde ayrı bir yeri olan Joseph Trumpeldor Rusya’da dişçilik eğitimi görmüş, genç yaşta katıldığı Rus-Japon Savaşı’nda sol kolunu kaybedince madalya ile taltif edilmişti. II. Abdülhamid döneminde Filistin’e yerleşerek Galile’de kolektif çiftlikte çalışmaya başlamışken Büyük Savaş’ın başında İskenderiye’ye göçecekti. General Maxwell’in önerisini kabul eden Trumpeldor, Jabotinsky’nin Musevi lejyonu projesini yalnız başına gerçekleştirecekti.
Kahire’deki İngiliz yetkilileri 650 gönüllüyü asker olarak yetiştirmek üzere İskenderiye’ye Albay John Henry Patterson’ı (1867-1947) göndereceklerdi. Gençliğinden beri Musevi tarihi, gelenek ve inançlarını yakinen incelediğini 1916’da Londra’da yayınladığı Siyonistlerle Gelibolu’da adlı eserinde yazan Patterson, kısa zamanda Sion ordusunun en ateşli taraftarı olacaktır. 1915’te Siyonistlere Çanakkale’de komutanlık eden Patterson, üç sene sonra onların başında Filistin’e girecektir.
Bugün İsrail’de Jabotinsky Enstitüsü nezdindeki belgeler bize Patterson’ın 1940’larda bir Sion ordusu kurulması amacıyla gazetelere makale ve içlerinde J. W. Fulbright’ın da olduğu bazı Amerikan kongre üyelerine ve başkanına ikna edici mektuplar yazdığını, ayrıca İngiltere’nin Filistin politikasını eleştirdiğini aktarmaktadır.
Hayatında hiçbir zaman İsrailoğullarının kumandanı olarak başlarına geçeceğini düşünmediğini itiraf eden Patterson üç hafta gibi kısa bir zaman içerisinde Gibbari kampında Sion gönüllülerinden büyük bir müfreze oluşturmayı başaracaktır. 500 asker ve 750 katırdan oluşan Sion Katır Alayları muharebe için gerekli teçhizatı kuşanmış olarak ve yakalarında sarı renkli Davud yıldızı işlenmiş bir şekilde H. M. Hymettus ve H. M. Anglo-Egyptian gemilerine yüklenerek 17 Nisan 1915’te Gelibolu’ya hareket ederler.
Balfour ve Çanakkale
Seddülbahir yöresine ayak basan müfrezesinin ilk harekâtını Patterson’ın seyir defterinden takip etmek mümkündür. Siyonistlerin esas amacı cephedeki müttefik askerlerine askerî malzeme ve yemekle takviye etmek olduğu halde Çanakkale Savaşları’nın o hercümerci içinde kurşun sıkmak imkânını da bulacaklardır. Açılan ateş sonucu ürken katırların kendi siperlerine doğru doludizgin ilerlediklerini gören Türkler, bunları düşman süvarisi sanarak gerekli tedbiri alınca Siyonistler kendilerini muharebenin en sıcak kesiminde bulacaklardır. Bu gibi örnekleri Patterson’ın yazdıklarında bulmak mümkün.
Cesur ve cengâver bir millet olarak tanımladığı Türkler için Patterson’ın kitabı ilginç bazı gözlemleri de ihtiva eder. Adamlarından bazılarının Türklere esir düştüğünü yazan Patterson, “bu alicenap insanların askerlerimize iyi davranacağını bilmek benim için en büyük teselli olmuştur” diyecektir. Türklerin “temiz savaştığını” kaydeden Patterson, hatta bir gün Türklerin beyaz bayrak çekerek onlara seyyar hastaneyi cephe gerisine almaları gerektiğini, aksi takdirde yanlışlıkla hastaları bombalayabileceklerini hatırlattıklarını aktarır.
Patterson’a göre savaşta Türklerin kendilerine özgü bir mizah anlayışı vardır. Şöyle ki, bir gün bir Fransız erinin fırlattığı el bombasının kafasına çarptığını gören Mehmetçik patlamayan bombayı geri yollayarak sinirle siperden dışarı “Katiller, katiller! Az daha beni öldürüyordunuz!” diye bağırmaktan kendini alamamıştır.
Patterson’ın aktardığı başka bir anekdot da müttefiklerin gemileri ve tüm topları ile Türk siperlerini bombardıman ettikleri bir güne rastlar. Bütün gün süren bu top fırtınasının sonunda Türkler ön hatlardan büyük bir pankart çıkararak İngilizlere mesaj yollarlar. Pankartta İngilizce olarak aynen şöyle yazmaktadır: No casualties (kayıp yok)!
Sir Ian Hamilton’un yazılı takdirine mazhar olan ve askerlerinden birinin madalya ile taltif edildiği Sion Katır Alayı savaşta 8 erini ve 47 katırını kaybedecektir.
Siyonistlerin desteği müttefiklerin Çanakkale’yi geçmelerini garantilemez. Patterson bu hususu kitabında çok açık bir ifadeyle dile getirir: “Gelibolu harekâtı İngiliz silahlarının konuştuğu en büyük yenilgi olarak tarihe geçecektir.”
Ancak Jabotinsky kendi açısından mutludur. Ona göre Balfour Deklarasyonu, ilanını Çanakkale’deki Sion Katır Alayı’na borçludur.