Osmanlı, kuruluşunu bir isyana mı borçlu?
Osmanlı Devletinin tarih sahnesine çıkışı tek bir sebebe indirgenemeyecek kadar çeşitlidir. Sülemiş’in Moğollara karşı gerçekleştirdiği isyan, tarihin bir cilvesi olarak Osman Bey’in Bizans’ı ard arda 3 defa mağlup etmesini sağlamıştı. Birkaç yıllığına da olsa Batı Anadolu'daki İlhanlı baskısını hafifleten isyanı başlatmış olan sevgili Sülemiş'e ne oldu dersiniz? Derin Tarih dergisi genel yayın yönetmeni Mustafa Armağan'ın kaleminden Cihan Devletine açılan kapıda 'Sülemiş İsyanı'.
Halil İnalcık hocanın yazdıklarını okumak her zaman yeni raflara ilan edilen bir seferberlikle biter benim için. Gösterişsiz, hatta yer yer monoton satırlarında kayan gözler yorulurken hafızanızın koridorlarında sıçramaya başlayan kıvılcımlar, dalacağınız uykuda bile rahat vermez size. Sanat ve zanaat o satırlarda seslenir birbirine; tefekkür ile tebahhur kudretleri sık sık çarpışıp ayrılır; ve adeta bir polisiye hikâye örgüsü gibi plotlarla adım adım düğümlenip çözüldüğüne tanık olursunuz asırların kayalarına demir atmış bir problemin. Özellikle Osmanlı Beyliği'nin kuruluşuyla ilgili yazdıkları, Fernand Braudel'in sözünü ettiği topyekün tarihçi 'seferberliği'nin ulaştığı nokta bakımından ilginçtir.
En başta yerli ve yabancı yazılı kaynaklar, meslektaşlarının fazla itibar etmediği menakıbnameler, karşılaştırmalı tarihler, klasik verilerin devreye sokulması ve her şeyden önce anlama yolunda sarf edilen emekler tüter o 'ordu' yoluna devam ederken… Hele Bizanslı saray tarihçisi Pachymeres'in vekayinamesini yorumlayışında, bu eseri Osman Bey'in ve Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesine çıkışının tespitinde kullanma yöntemi, öğretici bir ders gibidir de.
Gerçi Pachymeres'in kitabının Fransızca çevirisinde Osman Bey'in savaşı 27 Temmuz 1302'de kazandığı belirtilmiş, merhum Yılmaz Öztuna da bu zaferle onun şöhretinin “bir anda bütün Anadolu'ya yayıldığını” yazmıştır (Büyük Türkiye Tarihi, 2). Lakin onun, Orta Asya Türk geleneğindeki 'kut alma'nın, bir başarı veya zafer kazanmanın arkasından geldiğini ve diğer beyliklere mensup 'nöker'lerin bu mühim başarı üzerine 'Osman Beg'in etrafına toplandıklarını, özdeş kabul edilen Osmanlı devlet ve hanedanının böylece kurulmuş, kut almış olduğunu yazmak İnalcık hocanın kalemine ve kelamına nasip olmuştu.
Bir meselenin çeşitli kökleri bulunduğunu ve tarihteki olayların tek bir sebebe indirgenemeyecek denli karmaşık olduğunu bereketli hayatı boyunca savunmuş olan İnalcık hocanın satır aralarında birazdan üzerinde duracağımız 'Sülemiş isyanı' gibi nice kritik ayrıntı, araştırmacıların ilgi ve ihtimamını beklemektedir.
Evet, isyan!
Bafeus Savaşı 1302 yılında Yalova civarında cereyan etmiş ve bir Müslüman Uçbeyi, Bizans kuvvetlerine karşı kendisini karizmatik bir lider konumuna taşıyacak askerî bir başarıya imza atmıştı. Lakin bu tarihte yaşanan başarı bir sürpriz değildi. Öncesindeki olaylar çoktan ona müsait bir zemin hazırlamaya koyulmuşlardı bile.
Ve olaylar şöyle aktı o 1302 yılına:
1298'de Anadolu'daki Moğol genel valisi Bayıncar ya da Bayancar, Konya'da II. Mesud'un yerine yeğeni III. Alaeddin Keykubad'ı Selçuklu tahtına çıkardı. Bu olay, Moğol komutanlarından Sülemiş'i (ki Baycu Noyan'ın torunudur) Han'a karşı ayaklanmaya sevk etmişti. Sülemiş 1299 kışında savaştığı Bayancar'ı öldürdü. İlhanlı karşıtı Türkmenlerin desteğiyle Selçuklu Sultanlığı'nın tüm orta ve batı topraklarını denetimi altına aldı.
Böylece bölgede Moğol egemenliği gevşedi ve Türk beyleri bir yandan Sülemiş'e destek verirken, öbür yandan da kendi başlarına hareket edebilme imkânını yakaladılar. Bundan sonra 3 yıllığına da olsa İlhanlı Moğol egemenliği bir fetret dönemine girecek ve bu kısa fetret, Osmanlı Beyliği'ne, nispeten bağımsız hareket edebilme ve Osman'a kendini bir 'Beg' olarak kabul ettirme fırsatını verecektir.
Sülemiş'in bu kısa sürüp kanlı sona eren lakin sonuçları bakımından bereketli olan isyanını incelemek, kuruluş devrinin bu 'karanlık dönemi'ni aydınlatacak renkli ipuçlarıyla doludur, söyleyelim.
Claude Cahen Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler adlı kitabında Sülemiş isyanının Karamanlıların desteğiyle 1299'da başladığını belirtir. Sülemiş, önce Moğolların genel valisi ve Anadolu komutanının kuvvetlerini kışın kardan yollar kapalı olduğu için Tebriz'den yardım gelmeyince yenilgiye uğratmayı başarır. Ancak 1300 yılı baharında Erzincan yakınlarında Moğol ordusu tarafından yenilgiye uğratılınca Suriye'ye sığınırsa da, ertesi yıl intikamını almak üzere büyük bir orduyla geri döner. Karamanlılar ve diğer Türkmenler ile Memluk ordusundan destek aldığını yazıyor kaynaklar. Yine de Moğollara yenilmekten kurtulamayan Sülemiş kaçmayı başaracak ama ertesi yıl yakalanarak Tebriz'e götürülecek ve şehir meydanında feci bir şekilde idam edilecektir.
Halil İnalcık ise Osmanlıların önünü açmış olan bu ilginç isyanla ilgili şunları yazar:
“1299-1300 yıllarında Emir Kutluşah ve Çoban Bey kumandasındaki Moğol birlikleri Sülemiş ayaklanmasını bastırmakla meşguldü. Sülemiş, uçlardaki Türkmenler arasında sevilen bir kişilikti. Ortadan kaldırıldığı zaman buyruğundaki Moğol kuvvetleri batıya hareket ettiler ve Eskişehir-Bitinya bölgesine sığınarak Osman'ın komşuları oldular. Sülemiş'in etkinlik alanının, ana destekçilerini Türkmenlerin oluşturduğu Amasya/Tokat gibi uzak bir bölge olduğuna işaret edilmesi gerekiyor.”
Osman da isyanı destekleyenlerden
Zeki Velidi Togan'a göre İran'daki İlhanlılar hakkında o dönemde yazılmış birincil kaynağımız olan Reşideddin, Sülemiş'in “Dânişmend eyaletinde (Tokat-Amasya bölgesi) Moğol birliklerinin desteğini kazandığını ve Danişmend vilayetindeki birçok beye alem ve davul gibi beylik simgeleri vermek yoluyla, uç ya da sınır bölgelerin denetimini eline geçirdiğini” gözlemler ve ardından Sultan Alaeddin'in Osman'a beylik simgelerini verdiğine ilişkin rivayetin gerçekte Sülemiş'le ilgili olabileceği ihtimalini ileri sürer. (İbrahim Kafesoğlu'nun bu iddiayı reddettiğini belirtelim.)
Yani bizim 1299'da bağımsızlık alametleri verildiğine dair anlatımız, Sultan Alaeddin tarafından değil, Osman Gazi'nin de destekçilerinden olduğu Sülemiş tarafından verilen bağımsızlığın bir ifadesi olabilir.
1299-1301 döneminde batı sınırlarındaki Türkmenlerin aşağı Sakarya vadisinden Efes'e kadar uzanan hat boyunca Bizans topraklarına genel bir hücum başlattıkları anlaşılıyor. Aynı yıllarda Bizanslıların Bitinya'da Osman'a karşı durumlarını sağlamlaştırmalarını önleyecek şekilde Türkmenlerin kitleler halinde Batı Anadolu'ya akmasından yararlandıkları açık. Osman'ın aynı tarihlerde İznik üzerine yürümesinin, Sülemiş'in Batı Anadolu'ya doğru başlattığı bu genel hareketlilik çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
İnalcık hocaya göre Sülemiş'in isyanı Osman'ın İznik'e karşı etkinliklerini sürdürdüğü tarihe rastlar; nitekim 1298-1301 yıllarında, Moğol hanları batı sınır bölgesine yerleşmiş Türkmenler üzerindeki denetimlerini büyük ölçüde yitirmişlerdi.
Şimdi bu desteğin Osmanlı Beyliği için ne anlama geldiğini görmeye çalışalım.
Bir kere isyanın başladığı yıl olan 1299, ilginç bir şekilde Osman Bey'in peş peşe kazandığı 3 başarılı kuşatmanın da tarihidir. Bilecik, onun kuzeybatısındaki Yarhisar ve İnegöl'ün fetihlerinin aynı yıla, 1299'a tarihlenmesi, yani Osman Gazi'nin Sülemiş'in isyan çıkardığı yıl aniden hareketlenmiş olması önemli bir ipucudur. Böylece Sakarya kıyılarına kadar inilmiş oluyordu.
Sülemiş, Memlukler tarafından destekleniyordu, Osman da İlhanlılardan kurtulmasına vesile olacak bu fırsatı değerlendirdiği için Memluklerle aynı safta isyana destek vermekten çekinmiyordu. Hatta oğullarından birine bir Memluk hükümdarının adı olan Melik'i vermeyi ihmal etmediğini biliyoruz.
Peki bu yakınlaşmadan neyi anlamalıyız?
1299'dan sonra geçen 3 yıl içinde Osman Gazi birliklerini Karacahisar-Söğüt bölgesinden Bilecik- Yenişehir bölgesine taşıyacak, hatta adından belli, Yenişehir'de yeni bir şehir kuracak ve burayı yeni payitahtı ilan edecektir.
Demek ki, 'Osman Beg' uc merkezini bu fırsatı değerlendirerek daha batıya taşımış ve bundan sonra gideceği hedefi de belirlemişti: Bitinya açılıyordu önüne. Eski Selçuklu başkenti İznik elbette ama o olmazsa Bursa...
“Külleri yele savruldu”
İşte bu sefer sırasında bir gelişme daha yaşanacak ve Sakarya nehri, Osmanlılara unutulmaz bir iyilik yapacaktı! Tıpkı Çimpe kalesinin Süleyman Paşa kuvvetleri karşısında bir depremde yıkılıp şehri açmasında olduğu gibi Sakarya nehri de yatak değiştirerek, bir çırpıda eski yatağı esas alınarak yapılan Bizans kale ağını işe yaramaz hale getirecekti.
Bizanslı tarihçi Pachymeres'e dayanan günümüzden bir uzman bu tabiî gelişmeyi şöyle analiz eder:
“1302'de, Sangaryos [Sakarya nehri] kuvvetli yağmurlardan sonra Adapazarı çevresinde birkaç aylığına yatağını değiştirir ve bu durum Türk baskınlarını kolaylaştırır. Bu belirli noktada (Osmanlı fethinin 'meteorolojik' nedeni), Pachymeres'e inanmak belki biraz güçleşmektedir. Her ne olursa olsun, Bizanslılar o sırada Sangaryos'un diğer tarafındaki kalelerini terk etmişlerdir. Osman, nehrin batısına geçer ve Nicomedia [İzmit] yakınlarında, Bafeus'ta imparatorluk ordularını yenilgiye uğratır” (Jacques Lefort).
Demek ki, 1302'de Osman Bey'in kendini kabul ettirmesinin öncesinde Sülemiş isyanı ve sonrasında yaşanan siyasî ve tabiî değişiklikler önemli roller oynamış görünmektedir.
Yazıcızade Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk'unda onun başına gelenleri şöyle anlatıyor (özetliyorum):
“O günlerde Rum tarafından Sülemiş'in düşmanlığı haberi dilden dile söylenirdi. Pes Sülemiş muhalefet ve isyana kalkıştı. Etraftan ve uçlardan 50 bin atlı asker devşirdi. Memluklar da 20 bin atlı verdiler. Yollar kardan kapanmıştı. Gazan Han isyan haberini duyunca Kutlukşah Bey'i bir bölük çeriyle Diyarbekir üzerinden Anadolu'ya gönderdi. İki ordu baharın başlangıcında Erzincan'ın Akşehir ovasında karşılaştı. Sonunda Sülemiş yenildi ve Suriye'ye kaçtı. Sonra Moğollardan Çoban Bey ve Başkurt, Sülemiş'in kuvvetlerini ezdiler. Kaçtı ama sonunda yakalandı. Tebriz meydanında şeni' bir toplulukla tepelediler. Murdar cesedini yakıp külünü yele savurdular.”
Zeki Velidî Togan'ın dikkatimizi çektiği bir husus da Paşa unvanını Osmanlılardan önce Sülemiş'in Türk Babaî Şeyhi Muhlis Paşa için kullandığıdır.
Görüyorsunuz, bir cihan devletinin harcına hiç mi hiç haberi olmadan nice küller karışıyor. Moğol kelepçesini 3 yıllığına gevşetmiş olan zavallı komutan Sülemiş'i ve kaderin önüne açtığı bu altın yarıktan cesaretle içeri girmeyi bilen büyük stratej gazi Osman'ı birbirleriyle konuşurken düşünüyorum da, kader neden bu denli insafsız bir oyuna ev sahipliği ediyor acaba? diye soruyorum kendime.
Hikmetinden sual olunmaz...
En başta yerli ve yabancı yazılı kaynaklar, meslektaşlarının fazla itibar etmediği menakıbnameler, karşılaştırmalı tarihler, klasik verilerin devreye sokulması ve her şeyden önce anlama yolunda sarf edilen emekler tüter o 'ordu' yoluna devam ederken… Hele Bizanslı saray tarihçisi Pachymeres'in vekayinamesini yorumlayışında, bu eseri Osman Bey'in ve Osmanlı Devleti'nin tarih sahnesine çıkışının tespitinde kullanma yöntemi, öğretici bir ders gibidir de.
Gerçi Pachymeres'in kitabının Fransızca çevirisinde Osman Bey'in savaşı 27 Temmuz 1302'de kazandığı belirtilmiş, merhum Yılmaz Öztuna da bu zaferle onun şöhretinin “bir anda bütün Anadolu'ya yayıldığını” yazmıştır (Büyük Türkiye Tarihi, 2). Lakin onun, Orta Asya Türk geleneğindeki 'kut alma'nın, bir başarı veya zafer kazanmanın arkasından geldiğini ve diğer beyliklere mensup 'nöker'lerin bu mühim başarı üzerine 'Osman Beg'in etrafına toplandıklarını, özdeş kabul edilen Osmanlı devlet ve hanedanının böylece kurulmuş, kut almış olduğunu yazmak İnalcık hocanın kalemine ve kelamına nasip olmuştu.
Bir meselenin çeşitli kökleri bulunduğunu ve tarihteki olayların tek bir sebebe indirgenemeyecek denli karmaşık olduğunu bereketli hayatı boyunca savunmuş olan İnalcık hocanın satır aralarında birazdan üzerinde duracağımız 'Sülemiş isyanı' gibi nice kritik ayrıntı, araştırmacıların ilgi ve ihtimamını beklemektedir.
Evet, isyan!
Bafeus Savaşı 1302 yılında Yalova civarında cereyan etmiş ve bir Müslüman Uçbeyi, Bizans kuvvetlerine karşı kendisini karizmatik bir lider konumuna taşıyacak askerî bir başarıya imza atmıştı. Lakin bu tarihte yaşanan başarı bir sürpriz değildi. Öncesindeki olaylar çoktan ona müsait bir zemin hazırlamaya koyulmuşlardı bile.
Ve olaylar şöyle aktı o 1302 yılına:
1298'de Anadolu'daki Moğol genel valisi Bayıncar ya da Bayancar, Konya'da II. Mesud'un yerine yeğeni III. Alaeddin Keykubad'ı Selçuklu tahtına çıkardı. Bu olay, Moğol komutanlarından Sülemiş'i (ki Baycu Noyan'ın torunudur) Han'a karşı ayaklanmaya sevk etmişti. Sülemiş 1299 kışında savaştığı Bayancar'ı öldürdü. İlhanlı karşıtı Türkmenlerin desteğiyle Selçuklu Sultanlığı'nın tüm orta ve batı topraklarını denetimi altına aldı.
Böylece bölgede Moğol egemenliği gevşedi ve Türk beyleri bir yandan Sülemiş'e destek verirken, öbür yandan da kendi başlarına hareket edebilme imkânını yakaladılar. Bundan sonra 3 yıllığına da olsa İlhanlı Moğol egemenliği bir fetret dönemine girecek ve bu kısa fetret, Osmanlı Beyliği'ne, nispeten bağımsız hareket edebilme ve Osman'a kendini bir 'Beg' olarak kabul ettirme fırsatını verecektir.
Sülemiş'in bu kısa sürüp kanlı sona eren lakin sonuçları bakımından bereketli olan isyanını incelemek, kuruluş devrinin bu 'karanlık dönemi'ni aydınlatacak renkli ipuçlarıyla doludur, söyleyelim.
Claude Cahen Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler adlı kitabında Sülemiş isyanının Karamanlıların desteğiyle 1299'da başladığını belirtir. Sülemiş, önce Moğolların genel valisi ve Anadolu komutanının kuvvetlerini kışın kardan yollar kapalı olduğu için Tebriz'den yardım gelmeyince yenilgiye uğratmayı başarır. Ancak 1300 yılı baharında Erzincan yakınlarında Moğol ordusu tarafından yenilgiye uğratılınca Suriye'ye sığınırsa da, ertesi yıl intikamını almak üzere büyük bir orduyla geri döner. Karamanlılar ve diğer Türkmenler ile Memluk ordusundan destek aldığını yazıyor kaynaklar. Yine de Moğollara yenilmekten kurtulamayan Sülemiş kaçmayı başaracak ama ertesi yıl yakalanarak Tebriz'e götürülecek ve şehir meydanında feci bir şekilde idam edilecektir.
Halil İnalcık ise Osmanlıların önünü açmış olan bu ilginç isyanla ilgili şunları yazar:
“1299-1300 yıllarında Emir Kutluşah ve Çoban Bey kumandasındaki Moğol birlikleri Sülemiş ayaklanmasını bastırmakla meşguldü. Sülemiş, uçlardaki Türkmenler arasında sevilen bir kişilikti. Ortadan kaldırıldığı zaman buyruğundaki Moğol kuvvetleri batıya hareket ettiler ve Eskişehir-Bitinya bölgesine sığınarak Osman'ın komşuları oldular. Sülemiş'in etkinlik alanının, ana destekçilerini Türkmenlerin oluşturduğu Amasya/Tokat gibi uzak bir bölge olduğuna işaret edilmesi gerekiyor.”
Osman da isyanı destekleyenlerden
Zeki Velidi Togan'a göre İran'daki İlhanlılar hakkında o dönemde yazılmış birincil kaynağımız olan Reşideddin, Sülemiş'in “Dânişmend eyaletinde (Tokat-Amasya bölgesi) Moğol birliklerinin desteğini kazandığını ve Danişmend vilayetindeki birçok beye alem ve davul gibi beylik simgeleri vermek yoluyla, uç ya da sınır bölgelerin denetimini eline geçirdiğini” gözlemler ve ardından Sultan Alaeddin'in Osman'a beylik simgelerini verdiğine ilişkin rivayetin gerçekte Sülemiş'le ilgili olabileceği ihtimalini ileri sürer. (İbrahim Kafesoğlu'nun bu iddiayı reddettiğini belirtelim.)
Yani bizim 1299'da bağımsızlık alametleri verildiğine dair anlatımız, Sultan Alaeddin tarafından değil, Osman Gazi'nin de destekçilerinden olduğu Sülemiş tarafından verilen bağımsızlığın bir ifadesi olabilir.
1299-1301 döneminde batı sınırlarındaki Türkmenlerin aşağı Sakarya vadisinden Efes'e kadar uzanan hat boyunca Bizans topraklarına genel bir hücum başlattıkları anlaşılıyor. Aynı yıllarda Bizanslıların Bitinya'da Osman'a karşı durumlarını sağlamlaştırmalarını önleyecek şekilde Türkmenlerin kitleler halinde Batı Anadolu'ya akmasından yararlandıkları açık. Osman'ın aynı tarihlerde İznik üzerine yürümesinin, Sülemiş'in Batı Anadolu'ya doğru başlattığı bu genel hareketlilik çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
İnalcık hocaya göre Sülemiş'in isyanı Osman'ın İznik'e karşı etkinliklerini sürdürdüğü tarihe rastlar; nitekim 1298-1301 yıllarında, Moğol hanları batı sınır bölgesine yerleşmiş Türkmenler üzerindeki denetimlerini büyük ölçüde yitirmişlerdi.
Şimdi bu desteğin Osmanlı Beyliği için ne anlama geldiğini görmeye çalışalım.
Bir kere isyanın başladığı yıl olan 1299, ilginç bir şekilde Osman Bey'in peş peşe kazandığı 3 başarılı kuşatmanın da tarihidir. Bilecik, onun kuzeybatısındaki Yarhisar ve İnegöl'ün fetihlerinin aynı yıla, 1299'a tarihlenmesi, yani Osman Gazi'nin Sülemiş'in isyan çıkardığı yıl aniden hareketlenmiş olması önemli bir ipucudur. Böylece Sakarya kıyılarına kadar inilmiş oluyordu.
Sülemiş, Memlukler tarafından destekleniyordu, Osman da İlhanlılardan kurtulmasına vesile olacak bu fırsatı değerlendirdiği için Memluklerle aynı safta isyana destek vermekten çekinmiyordu. Hatta oğullarından birine bir Memluk hükümdarının adı olan Melik'i vermeyi ihmal etmediğini biliyoruz.
Peki bu yakınlaşmadan neyi anlamalıyız?
1299'dan sonra geçen 3 yıl içinde Osman Gazi birliklerini Karacahisar-Söğüt bölgesinden Bilecik- Yenişehir bölgesine taşıyacak, hatta adından belli, Yenişehir'de yeni bir şehir kuracak ve burayı yeni payitahtı ilan edecektir.
Demek ki, 'Osman Beg' uc merkezini bu fırsatı değerlendirerek daha batıya taşımış ve bundan sonra gideceği hedefi de belirlemişti: Bitinya açılıyordu önüne. Eski Selçuklu başkenti İznik elbette ama o olmazsa Bursa...
“Külleri yele savruldu”
İşte bu sefer sırasında bir gelişme daha yaşanacak ve Sakarya nehri, Osmanlılara unutulmaz bir iyilik yapacaktı! Tıpkı Çimpe kalesinin Süleyman Paşa kuvvetleri karşısında bir depremde yıkılıp şehri açmasında olduğu gibi Sakarya nehri de yatak değiştirerek, bir çırpıda eski yatağı esas alınarak yapılan Bizans kale ağını işe yaramaz hale getirecekti.
Bizanslı tarihçi Pachymeres'e dayanan günümüzden bir uzman bu tabiî gelişmeyi şöyle analiz eder:
“1302'de, Sangaryos [Sakarya nehri] kuvvetli yağmurlardan sonra Adapazarı çevresinde birkaç aylığına yatağını değiştirir ve bu durum Türk baskınlarını kolaylaştırır. Bu belirli noktada (Osmanlı fethinin 'meteorolojik' nedeni), Pachymeres'e inanmak belki biraz güçleşmektedir. Her ne olursa olsun, Bizanslılar o sırada Sangaryos'un diğer tarafındaki kalelerini terk etmişlerdir. Osman, nehrin batısına geçer ve Nicomedia [İzmit] yakınlarında, Bafeus'ta imparatorluk ordularını yenilgiye uğratır” (Jacques Lefort).
Demek ki, 1302'de Osman Bey'in kendini kabul ettirmesinin öncesinde Sülemiş isyanı ve sonrasında yaşanan siyasî ve tabiî değişiklikler önemli roller oynamış görünmektedir.
Yazıcızade Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk'unda onun başına gelenleri şöyle anlatıyor (özetliyorum):
“O günlerde Rum tarafından Sülemiş'in düşmanlığı haberi dilden dile söylenirdi. Pes Sülemiş muhalefet ve isyana kalkıştı. Etraftan ve uçlardan 50 bin atlı asker devşirdi. Memluklar da 20 bin atlı verdiler. Yollar kardan kapanmıştı. Gazan Han isyan haberini duyunca Kutlukşah Bey'i bir bölük çeriyle Diyarbekir üzerinden Anadolu'ya gönderdi. İki ordu baharın başlangıcında Erzincan'ın Akşehir ovasında karşılaştı. Sonunda Sülemiş yenildi ve Suriye'ye kaçtı. Sonra Moğollardan Çoban Bey ve Başkurt, Sülemiş'in kuvvetlerini ezdiler. Kaçtı ama sonunda yakalandı. Tebriz meydanında şeni' bir toplulukla tepelediler. Murdar cesedini yakıp külünü yele savurdular.”
Zeki Velidî Togan'ın dikkatimizi çektiği bir husus da Paşa unvanını Osmanlılardan önce Sülemiş'in Türk Babaî Şeyhi Muhlis Paşa için kullandığıdır.
Görüyorsunuz, bir cihan devletinin harcına hiç mi hiç haberi olmadan nice küller karışıyor. Moğol kelepçesini 3 yıllığına gevşetmiş olan zavallı komutan Sülemiş'i ve kaderin önüne açtığı bu altın yarıktan cesaretle içeri girmeyi bilen büyük stratej gazi Osman'ı birbirleriyle konuşurken düşünüyorum da, kader neden bu denli insafsız bir oyuna ev sahipliği ediyor acaba? diye soruyorum kendime.
Hikmetinden sual olunmaz...