Sanatın aynasında tarihi seyretmek
Sanatla yoğrulan kalplerin hayata bakışı daha berrak oluyor, ayrıntıları görmek konusunda hünerleri ise aşikâr. Prof. Öke, tarihin derinliklerine kulaç atarken sanat ile nasıl hemhal olduğunu anlatıyor. Tabii bu ay rafında ağırladığı misafirlerinin eşliğinde…
Kültür, bireyi ve toplumu aidiyet halkası içinde anlamlandıran bir organizmadır. Kültürün, salt kavram olarak değil, “bediîleşerek” sanata dökülmesi bence arzulanan/ hedeflenen bir uğraş olmalıdır.
Ülkemizde kültür ve sanat birikimimizi canlı tutan aziz bir dostumuz var: Beşir Ayvazoğlu. İnce, zarif ve estetik bir mizaca sahip olan Beşir Bey, kılı kırk yaran araştırmacılığını akıcı ve sıcak üslubuyla hemhal edip birbirinden güzel kitaplarla karşımıza çıkmıştır. Bu kez merhum Malik Aksel’i işlemiş. Karakalem resimle de ülfeti olan biri olarak bize bir Aksel külliyatı kazandırdığı için ona şükran borçluyuz.
Aksel ressam, yazar ve koleksiyonerdi. 1901’de Rumeli’de doğan bu önemli kültür insanı, gezip gördüklerini tuvale ve kâğıda dökmeyi ne kadar da güzel başarmış. Naif, o ölçüde de berrak üslubu onu takip edenlerde kendisine hayranlık hissi uyandırıyor. Aksel her şeyin ötesinde bir İstanbul kâşifidir. Bu muazzam kenti (dili, adab-ı muaşereti, adetleri, hatta hurafeleriyle) ayrıntılarıyla aktarır bize. Kapı Yayınları hatırı sayılır bir iş yaparak Aksel’in çeşitli zamanlarda çıkan makale ve kitaplarını bir araya getirip yeniden yayınladı. (Malik Aksel, Sanat Hayatı: Resim Sergisinde Otuz Gün; Türklerde Dini Resimler ve Anadolu Halk Resimleri, İstanbul, 2015.)
Eserlerin hepsi ilginç, okumaya değer. Bir resim sergisini 30 dakikada gezebilir insan. O da eğer resim sergisine gitme alışkanlığı varsa! İşte orada geçirdiği 30 günü 300’e yakın sayfada anlatabilmek ressama özgü bir “basir” (görme) yeteneği olmalı. Hayran oldum. Gıpta ettim. Amatör bir ressam(cık) olarak çok muhataralı bir konu olan İslam ve resim ekseninde Türklerde Dini Resimler kitabını ezber bozucu bulduğumu söyleyebilirim. Bir de Anadolu köylüsü iptidaidir; sanattan,
anlamaz diyenlere Anadolu Halk Resimler i kitabı yanakta kırmızı iz bırakan şamar gibidir, doğrusu.
Yukarıda saydığımız eserleri yayına hazırlamanın yanı sıra Ayvazoğlu, bir de biyografi döktürmüş: Malik Aksel: Evimizin Ressamı (İstanbul, 2011). Aksel’in sireti Ayvazoğlu’nun uyumlu yazım stiliyle birleşince ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi dedirtiyor. Kitapta fotoğraflar ve tablolar da mevcut.
Ekleyeyim: Ayvazoğlu sadece biyografiyi değil, Türkiye’nin o yıllarını da yazmış, hem de sanatla yoğurarak. Ellerine sağlık.
Ayak izlerinde tarih saklıBakınız, son kitaplarımda ben de tablolara ve edebiyattan aktarmalara yer veriyorum. Evet, tarihçiyim ve tarihin derinliğine varabilmeniz için mutlaka o zaman dilimindeki insanların yürürken bıraktıkları izlere bakmanız icap etmektedir. O itibarla resimler de aynadır tarihe, romanlar da… Mesela Latin Amerika’daki cuntaları Marquez’in Başkan Baba’nın Sonbahar ı kitabını okumadan anlayamazsınız. Son kitabım Aşkın Ekolojisi’nde kullandığım tablolar, idrak ve inşa düzleminde kent-insan ilişkilerini aktarmada bana çok yardımcı olmuşlardı. Tarihi “kavramak”, “basir” gerektirir. “Semi” (duymak) de unutmamalı. Bu bağlamda mesela musiki de bir devrin aynasıdır. Müzik tarihi okumayı bundan dolayı çok severim.
Şimdi hekimlerle ilgili bir kitaba değinmek istiyorum. İnsana “yok böyle bir şey!” dedirtecek nefis ve kapsamlı bir çalışma. Tam 800 sayfa. Bir hekim olan Prof. Dr. Metin Özata müthiş bir külfete girişmiş Atatürk ve Hekimler (İst., 2015) kitabını yazmış. Kitap (dedem dâhil) sadece bir hekimler biyografi(leri)si değil. Bahsedilen zatların Türkiye’nin en kritik yıllarındaki görevleri de bu tarihî fonla birlikte verilmiş ki hizmetleri anlamlandırılabilsin.
Özata eserine Tıbbıye’den başlamış, İttihatçıların doktorlarla ilişkisini özetledikten sonra 1911’den 1922’ye kadar cepheleri dolaşmış,
Atatürk’ün hastalığı ile bitirmiş. Bu muazzam akışın seyrini bize ayrıntılarıyla veriyor. Tebrik üstüne tebriği hak ediyor.
Aziz dost Mehmet Gündem, İshak Alaton’un biyografisini kaleme almış: Lüzumlu Adam (İst., 2013). Eser bize özgeçmişlerin, yakın tarihin öğrenilmesinde ne kadar hayati bir role sahip olduğunu gösteriyor. Bireylerin tarihin akışı içinde “sürüklenen” piyonlar olmaktan öte, günün trendlerini “şekillendiren” varlıklar olduğunu unutmamalıyız. Birey-toplum ilişkisi, bize o süreçleri kişilerin hikâyeleri çerçevesinde canlandırmakta yardım eder.
Gündem, özellikle bu “anahtar” yaklaşımı kullanıyor ve Alaton’u Türkiye ve dünya perspektifinde ele alıyor. Sadece genç nesil için değil, hayata yeni başlayanlar için de adeta bir başarı kılavuzu.
Biyografi akıcı ve kolay okunuyor. Fotoğraflarla bezenmesi de elinizden bırakmanıza engel oluyor. Gündem ne güzel yazmış: “Hedefi belli olmayan yelkenliye hiçbir rüzgâr yardım edemez”.
Çalışmanın devamı da var: Alaton II: Lüzumsuz Adam. Onu da okuyayım. Birlikte tartışırız