Osmanlı’nın Güneydoğusu Yemen’di
İmam Yahya Cihan Harbi’nde Osmanlı’ya sadık kaldı ve Yemen 1923’te bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Zeydilere zor kullanmakta ısrar etseydi de Yemen yine eninde sonunda özerkliği elde edecekti, ancak daha fazla kan dökülmesi pahasına…
Yemen'de 1891'de ayaklanan ve Osmanlı idaresine karşı bir gerilla savaşı başlatan İmam Mansur'un 3 Haziran 1904'te ölmesinden sonra yerine daha çetin bir ceviz olan oğlu Yahya geçti. İmam Yahya birkaç aylık hazırlıktan sonra Kasım'da 1 yıl sürecek daha yaygın bir isyanı başlattı. Bugün Güneydoğu'da çatışmalarda hayatını kaybedenler hakkında 'şehit' kelimesi üzerinden yürüyen tartışmalar gibi, o zaman da kelimeler birer savaş alanına döndü. Osmanlılar 'eşkıya'nın bozduğu asayişi iade etmeye çalıştıklarını, Zeydiler ise 'cihad' ettiklerini düşünüyorlardı.
Asi kuvvetlerin sayısı, Osmanlı garnizonlarındaki askerlerin en az 2 katıydı, üstelik silah üstünlüğüne de sahipti. Aralık 1904-Nisan 1905 arasında İmam Yahya kuvvetlerinin kuşatması altında kalan San'a ahalisi ve askerler, kıtlıktan dolayı evvela deve ve atları, ardından köpek ve kedileri yemek zorunda kaldılar. Mayıs 1905'e kadar San'a'nın bütün kazaları düştü. Rıza ve Feyzi paşalarla gönderilen 2 büyük ordusu yenilen Osmanlı Devleti, Yahya'yı askerî güçle yenemeyeceğini anladı ve barış yapmak için 1906'da Mekke'ye bir ulema heyeti gönderdi. İmam Yahya Mekke'ye gitmedi, bir mektup göndermekle yetindi ve 1911'e kadar kabul edilmeyecek (kadı tayin yetkisi, Zeydi kabileleri için vergi muafiyeti gibi) şartlar öne sürdü. Yemen'den bir seyyid ve ulema heyeti de İstanbul'a geldi, Padişahın huzuruna çıktı.
Yemen'de isyan çıkmasında oradaki askerî ve sivil memurların büyük vebali vardı. Askerî yetkililerin hakkaniyetsiz ve yolsuz idaresi hususunda dönemin sadrazamı Ferid Paşa, Padişahı Mart 1904'te uyarmıştı: “Yemen vilayetince dahi teşettüt-i idare aynı hal ve merkezde olup her ne esbâba mebnî (sebebe dayalı) ise ahali hakkında” burayı yöneten Çerkes Abdullah Paşa tarafından “iltizâm edilmekte olan i'tisâfât idarece günden güne tezyîd-i müşkilât etmekte” olduğunu belirtiyordu. Bu vilayetin idaresinin ıslahı hakkında ciddi tedbirler almak gerekiyordu (YA.HUS. 468/20). 6 yıldır 7. Ordu Komutanı ve 1,5 yıldır vali vekili bulunan Abdullah Paşa, Sadrazamın Mart'taki bu şikayetine rağmen ancak Temmuz'da valilikten ve Ekim'de komutanlıktan uzaklaştırılacaktır.
Çözüm İslam birliğinde
Mansur ölüp yerine daha uzlaşılmaz olan oğlu Yahya geldiği sıralarda hükümet tam da Yemen idaresi hakkında esaslı bir ıslahatın eşiğindeydi. Zira 5 Temmuz 1904'te, yani Mansur'un ölümünden 1 ay sonra Yahya'nın isyan hazırlıklarına başladığından haberi olmayan İstanbul'da önemli bir gelişme oldu. Yemen'in “vüs'at ve cesâmeti cihetiyle temîn ve idâme-i asayiş ve inzıbat içün” biri birinci vali olmak ve diğerlerine nezaret etmek üzere 4 vilayete taksimi, vali maiyetlerinde birer muavin bulundurulması ve oradaki memurlar için düsturu'l-amel olacak bir talimat kaleme alınması hakkında bir nizamname layihası hazırlandı (YA.HUS. 475/21). 4 milyon nüfuslu Yemen'in bölünerek idaresini öngören metin, sanki Rumeli'deki 3 vilayetin, daha geniş yetkili bir genel müfettiş -adeta bir süper vali- idaresi altında yönetilmesinden esinlenmiş gibi görünüyor.
Sadrazam, değişimin getireceği malî yükten kaygılıydı. Yemen'in gelirleri giderlerini zaten karşılayamazken, şimdi daha da büyük masraf çıkacaktı. Hazine müsait değildi ve orada yapılacak ıslahatın malî meyveleri belki yıllar sonra görülecekti. Ancak Yemen'de asıl acil ve önemli olan; güvenliğin yeniden sağlanması, istikrarlı bir sükûn ve salâh devrinin başlaması, ahalinin halifeye irtibatının sağlamlaştırılması ve böylece İslam birliğinin güçlenmesiydi (“ahâli-i İslamiyyenin zat-ı akdes-i cenab-ı Hilafetpenâhî'ye istikmâl- i irtibatlarıyla... vahdet-i câmi'a-i İslamiyye'nin teyidi”).
Bunun için önceki yıllarda zaten alınmış olup her nasılsa bütünüyle uygulanamamış olan ıslahat kararlarının süratle icra sahnesine konulması yeterliydi. Bu yüzden önerilen yeni idarî teşkilat müsait bir zamana ertelenmeli, daha önce alınan ve uygulanmayan kararlar yürürlüğe konulmalıydı: Ulaşım kolaylığı için yol ve köprü tamir ve inşası, hükümet konakları yapılarak “şeref ve şan-ı hükûmetin o sûretle muhafazası”, limanların temizlenmesiyle gemilerin yanaşıp barınmalarını sağlayacak hale getirilmesi, rıhtımlar yapılarak ticaretin kolaylaştırılması, telgraf tellerinin uzatılması, nehirlerin ıslahı, vadilerde bentler inşaatı, arazinin sulanmasıyla ziraatın genişletilmesi, maarif ve mekteplerin yaygınlaştırılması, silah gibi kaçak eşya girişinin men edilmesi için Bahriye'den 1-2 küçük süratli vapurun gönderilmesi. Yani bir nevi GAP önerileri…
“Anadolu'dan adam gönderilmesi caiz değildir”
Sadrazam Anadolu ve Rumeli'den Yemen'e asker gönderilmesini de doğru bulmuyordu; çünkü bu işlem buralardaki Müslüman nüfusun azalmasına yol açıyordu. Artık bu uygulamaya son verilmeli, yerliden asker alınmalıydı (“Yemen kıtasının muhafazası içün mütevâliyen buradan kuvvâ-yı askeriyye sevki oranın havasıyla imtizâc edememekte olan Anadolu ve Rumeli ahali-i İslamiyyesinin tenâkus-ı nüfusunu ve bu da devletçe zâyiât-ı azîmeyi mûcib olmakda bulunduğundan... orada yerli asker kayd ü kabulü esbâbının teemmül ve istihsâli zımnında cihet-i askeriyyece acilen bazı esaslar kararlaşdırılarak bu emr-i mühimmin de mevkî'-i icrâya vaz'ı...”)
Yemen'e Anadolu ve Rumeli'den asker gönderilmeyip ihtiyacın yerli nüfustan karşılanmasına yönelik olarak Temmuz 1904'te verdiği öneriyi Ferid Paşa 3 yıl sonra bile uygulatamamıştı. Temmuz 1907'de Yemen asayişinin konuşulduğu bir Bakanlar Kurulu toplantısında görüşülen askerî raporda Yemen vilayetinde teşekkül edecek jandarma alayı efrâdının üçte ikisinin dışarıdan, yalnızca üçte birinin Yemen kıtası halkından tefrîk edileceği öngörülüyordu.
Sadrazam Ferid Paşa uzaklık ve iklimden dolayı kimsenin Yemen'e gitmek istemediğini, gidenlerin yolda firar ettiklerini de şöyle hatırlatıyordu: “Bu'd-i mesafe ve avârız-ı iklimiye ve hevâiyeden münba'is ahvâlden dolayı Anadoluyi şahanede ahalisinden kimsenin Yemen'e gitmek istemediği malum olup, hatta Sivas vilayetinden Yemen'e müretteb efrâd-ı cedîdenin esbâb-ı ma'rûzadan dolayı celb ve sevkinde envâ-i müşkilâta” uğranılmaktaydı. Sadrazam bu noktada sömürge imparatorluklarıyla son derece ilginç bir karşılaştırma yapacaktır: “Malum olduğu üzere Fransa Cezair'de Arapları, Hindüçin'de Çinlüleri, Seneğal'de Seneğal halkını, İtalyalular Bahr-i Ahmer'in sahil-i malumundaki Arabları, İngilizler Hindistan'da ve cihât-ı sairede bulunan yerlüleri askerliğe alışdırarak istihdam etmekdeler iken, cihet-i câmia-i İslamiyye ile makam-ı muallâ-yı hilafet-i uzmâya merbût olan ehl-i İslam'ın hidmetinden istiğna gösterilerek Anadolu'dan adam celbi kat'an caiz değildir.”
Tek çare anlaşma yoluna gitmek
Sadrazama göre Yemen isyanının bitirilmesi ve orayla tekrar kuvvetli bir rabıta sağlanmasının 2 yolu vardır. Bunlardan birincisi olan askerî kuvvet kullanımı şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da sonuç vermeyecektir. İkinci yol tutulmalıdır ki, bu da isyancı kuvvetlerle anlaşma yolu aranmasıdır.
“Tehlikenin önüne geçilmesi ve merkez-i saltanat-ı seniyye ile olan rabıtasının takviyesi esbâbı iki şeyde aranmak lazım gelir. Fikr-i çâkerânemce bu iki şeyden biri harb-i silah ile satvet ve ikincisi mümkün mertebe reviyy-i mümâşât ve âtıfet gösterilmesi maddelerinden ibarettir. Şimdiye kadar tevâlî-i tecâribden müstefâd olan neticeye göre temin-i maksada kâfi olacak derecede kavî ve küllî bir seriyye-i askeriyyenin tertib ve sevkine devletin hâl-i malîsi ve iklim ve mevsimin müsaadesi olmadığından ikinci sûrete, yani husul-i itilaf esasına müstenid bir hatt-ı hareketin takibinden başka yapılacak bir şey hatıra gelmediğinden talimat ve ıslahatı mevki-i tatbike koyacak valinin bu noktayı hedef-i hareket ittihaz etmesi muktezî ve buraya gelen mu'teberânın vesâtatine müracaat dahi tabiidir.”
Sadrazam “şakî-i mahud ile muhâbere ve mükâleme keyfiyetinin imkân-ı icrasına ve ale'lıtlak mesele-i Yemaniyye'nin sûret-i zuhur ve tesviyesi” ile anlaşmanın gerçekleşmesi yönündeki görüşüyle bitiriyor yazısını (YA.HUS. 513/13, 14 Temmuz 1907).
Ancak bu ileri görüşler hemen revaç bulmadı. Zeydîlerin asi önderi İmam Yahya ile itilafname uzun süren gizli pazarlıklar sonucunda ancak 1911 sonunda imzalanabildi. Daan Anlaşması'yla tanınan özerklik sayesinde bölge huzura kavuştu. İmam Yahya Cihan Harbi'nde Osmanlı'ya sadık kaldı ve Yemen 1923'te Ankara'dan aldığı izinle bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Zeydîlere zor kullanmakta ısrar etseydi de, Yemen eninde sonunda özerkliği elde edecekti, ancak daha fazla kan dökülmesi pahasına...
Bugünkü meselelerimizle boğuşurken, Yemen Sorunu/Zeydi Sorunu neden kaynaklanmış ve nasıl çözülmüş diye sormak faydalı olabilir
Asi kuvvetlerin sayısı, Osmanlı garnizonlarındaki askerlerin en az 2 katıydı, üstelik silah üstünlüğüne de sahipti. Aralık 1904-Nisan 1905 arasında İmam Yahya kuvvetlerinin kuşatması altında kalan San'a ahalisi ve askerler, kıtlıktan dolayı evvela deve ve atları, ardından köpek ve kedileri yemek zorunda kaldılar. Mayıs 1905'e kadar San'a'nın bütün kazaları düştü. Rıza ve Feyzi paşalarla gönderilen 2 büyük ordusu yenilen Osmanlı Devleti, Yahya'yı askerî güçle yenemeyeceğini anladı ve barış yapmak için 1906'da Mekke'ye bir ulema heyeti gönderdi. İmam Yahya Mekke'ye gitmedi, bir mektup göndermekle yetindi ve 1911'e kadar kabul edilmeyecek (kadı tayin yetkisi, Zeydi kabileleri için vergi muafiyeti gibi) şartlar öne sürdü. Yemen'den bir seyyid ve ulema heyeti de İstanbul'a geldi, Padişahın huzuruna çıktı.
Yemen'de isyan çıkmasında oradaki askerî ve sivil memurların büyük vebali vardı. Askerî yetkililerin hakkaniyetsiz ve yolsuz idaresi hususunda dönemin sadrazamı Ferid Paşa, Padişahı Mart 1904'te uyarmıştı: “Yemen vilayetince dahi teşettüt-i idare aynı hal ve merkezde olup her ne esbâba mebnî (sebebe dayalı) ise ahali hakkında” burayı yöneten Çerkes Abdullah Paşa tarafından “iltizâm edilmekte olan i'tisâfât idarece günden güne tezyîd-i müşkilât etmekte” olduğunu belirtiyordu. Bu vilayetin idaresinin ıslahı hakkında ciddi tedbirler almak gerekiyordu (YA.HUS. 468/20). 6 yıldır 7. Ordu Komutanı ve 1,5 yıldır vali vekili bulunan Abdullah Paşa, Sadrazamın Mart'taki bu şikayetine rağmen ancak Temmuz'da valilikten ve Ekim'de komutanlıktan uzaklaştırılacaktır.
Çözüm İslam birliğinde
Mansur ölüp yerine daha uzlaşılmaz olan oğlu Yahya geldiği sıralarda hükümet tam da Yemen idaresi hakkında esaslı bir ıslahatın eşiğindeydi. Zira 5 Temmuz 1904'te, yani Mansur'un ölümünden 1 ay sonra Yahya'nın isyan hazırlıklarına başladığından haberi olmayan İstanbul'da önemli bir gelişme oldu. Yemen'in “vüs'at ve cesâmeti cihetiyle temîn ve idâme-i asayiş ve inzıbat içün” biri birinci vali olmak ve diğerlerine nezaret etmek üzere 4 vilayete taksimi, vali maiyetlerinde birer muavin bulundurulması ve oradaki memurlar için düsturu'l-amel olacak bir talimat kaleme alınması hakkında bir nizamname layihası hazırlandı (YA.HUS. 475/21). 4 milyon nüfuslu Yemen'in bölünerek idaresini öngören metin, sanki Rumeli'deki 3 vilayetin, daha geniş yetkili bir genel müfettiş -adeta bir süper vali- idaresi altında yönetilmesinden esinlenmiş gibi görünüyor.
Sadrazam, değişimin getireceği malî yükten kaygılıydı. Yemen'in gelirleri giderlerini zaten karşılayamazken, şimdi daha da büyük masraf çıkacaktı. Hazine müsait değildi ve orada yapılacak ıslahatın malî meyveleri belki yıllar sonra görülecekti. Ancak Yemen'de asıl acil ve önemli olan; güvenliğin yeniden sağlanması, istikrarlı bir sükûn ve salâh devrinin başlaması, ahalinin halifeye irtibatının sağlamlaştırılması ve böylece İslam birliğinin güçlenmesiydi (“ahâli-i İslamiyyenin zat-ı akdes-i cenab-ı Hilafetpenâhî'ye istikmâl- i irtibatlarıyla... vahdet-i câmi'a-i İslamiyye'nin teyidi”).
Bunun için önceki yıllarda zaten alınmış olup her nasılsa bütünüyle uygulanamamış olan ıslahat kararlarının süratle icra sahnesine konulması yeterliydi. Bu yüzden önerilen yeni idarî teşkilat müsait bir zamana ertelenmeli, daha önce alınan ve uygulanmayan kararlar yürürlüğe konulmalıydı: Ulaşım kolaylığı için yol ve köprü tamir ve inşası, hükümet konakları yapılarak “şeref ve şan-ı hükûmetin o sûretle muhafazası”, limanların temizlenmesiyle gemilerin yanaşıp barınmalarını sağlayacak hale getirilmesi, rıhtımlar yapılarak ticaretin kolaylaştırılması, telgraf tellerinin uzatılması, nehirlerin ıslahı, vadilerde bentler inşaatı, arazinin sulanmasıyla ziraatın genişletilmesi, maarif ve mekteplerin yaygınlaştırılması, silah gibi kaçak eşya girişinin men edilmesi için Bahriye'den 1-2 küçük süratli vapurun gönderilmesi. Yani bir nevi GAP önerileri…
“Anadolu'dan adam gönderilmesi caiz değildir”
Sadrazam Anadolu ve Rumeli'den Yemen'e asker gönderilmesini de doğru bulmuyordu; çünkü bu işlem buralardaki Müslüman nüfusun azalmasına yol açıyordu. Artık bu uygulamaya son verilmeli, yerliden asker alınmalıydı (“Yemen kıtasının muhafazası içün mütevâliyen buradan kuvvâ-yı askeriyye sevki oranın havasıyla imtizâc edememekte olan Anadolu ve Rumeli ahali-i İslamiyyesinin tenâkus-ı nüfusunu ve bu da devletçe zâyiât-ı azîmeyi mûcib olmakda bulunduğundan... orada yerli asker kayd ü kabulü esbâbının teemmül ve istihsâli zımnında cihet-i askeriyyece acilen bazı esaslar kararlaşdırılarak bu emr-i mühimmin de mevkî'-i icrâya vaz'ı...”)
Yemen'e Anadolu ve Rumeli'den asker gönderilmeyip ihtiyacın yerli nüfustan karşılanmasına yönelik olarak Temmuz 1904'te verdiği öneriyi Ferid Paşa 3 yıl sonra bile uygulatamamıştı. Temmuz 1907'de Yemen asayişinin konuşulduğu bir Bakanlar Kurulu toplantısında görüşülen askerî raporda Yemen vilayetinde teşekkül edecek jandarma alayı efrâdının üçte ikisinin dışarıdan, yalnızca üçte birinin Yemen kıtası halkından tefrîk edileceği öngörülüyordu.
Sadrazam Ferid Paşa uzaklık ve iklimden dolayı kimsenin Yemen'e gitmek istemediğini, gidenlerin yolda firar ettiklerini de şöyle hatırlatıyordu: “Bu'd-i mesafe ve avârız-ı iklimiye ve hevâiyeden münba'is ahvâlden dolayı Anadoluyi şahanede ahalisinden kimsenin Yemen'e gitmek istemediği malum olup, hatta Sivas vilayetinden Yemen'e müretteb efrâd-ı cedîdenin esbâb-ı ma'rûzadan dolayı celb ve sevkinde envâ-i müşkilâta” uğranılmaktaydı. Sadrazam bu noktada sömürge imparatorluklarıyla son derece ilginç bir karşılaştırma yapacaktır: “Malum olduğu üzere Fransa Cezair'de Arapları, Hindüçin'de Çinlüleri, Seneğal'de Seneğal halkını, İtalyalular Bahr-i Ahmer'in sahil-i malumundaki Arabları, İngilizler Hindistan'da ve cihât-ı sairede bulunan yerlüleri askerliğe alışdırarak istihdam etmekdeler iken, cihet-i câmia-i İslamiyye ile makam-ı muallâ-yı hilafet-i uzmâya merbût olan ehl-i İslam'ın hidmetinden istiğna gösterilerek Anadolu'dan adam celbi kat'an caiz değildir.”
Tek çare anlaşma yoluna gitmek
Sadrazama göre Yemen isyanının bitirilmesi ve orayla tekrar kuvvetli bir rabıta sağlanmasının 2 yolu vardır. Bunlardan birincisi olan askerî kuvvet kullanımı şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da sonuç vermeyecektir. İkinci yol tutulmalıdır ki, bu da isyancı kuvvetlerle anlaşma yolu aranmasıdır.
“Tehlikenin önüne geçilmesi ve merkez-i saltanat-ı seniyye ile olan rabıtasının takviyesi esbâbı iki şeyde aranmak lazım gelir. Fikr-i çâkerânemce bu iki şeyden biri harb-i silah ile satvet ve ikincisi mümkün mertebe reviyy-i mümâşât ve âtıfet gösterilmesi maddelerinden ibarettir. Şimdiye kadar tevâlî-i tecâribden müstefâd olan neticeye göre temin-i maksada kâfi olacak derecede kavî ve küllî bir seriyye-i askeriyyenin tertib ve sevkine devletin hâl-i malîsi ve iklim ve mevsimin müsaadesi olmadığından ikinci sûrete, yani husul-i itilaf esasına müstenid bir hatt-ı hareketin takibinden başka yapılacak bir şey hatıra gelmediğinden talimat ve ıslahatı mevki-i tatbike koyacak valinin bu noktayı hedef-i hareket ittihaz etmesi muktezî ve buraya gelen mu'teberânın vesâtatine müracaat dahi tabiidir.”
Sadrazam “şakî-i mahud ile muhâbere ve mükâleme keyfiyetinin imkân-ı icrasına ve ale'lıtlak mesele-i Yemaniyye'nin sûret-i zuhur ve tesviyesi” ile anlaşmanın gerçekleşmesi yönündeki görüşüyle bitiriyor yazısını (YA.HUS. 513/13, 14 Temmuz 1907).
Ancak bu ileri görüşler hemen revaç bulmadı. Zeydîlerin asi önderi İmam Yahya ile itilafname uzun süren gizli pazarlıklar sonucunda ancak 1911 sonunda imzalanabildi. Daan Anlaşması'yla tanınan özerklik sayesinde bölge huzura kavuştu. İmam Yahya Cihan Harbi'nde Osmanlı'ya sadık kaldı ve Yemen 1923'te Ankara'dan aldığı izinle bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Zeydîlere zor kullanmakta ısrar etseydi de, Yemen eninde sonunda özerkliği elde edecekti, ancak daha fazla kan dökülmesi pahasına...
Bugünkü meselelerimizle boğuşurken, Yemen Sorunu/Zeydi Sorunu neden kaynaklanmış ve nasıl çözülmüş diye sormak faydalı olabilir