Macarların Türk kökenli olması fikri etkili olmuş olabilir mi orayı tercihinde?
Vallahi bilmiyorum. Zannedersem Behiye halamın bir tanıdığı varmış Macaristan’da. Veyahut diğer aileden birileri de indiler orada. Sultan Abdülhamid’in ikinci oğlu Abdülkadir Efendi ve çocukları, iki hanımı... Neslişah Sultan orada doğmuş. Ziyaeddin Efendi’nin kızı Rukiye Sultan oradaymış. Sultan Murad’ın küçük kızı Fatma Sultan, büyükbabam ve halalarım da oradaymışlar. Sonra Nice’e gitmişler. 1929’da annemle babam Nice’te nişanlanmışlar. Sabık padişah Vahdeddin San Remo’daymış. Nice deyince, San Remo’dan Cannes’a kadar uzanan güney sahilindeymişler. Ama çoğunluk Nice’teymiş.
Annenizle babanız evlenmeye karar veriyor. Peki hanedan reisinin evlilikle ilgili kanaat bildirmesi sözkonusu olmuş mu?
Edep gereği bir etkisi olur, evet. Sultan Vahdeddin 1926’da vefat etti. Teknik olarak iki sene süreyle aile reisi oydu fakat bir rekabet vardı Halife Abdülmecid’le arasında. Çünkü Abdülmecid de “Ben halifeyim, aile reisi benim” diyordu. Belki bazı fertler, Aziz dalından olanlar onu halife kabul ettiler.
Halife İsviçre’deymiş ilk seneler. Sonradan Nice’e gelmiş. Orada Villa Carabacel diye bir villaya yerleşmiş. İlk sene mühim bir hadise yaşanmış. Babam işgal senelerinde tanıştığı asil bir Fransız subayıyla Nice’te karşılaşmış. Babama, “Geçen görüştüğümüzde sen saraylıydın, şimdi bu durumdasın, bir kahvede karşıma çıktın” demiş. Babam derdini anlatmış: “Türk hükümeti bize bir senelik pasaport verdi ama bir sene sonra iptal edildi. Artık burada kaldık, bir yere gidemeyeceğiz.” Bunun üzerine adam, “Benim bir akrabam Dışişleri Bakanlığında müsteşar, çok ünlü biri” demiş. Bu mühim kişiye gitmişler. Bunun üzerine Fransız hükümeti tüm Osmanlı şehzadelerine, sultanlarına Fransız vatandaşı olarak değil, “Osmanlı vatandaşı” olarak pasaport vermiş. 1920’lerden 1980’e kadar isteyen herkesin üzerinde “Osmanlı vatandaşı” yazan Fransız pasaportu oldu böylece.
Ben dahil. 40 yaşına kadar “Prens Emperyal” olarak Fransız pasaportum vardı. Hala muhafaza ediyorum. Babama “Sen bir liste hazırla, kim istiyorsa pasaport verelim” demişler. Babam sayesinde hepsi pasaport sahibi oldu. Halife dahil.
Aile reisi mühim mi? diye sordunuz. Tabii ki mühimdi. Sultan Vahdettin’in vefat ettiği 1926’dan 1944’e kadar 18 sene Halife Abdülmecid aile reisiydi. Bu tür şeyler sorulurdu. Mesela bir kişiyi aileden azletti, kim olduğu hatırımda değil. Uygunsuz bir izdivaç, bu tür şeyler… Ama realitede pek bir şey fark etmedi.
Halifenin kızı Dürrüşehvar Sultan Haydarabad Nizamı’nın büyük oğluyla evlendi. Küçük oğluna da bir sultan arıyorlarmış. Annemin ismi geçmiş. Annem hiç istememiş, çünkü babama âşık. Bunun üzerine Fuad amcam, kız kardeşi Adile Sultan’ın kızı Nilüfer Hanım Sultan’ı önermiş. Böylelikle o zaman dünyanın en zengin adamlarından Nizam-ı Haydarabad’ın oğullarıyla evlenmişler. Annemle babam da aynı gün evlenecekmiş. Ama bir aksaklık olmuş ve birkaç hafta sonra, Kasım 1931’de evlenmişler. Halife Abdülmecid kendisini ciddi olarak aile reisi addetmişti. Her şeye karışmak isterdi. O zaman bir sürü mücadele veriyorduk petrol işlerinde. Kerkük ve Musul’daki arazilerle ilgili Lahey’e kadar gidildi. Bu bakımdan bir liderlik gösterdi Halife ama sonra Dünya Harbi patlayınca Avrupa’nın bir felakete doğru gittiğini gören pek çok kişi Mısır’a geldi. Ama Halife Paris’te kaldı ve orada vefat etti.
Fransız milliyetperverlerinden bir kısmı Abdülmecid’in evine sığınmış. Nazi subayları almaya gelmiş. Abdülmecid “Ben Osmanlıyım, bana sığınanı vermem mümkün değil. Ancak kendileri gitmek isterse gidebilirler” demiş. Bunu duydunuz mu?
Duymadım ama benzer bir şey oldu. Ömer Fevzi Efendi, ki Sultan Reşad’ın büyük oğlu Mehmed Ziyaeddin’in oğludur, sarışın, mavi gözlü biridir, o yakalandı. Fransız direnişçileri onu Nazi ajanı zannettiler. “Almanca bilmiyorum” dedi, inanmadılar. Başına bela açıldı. Fransız olmadığı belli, çünkü Fransızcası zayıftı. “Aileme sorun” demiş. Halifeye gittiler de paçasını öyle kurtardı.
Abdülmecid 1944’e kadar aile reisliği yaptı. Sonra yerine kim geldi?
Harp sırasında zaten kimse birbiriyle irtibatta olamadı. Abdülmecid’den sonra büyükbabam aile reisi oldu. Onun iki hanımı vardı. Safiru ve Nevrestan Hanım. Büyükannem babamla İskenderiye’de kaldı. Büyükbabam da diğer hanımıyla Beyrut’a gitti. 1954’teki vefatına kadar büyükbabam aile reisiydi. Bu müddet zarfında Lübnan ve Suriye’de herkes ona çok itibar ederdi. Mısır’dan yazları oraya gidenler oldu. Büyükbabam işini ciddiye alırdı. Bayramda seyranda herkes gelip elini öperdi. Suriye ve Lübnan’dakilerde böyle bir adet vardı. Amcam da iyi bir aile reisiydi. Bir de o zaman herkes birbirini tanıyordu. Türkçe konuşuyordu, aynı zihniyetteydiler. Halbuki şimdi herkes farklı eğitim görmüş, farklı ülkelerde yaşamış, başka lisanlar konuşuyor. Birbirinden koptular. Eskiden aile reisi ciddiye alınıyordu. Bir izdivaç olunca kendisine sorulurdu. Ben halen bu tür şeyleri tatbik ediyorum. Evlendiğimizde aile reisine bildirdim, kendisini davet ettim. Ondan sonra büyükbabamın küçük kardeşi uzun süre hanedan reisi oldu.
Halen Osmanoğlu ailesinin reisi olması gereken Osman Beyazıt Efendi kamuoyunun önüne çıkmıyor, galiba sevmiyor böyle şeyleri…
Hiç sevmez. Ben ona “Gelin burada oturun, bir şeyler yapalım” dedim ama istemiyor. Çok içine kapalı. Osman Ertuğrul da öyleydi, eşinin sayesinde ortaya çıkardı. Ömrü boyunca dışarıda kalmış. 90 yaşına gelmişken Türk vatandaşı oldu. O zamana kadar buna teşebbüs etmemişti.
Ailenize dönelim. 1931’de evlendiler. Sonra siz mi dünyaya geldiniz?
Mısır hanedanının ailemize çok büyük hürmeti vardı. Kral, Fuad’dı o zaman. Sonra Faruk oldu. Hanedanın tersine baba-oğul bize pek itibar etmezlerdi; İngilizlerin adamıydılar. Hıdiv Abbas Hilmi, 1. Dünya Harbi’nde onların oyununu oynamak istedi. “Benim efendim Padişahtır” dedi. Osmanlı taraftarıydı; İngiliz taraftarı olmayı kabul etmedi. İstanbul’daydı; bunun üzerine ülkesine dönmesine izin vermediler. Melik Hüseyin’i başa getirdiler. İngiliz oyununu oynamayınca onu da ayırdılar. Gittiler, Roma’da kendi dünyasında yaşayan kumarbaz Fuad’ı buldular. “Gel kral ol ama bizim oyunu oynayacaksın” dediler, öyle oldu. Onun için bizim aile Fuad’ı sevmez, o da bizi sevmezdi. Ama diğer aile de kendi krallarından pek hoşlanmazdı bu olaylardan dolayı. Çoğu harp esnasında dahi İngiliz taraftarı değildi. Bazıları İngilizler tarafından hapse atıldı.
Kısacası Mısır’da kraliyet ailesinden çok zengin prensler Osmanlı hanedanı mensuplarına yardımda bulundular. Dairelerini verdiler mesela otursunlar diye. Birisi okul paramı verdi. Bir de Mısır’ın, İskenderiye’nin iklimi çok güzeldi. Avrupa’ya nazaran kışları daha rahattı. Bir de İslam ülkesi. Onlara uygun geldi ve alıştılar, uzun seneler orada yaşadılar. Annem vefat ettiğinde 60 senedir (1935’ten 1995’e) oradaydı. Ailenin çoğu Kahire’deydi ama önemli bir kısmı İskenderiye’deydi. Sultan Reşad dalı, iki oğlu Mehmed Ziyaeddin ve Ömer Hilmi İskenderiye’ye yerleşti. Üçüncü oğlu Mahmud Necmeddin buradayken vefat etmişti. Ziyaeddin Efendi’nin altı kadar çocuğu İskenderiye’deydi. Namık dayım, Ömer Hilmi Efendi’nin oğlu ve kızı oradaydı. Sultan Hamid dalından olanlar genellikle Kahire’deydi. Sultan Aziz dalı da Kahire’deydi.
Siz İskenderiye’de doğdunuz.
Evet, 2. Dünya Harbi esnasında, 1940’da doğdum. 18 sene Mısır’da yaşadım. Victoria Koleji’ne gittim. Her şey İngilizceydi ama Arapça ve Fransızca tedrisat da vardı. Böylece dört dili öğrenmiş oldum. Evde Türkçe konuşurduk, sokakta Arapça, okulda İngilizce. Ecnebiler arasında da Fransızca konuşulurdu. İskenderiye o zamanlar kozmopolit bir şehirdi. 100 sene öncesinin İstanbul’u gibi... Birçok İtalyan, Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani, Lübnanlı, Levanten…
Şehzade Ömer Faruk Efendi’yle çok yakın temasınız olduğunu biliyorum. Kendisiyle hatıralarınız var mı?
Ömer Faruk Efendi son Halifenin tek oğlu, Abdülaziz’in torunuydu. Çok güçlü bir karakteri vardı. Sertti, zordu. Eşi Sabiha Sultan ise daha yumuşaktı. Üç kızları vardı: Neslişah, Hanzade ve Necla sultanlar. Maaile 1930’ların sonunda Nice’ten Mısır’a geldiler. Kızlarını Mısırlı prenslerle evlendirdi. En büyüğü Neslişah, geçtiğimiz sene vefat etti, Hıdiv’in oğlu Abbas Hilmi’yle evlendi. Necla ile Hanzade iki kardeşle evlendiler: Muhammed Ali İbrahim ve Amr İbrahim.
Ömer Faruk Efendi oğlu olmasını çok isterdi. Babamın çok yakın arkadaşıydı. Zihniyetleri de çok yakındı. Nice’te beraberdiler, birbirlerine çok yardım ettiler. Kahire civarında otururlardı. Kışları büyük halam Behiye Sultan’a giderdik. Noel tatilinde, yılbaşında. “İskenderiye soğuk” derdik. Bir de İskenderiye’de evi vardı Faruk amcanın. Oraya giderdim yazın. Yani beni çok gördü. Beni Osmanlı şehzadesi olarak severdi ama çok sert davranırdı. Beraber yüzer, balık tutardık. Tüfekle balık vururdu suyun altında. Ben de gitmek isterdim fakat annem çok kızardı. Kazara elinden fırlarsa balık yerine beni vurur diye (gülüyor).
Faruk Efendi’yle Kral Faruk iyi anlaşırlardı. Faruk amca çok agresif bir anti-İngiliz’di. İngilizler harp esnasında yakalayıp hapse attılar onu. Rommel geldi İskenderiye’nin yakınına kadar Montgomery ile muharebe ediyorlar. El-Alemeyn’de Rommel kazansaydı 24 saatte İskenderiye’ye girerdi Alman ordusu. Faruk amca Almanları sever, yardım ederdi. 1. Dünya Harbi’nde Potsdam’da subay olarak Kayzer II. Wilhelm’in yaveri olmuş.
İnebolu’ya gemiyle gidişini anlatır mıydı? Milli Mücadele’ye çağrılıp sonra yoldan çevrilmesini...
O konuyu biliyorum ama bana bir şey anlatmadı. O zamanlar 10 yaşında bile değildim. Bir süre bizim evde yaşadı, çünkü Sabiha Sultan’la arası açıldı ve boşandılar. Sabiha Sultan kendi evinde kaldı. Faruk amca ise bize geldi. Tek oğlan olduğum için biraz şımarık bir çocuktum. Faruk amca gelince birdenbire bir istibdat oldu, askerî bir rejim geldi evin içine (gülüyor). Hoşlanmadım bu durumdan. Babam çok daha yumuşaktı ve bana fazla karışmazdı. Faruk amcam gelmiş, bizim evde oturuyor. Beğenmediği bir şey oldu mu söylerdi. Annem ve babamdan hiç dayak yememiştim. Bir gün dördümüz yemek yiyoruz, Faruk amca karşımda. Bana bir şey söyledi, “Yeter artık” dedim, “nedir bu?” Elimde gevrek mi vardı bilmiyorum, kızdım fırlattım ona (kahkaha atıyor). Yüzüne geldi. Fırlayıp ensemden yakaladı. Bir vuruyor, bir vuruyor… İlk dayağımı ondan yedim. Ama hak etmiştim tabii!
18 yaşınızda mı İngiltere’ye gittiniz?
Gitmeden önce başka ilginç hadiseler oldu. 1952’de Kral tahttan indirildi, İtalya’ya gitti ve Cumhuriyet kuruldu. Muhammed Necîb isminde biri reisicumhur oldu. Bir iki sene sonra Cemal Abdünnasır iktidara geldi. Bize yardım eden prensler parasız kaldı. Evleri, sarayları, arazileri, hepsi ellerinden alındı. Kimseye yardım edecek durumda değillerdi. Dolayısıyla durumumuz maddi bakımdan epey değişti. 1956’da Süveyş Harbi oldu; Yahudiler, İngilizler, Fransızlar Kanal’ı istila ettiler. İskenderiye’yi bayağı bombaladılar. Okuldaki hocalarım tutuklandılar düşman olarak, okul kapandı. 16 yaşındaydım, Ekim ayıydı. Üç ay kadar okula gitmedik. O müddet zarfında biz de tutuklandık, çünkü Fransız pasaportumuz vardı, bu nedenle biz de düşmandık. Süveyş Harbi’ne kadar Fransız pasaportu çok güzeldi, sonra problem oldu (gülüyor).
Bir ara evden çıkamadık. Evvela Fransız vatandaşı olduğumuz için bizi Mısır’dan yollamak istediler. Babamı insanlar tanıyor tabii, “Bu Fransız değil, Osmanlı şehzadesi, Müslüman, Türk” dediler. Onu tespit edinceye kadar zor zamanlar geçti. Neyse ki atlattık. 1952 ve 1956’daki Fransız pasaportu taşıma vakası bizi zorladı. Okul ondan sonra bambaşka bir şeye döndü. İngiliz okuluydu, ismi Kraliçeden dolayı Victoria Kolej’di, onu değiştirip Victory Kolej yaptılar. Ama yine amblemi VC idi.
İki sene daha devam ettim. 1958’de İngiltere’ye gittim. Londra’da ikamet ettim ve muhasebecilik için hem okudum, hem staj yaptım. Burslu değildim. Bir sene kaybettim, çünkü geçtiğim imtihanları kabul etmediler. O zamana kadar hep kabul ederlerdi ama Süveyş harbinden sonra imtihan odasında olan hocalar İngiliz olmadıklarından itimat etmediler. Dolayısıyla bir sene öyle geçti. Bir daha imtihana girdim. Sonra beş sene hem çalıştım, hem tahsilimi sürdürdüm. Aileden para aldığım halde yetmiyordu. 1964’de okulu bitirdim.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım