O yalnız kendisine benzedi
O olmasaydı yakın tarihimizin en kıymetli tablolarından mahrum kalacaktık. İbnülemin Mahmut Kemal İnal Osmanlı ile Cumhuriyet arasındaki ışıklı köprüyü tek başına omuzlayan bir devdir.
İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın hayatı neredeyse yakın tarihimizin bütün bir tarafıdır. O, eş-Şakâyık ve Keşfü'z-Zünûn'la zirveyi gören bir geleneğin belki de son temsilcisidir. Öncelikle Taşköprîzâde ve Kâtip Çelebi gibi mütefekkir yönü öne çıkan bir biyografi yazarıdır. Şerh (bir kitabın ibaresini kelime kelime açıp izah ederek yazılan kitap) ve zeyl (altına devam etme, ilave suretiyle yazma) geleneğini aktüelleştirerek maziye can verir. Geçmişi, kaleme aldığı biyografiler üzerinden inşa eder.
Eserleri şahsî hatırat tadı taşısa da o bunları sadece kendisine ait bir hikâye olmaktan çıkarır, bütün bir devrin akıbeti hüviyetine büründürür. Batı'nın askerî ve siyasî çerçevede ulaştığı aşamanın, geleneksel kıymetlere sahip çıkmada bir katalizör işlevi görebileceğine inanır, haliyle kaynakların kuruduğuna inanmaz. Osmanlı'nın güç ve kuvvetini aşan düzenini, bağlı olduğu değer sistemiyle kuşatmaya çalışır. Döngüsel bir tarih anlayışına, dolayısıyla da İbn Haldun'a bağlı kalarak, ilerlemeci anlayıştan sıyrılır; geçmişin yeniden inşa edilmesi gerektiği üzerinde ısrar eder, bunun malzemelerini ortaya koyarak metodunu verir. Henüz kendi şartlarını arayan, hareketli ve meselelerle dolu bir zamanda zaaf hanesine kaydedilen şeylerden nasıl kuvvet devşirilebileceğini ortaya koyar. Yaranın tam neştere muhtaç olduğu yerlerine dokunur. “İnsanların kendi zamanlarına benzedikleri", hükmünü her daim yürüten bir realite olsa da, her şeyi yutan devrin içinde devre yabancı kalabilecek meziyetler sergiler. Geçmişi devam ettirmenin sırrını bilir, maziden uzaklaşmadan muasırlaşmanın imkânlarını arar.
O, siyasî olarak Reşid Paşa (Âli ve Fuad Paşalar) mektebine, fikrî olarak da Cevdet Paşa'ya bağlıdır. Birincisi Avrupa'daki mevcut dengeleri gözeterek bir çıkış yolu ararken, ikincisi de yerel değerleri muktedir bir modernleşmeyi hedefler.
II. Abdülhamid Han'a muhalefet edenlere, muhalif bir tavır alır. Ulu Hakan'a tarihi ve felsefi sebeplerden dolayı bağlı olduğunu vurgulamakla beraber, İttihatçı sıfatını alacak derecede sert tenkitler de yöneltir. Sultan'ın evhamını devletin geleceği endişesi ile kayıtlandırır ve bu yaklaşımıyla aldığı devlet terbiyesini teslim eder. Klasik medrese geleneğini sürdüren âlimlerden Osmanlı'yı besleyen klasikleri okur, eski usulde eğitimini sürdürür, dinleyici sıfatıyla Mekteb-i Hukuk'a devam eder ve cami derslerine katılarak dinî ilimler tahsil eder. Zaman ve mekan kayıtlarından sıyrılarak idrak etmekte olduğu her anı bir ders hüviyetine sokar. Kadim dünyamıza hayat veren kaynakları birinci derecede anlayabilecek bir meziyet sergiler. Kütüphanesinin de şehadet edeceği üzere klasik kaynakları baştan sona devirir.
Tekkelere devam eder, Nâlân-ı Hâlidî mahlasını alır. “Kal" dilini “hal" diline tercüme eder. Zarfı mazrufuna (dışı,içine) uygun bir adam olmaya özel bir önem verir. Tasavvufu idealize ederken mevcut manzarayı eleştirir. Fikrî şahsiyetinin harcında tasavvuf önemli bir yer tuttuğu için çıkışı siyasî, fikrî ve amelî çerçevede orada arar. Bir düşünür olarak dünyası hayli geniş ve derin olan İbnülemin, Dârü'l-Kemâl diye isimlendirilen konağını bir ilim çevresi haline getirir. Devri yönlendiren insanları tanır, onlarla ahbap olur. Sadrazamları Yusuf Kâmil Paşa'nın himayesinde geçen bir hayat, onu devletin en mahrem sırlarına vakıf olacağı bir aşamaya taşır. Bürokrasinin çeşitli kademelerinde çalışır, sadrazamların ve nazırların danışmanı olur. 33 yıl bilfiil Bâbıâli'de çalıştığı için devletin kuvvet ve zaafl arının neler olduğunu çok iyi bilir. Dönemle ilgili bir meseleyi ele aldığı zaman artık o konu kapanır ve bir daha ele alınmasına lüzum kalmayacak derecede kuvvetle verdiği hükümlerin hiçbiri kolayca yerinden oynatılamaz.
Asrımızın tarihini yazan bu adam, geçmişle gelecek arasında köprü kurmanın imkânlarını yoklar. Hayatın alafranga bir istikamet aldığı zamanda yitip giden kıymetlere can vermenin çarelerini arar, çektiği ıstıraptan umut yaratır. Bütün bunlardan daha önemli olan husus şudur: Mağrur bir tavırla o dönemin siyasetine bütün kalbi ve kafasıyla muhalif bir tavır sergiler. Cumhuriyet'in tasfiye ettiği kıymetleri en mühim mesele haline getirir, eserleri ile diriltir; dahası, hesaplaştığı devri idare edenler tarafından basılmalarını sağlar.
Bir başka ifadeyle hayatını idrak ettiği döneme sistemin içinde kalarak istikamet tayin eder. Hasan Ali Yücel'in nazarında sınırsız bir itibara sahip olmasının sırrı da budur. Böylece Cumhuriyet idaresi bir Mevlevi olan Hasan Ali'nin şahsında adeta Yahya Kemal'in “bir irtidâd en müthiş mağlubiyetten bin kat fazla düşürür" sözünü tazeleyerek Osmanlı'nın mirasına sahip çıkar, yöneldiği güzergâhı gözden geçirir, Türk düşüncesinin bu son üstadını hakikaten manevi bir ufuk haline getirir. Bu bakımdan bir geçiş dönemi mütefekkiri olarak görülmesi gereken İbnülemin'in kaleme aldıkları, çağdaş Türk düşünce tarihinde adeta bir hadisedir.
Bütün bunların neticesinde tecelli etmesi gereken hüküm şudur: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden devir O okunmadan kuşatılamaz.
Eserleri şahsî hatırat tadı taşısa da o bunları sadece kendisine ait bir hikâye olmaktan çıkarır, bütün bir devrin akıbeti hüviyetine büründürür. Batı'nın askerî ve siyasî çerçevede ulaştığı aşamanın, geleneksel kıymetlere sahip çıkmada bir katalizör işlevi görebileceğine inanır, haliyle kaynakların kuruduğuna inanmaz. Osmanlı'nın güç ve kuvvetini aşan düzenini, bağlı olduğu değer sistemiyle kuşatmaya çalışır. Döngüsel bir tarih anlayışına, dolayısıyla da İbn Haldun'a bağlı kalarak, ilerlemeci anlayıştan sıyrılır; geçmişin yeniden inşa edilmesi gerektiği üzerinde ısrar eder, bunun malzemelerini ortaya koyarak metodunu verir. Henüz kendi şartlarını arayan, hareketli ve meselelerle dolu bir zamanda zaaf hanesine kaydedilen şeylerden nasıl kuvvet devşirilebileceğini ortaya koyar. Yaranın tam neştere muhtaç olduğu yerlerine dokunur. “İnsanların kendi zamanlarına benzedikleri", hükmünü her daim yürüten bir realite olsa da, her şeyi yutan devrin içinde devre yabancı kalabilecek meziyetler sergiler. Geçmişi devam ettirmenin sırrını bilir, maziden uzaklaşmadan muasırlaşmanın imkânlarını arar.
O, siyasî olarak Reşid Paşa (Âli ve Fuad Paşalar) mektebine, fikrî olarak da Cevdet Paşa'ya bağlıdır. Birincisi Avrupa'daki mevcut dengeleri gözeterek bir çıkış yolu ararken, ikincisi de yerel değerleri muktedir bir modernleşmeyi hedefler.
II. Abdülhamid Han'a muhalefet edenlere, muhalif bir tavır alır. Ulu Hakan'a tarihi ve felsefi sebeplerden dolayı bağlı olduğunu vurgulamakla beraber, İttihatçı sıfatını alacak derecede sert tenkitler de yöneltir. Sultan'ın evhamını devletin geleceği endişesi ile kayıtlandırır ve bu yaklaşımıyla aldığı devlet terbiyesini teslim eder. Klasik medrese geleneğini sürdüren âlimlerden Osmanlı'yı besleyen klasikleri okur, eski usulde eğitimini sürdürür, dinleyici sıfatıyla Mekteb-i Hukuk'a devam eder ve cami derslerine katılarak dinî ilimler tahsil eder. Zaman ve mekan kayıtlarından sıyrılarak idrak etmekte olduğu her anı bir ders hüviyetine sokar. Kadim dünyamıza hayat veren kaynakları birinci derecede anlayabilecek bir meziyet sergiler. Kütüphanesinin de şehadet edeceği üzere klasik kaynakları baştan sona devirir.
Tekkelere devam eder, Nâlân-ı Hâlidî mahlasını alır. “Kal" dilini “hal" diline tercüme eder. Zarfı mazrufuna (dışı,içine) uygun bir adam olmaya özel bir önem verir. Tasavvufu idealize ederken mevcut manzarayı eleştirir. Fikrî şahsiyetinin harcında tasavvuf önemli bir yer tuttuğu için çıkışı siyasî, fikrî ve amelî çerçevede orada arar. Bir düşünür olarak dünyası hayli geniş ve derin olan İbnülemin, Dârü'l-Kemâl diye isimlendirilen konağını bir ilim çevresi haline getirir. Devri yönlendiren insanları tanır, onlarla ahbap olur. Sadrazamları Yusuf Kâmil Paşa'nın himayesinde geçen bir hayat, onu devletin en mahrem sırlarına vakıf olacağı bir aşamaya taşır. Bürokrasinin çeşitli kademelerinde çalışır, sadrazamların ve nazırların danışmanı olur. 33 yıl bilfiil Bâbıâli'de çalıştığı için devletin kuvvet ve zaafl arının neler olduğunu çok iyi bilir. Dönemle ilgili bir meseleyi ele aldığı zaman artık o konu kapanır ve bir daha ele alınmasına lüzum kalmayacak derecede kuvvetle verdiği hükümlerin hiçbiri kolayca yerinden oynatılamaz.
Asrımızın tarihini yazan bu adam, geçmişle gelecek arasında köprü kurmanın imkânlarını yoklar. Hayatın alafranga bir istikamet aldığı zamanda yitip giden kıymetlere can vermenin çarelerini arar, çektiği ıstıraptan umut yaratır. Bütün bunlardan daha önemli olan husus şudur: Mağrur bir tavırla o dönemin siyasetine bütün kalbi ve kafasıyla muhalif bir tavır sergiler. Cumhuriyet'in tasfiye ettiği kıymetleri en mühim mesele haline getirir, eserleri ile diriltir; dahası, hesaplaştığı devri idare edenler tarafından basılmalarını sağlar.
'Hezar gıpta o devr-i kadim efendisine Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine —Yahya Kemal'
Bir başka ifadeyle hayatını idrak ettiği döneme sistemin içinde kalarak istikamet tayin eder. Hasan Ali Yücel'in nazarında sınırsız bir itibara sahip olmasının sırrı da budur. Böylece Cumhuriyet idaresi bir Mevlevi olan Hasan Ali'nin şahsında adeta Yahya Kemal'in “bir irtidâd en müthiş mağlubiyetten bin kat fazla düşürür" sözünü tazeleyerek Osmanlı'nın mirasına sahip çıkar, yöneldiği güzergâhı gözden geçirir, Türk düşüncesinin bu son üstadını hakikaten manevi bir ufuk haline getirir. Bu bakımdan bir geçiş dönemi mütefekkiri olarak görülmesi gereken İbnülemin'in kaleme aldıkları, çağdaş Türk düşünce tarihinde adeta bir hadisedir.
Bütün bunların neticesinde tecelli etmesi gereken hüküm şudur: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e intikal eden devir O okunmadan kuşatılamaz.