Şule Gürbüz
Zaman ölçümü ve bunda hassasiyet yakalama, yakaladığından bir hakikat umma düşüncesi aslında ne kadar dünyevî ise de bu dünyevîliğin merdiveni bazen göğe uzanır. Öbür dünyanın varlığı dünyeviliğe halel getirir ve mekanisyen her ne kadar zamanı ölçeceğim diye sürtünmeyi azaltsa da dünyanın ve yaşamın enini boyunu değil, onda ne kadar zamanda ne yapıldığını ölçer. Ancak yapılanların ne ve ne kıratta olduğunun ölçüsü merdivenin öbür ucuna uzanır.
İlk zaman ölçüm aletleri dendiğinde su saatlerinden, kum saatlerinden, güneş saatlerinden bahsedildiğini hemen herkes bilir. Ancak bunlar zamanı ölçmekten ziyade içinde bulunulan anın kaç kova suya veya kaç kum zerresine, hatta ne uzunlukta bir gölgeye denk geldiğini bilmeye eştir. Zamana değil işe, meşguliyete dair bir ölçümdür. Şimdiyse iş ve meşguliyet olmasa dahi ölçülen ve sarfına nazar edilen, bundan ye’se düşülen bir zaman var. Çünkü kum saati biteviye akmıyordu; kum ve su tükendiğinde zaman da tükenmiş gibi olduğundan ondan geriye kalan durgun ve akmayan, yani telaşa mahal bırakmayan bir zamandı.
Yine de zamanı ilk ölçme gayretinde olanlar, vakti nakde tahvil etmeyi ve bu hususta elifi elifine bir kesinlik elde etmeyi esas almış değillerdi. Bu ilk ve saf haliyle, sabahı öğleye uzanan halinde, öğleyi akşama uzanan ışıkta, akşam alacasını sabah ağarmasında ölçüyorlardı. Yani zamanı bilmek, bir günün hangi mevsimde ne kadar ışık ettiğini ve bunların ne uzunlukta olduklarını, mevsimlerin farklılıklarını ve tekrarını bilip anlamaya yönelik herhangi bir tabiat kanununu çözmek gibi bir gayretin sonucuydu.
Çözüldüğünde zaman, çözülmeden evvelkinden farklı değilse de düzen kurarak yaşayabilmek her ayağı yere değenin ve başını kaldırıp göğe bakanın aslî meselelerinden biri olduğundan, önemliydi. İlk güneş saatlerinde, hesaba kolay gelsin diyerek ağız birliği edilmiş 1’er saatlik tam 24 eşit dilim yoktu. Sabah saatleri öğleye, özellikle öğleden sonra saatlerine göre daha uzundu. Güneş saatinin gölgeyi ölçen gnomonu da böyle gösteriyordu.
Sonraları ezanî saate göre ayar edilen, yani akşam ezanında günün bitip öbür güne devredildiği ve normal mekanizma ile işleyen, ancak akşam ezanı duyulduğunda el ile gece 12 yapılan saatin de mevsimlere, güne, günlerin uzayıp kısalmasına göre işleyen standart olmayan bir ayarı vardı.
Standartlaştırılan zaman, yaşanıp içinden geçilen ve az çok sezilmesi gerekeni değil, her şeyin hep aynı kalacağını düşünerek yaşamanın planına göre işleyen; şekil ve duygu değişimini değil, aksine bunlarla vakit kaybetmeden yol almanın peşine düşen saattir.
Zaman bir boşlukta yüzerken…
Bugün kullanılan standart saat vakti mevsimden, ışıktan, onlarla bir hal olmaktan koparmış, sabahın erken ve bereketli saatlerini herhangi bir saat yapmış ve aslında maddî bereket uğruna asıl bereketlere set çekmiş, kalkılacak halde yatırmış, yatılacakken sıçratmış, görüp anlayacak ve duyacakken göz ovalatmış sathi ve cılız bir saattir. Uyum; tabiata, yaratılmışa ve onun hali ile hallenenlere değil de günleri birbiri üstüne yığıp fayda umana uymak olunca, insanın bugününden fayda ve çokluk umması, günlerin günlerin içinde yüzdüğünü sezmesi pek şahsîleşmiş, kişisel tecrübe halini almış, anlatılamayanlar arasına katılmıştır.
Saatler nasıl bir dünya düzeni isteniyorsa onun ölçümünü verir. Yani sahibini ölçer; onun önem verdiğini ölçer.
Mekanik saat 14. yüzyıldan 19. yüzyıl sonuna kadar en mahir ustaları ile bu kesinliği elde etmek için uğraştı durdu. Mekanik saatteki her ilerleme ve buluş, diğer buluşlara mihenk oldu. İlk katedral, meydan ve cephe saatlerinden, onların hantallığından kurtulup 16. yüzyılda cesameti ufalarak evlere girecek boyuta geldi. Sadece akrep ibresi ile yaklaşık saati söylerken yelkovanı peşine takıp huzurunu feda etti. Yelkovanı saniye, saniyeyi takvim, takvimi perpetual, perpetuali kronometre, kronometreyi türbülon, türbülonu lüks takip etti.
16., hatta 17. yüzyıl başına kadarki akrep saatlerin ağır ve kimsenin kovalamadığı asude yürüyüşünün bir benzeri, ezanî saatin kullanıldığı zamanlarımızda mahsus yaşanmıştır.
Mekanik saatlerdeki ilaveler insanlığa bir şey katma değil, maddî fazlalıklarını saat üreticileri tarafından alma anlamı taşır. Çok hassas onlarca incelikle donanmış saatler, mekanisyenler ve yapılabilirlikleri o incelikte makinelerde görmekten lezzet bulanlar için çok yüksek kıratta işler olsa da mekanik saatin gösterdiği gelişmeyi ve değişerek başkalaşmayı, incelmeyi ve hassasiyeti gösteremeyen insanoğlu için neyi ölçtüğü belirsizdir.
Saatlerin artık kendilerine hayran gözleri ölçtükleri ve gözlerinin kimin gerçek alıcı olacağını sezecek kadar keskinleştiği aşikâr.