New Jersey’in Malkaralı Ermeni tamircisi
Türk algısında Ermeni deyince en son akla gelen yerlerden olan Trakya'da Malkara Ermenilerinden sıra dışı bir portrenin, piknik alanı altında kalan bir Ermeni mezarlığının ve sinemaya, sonra da depoya dönüştürülen bir kilisenin hikayesini öğrenmek ister misiniz? Ümit Bayazoğlu Derin Tarih dergisinde kaleme aldı.
Boğos Usta, Malkara'yı en son terk eden Ermenilerden. 1960'lı yılların sonlarına kadar doğup büyüdüğü topraklardan ayrılmadı. Soyadı kanunu çıkınca, Türk arkadaşlarının tavsiyesiyle 'Tuncer' soyadını alan Boğos Usta'nın ustalığı mekanik mühendisliğinden kaynaklanıyor. Yalnız sakın onu mektepli mühendis sanmayın! O, kendi kendini yetiştirmiş bir mekanikçiydi ve her türlü motoru tamir edebiliyordu. Bugün ikisi de rahmete kalan kasabanın ünlü tamircilerinden Osman Erüstün ile İhsan Noyan onun çıraklarıydı.
Boğos Usta 60'lı yılların ikinci yarısında çocuklarının öğrenimi için çok sevdiği Malkara'yı bırakıp İstanbul'a taşındı. Mesleğini Taksim Kazancı Yokuşu'nda kiraladığı atölyede devam ettirdi. Bilhassa Ford motor üzerine uzman olan Boğos Usta kısa zamanda Vehbi Koç'un dikkatini çekti. Zira o yıllarda Ford'un servis ağı bugünkü gibi değildi. Koç'un kendi başına bir servisi yoktu. Bu yüzden Boğos Usta ile anlaşma yapılmış ve kendisine Ford servisi yetkisi verilmişti. Bu sayede para pul sahibi oldu ama zenginlik onu mağrur kılamadı. Malkara'yla ve Malkaralı Türk arkadaşlarıyla hiçbir zaman ilişkisini kesmedi. Ramazan ve Kurban bayramları ile Noel tatillerinde ailecek soluğu Malkara'da alırlardı. Hemşehrileri de ne zaman İstanbul'a gitse, mutlaka onunla buluşur, Beyoğlu'nda âlem yaparlardı. Sadece bu kadar mı? İstanbul'da üniversitede okuyan Malkaralı çocuklar ne zaman parasız kalsalar Boğos Usta'ya gider, ondan harçlık alırlardı.
Boğos Usta Malkara'ya son ziyaretini 1966'da yaptı. Yanında eşi Roza ve iki oğlu Ara ile Zenop olduğu halde kasabaya geldiklerinde, onu çocukluk arkadaşı rahmetli Hüsamettin Erüstün evinde misafir etti. Bu son ziyaret sırasında tamirci Osman, şoför Ramazan, fırıncı Tokuç Ali gibi yakın arkadaşlarıyla Ekmekçiler Deresi'nde kuzu çevirdiler. 'Gavur Mahallesi'nde dolaştılar. Boğos Usta burada çocuklarına atalarının evlerini gösterdi. Oradan mezarlığa (maşatlığa) gittiler, sonra maaile vaftiz edildikleri Aziz Toros Kilisesi'ni ziyaret ettiler. Ancak kilise artık sinema (Hürriyet Sineması) olduğu için akşamleyin de burada film izlediler.
“Suyu akıyor ya beis yok"
Ertesi gün arabalara doluşup Danişment köyü mezrasında bulunan Bizans devrinden kalma ayazmaya gittiler. Malkara, Keşan, Gelibolu Rumlarınca kutsal sayılan ve yılın belli zamanlarında ziyaret edilen yere vardıklarında ayazmanın yıkılarak çeşmeye çevrildiğini gördüler. Boğos Usta “Suyu akıyor ya beis yok" diyerek, Rum arkadaşlarına götürmek üzere ayazmadan bir bidon su doldurdu ve o günün hatırası olarak bir de resim çektirdi.
Aradan yıllar geçmiş, bir gün Malkara'ya Amerika'dan bir mektup gelmişti. Gönderen: Boğos Usta. Meğer oraya göçmüşler. Yine çocukların öğrenimi için. Ortaokulu ve liseyi İstanbul'da okuyan iki oğlu üniversite çağına gelince “Amerika da Amerika" diye tutturmuş. Gerçi Boğos Usta'nın gönlünde yatan tekrar Malkara'ya dönmekmiş ama eşi Roza da çocuklardan yana çıkınca istemeye istemeye Amerika'ya göç etmişler.
Boğos Usta Amerika'da da bildiği işi yaptı. Hemen bir tamir atölyesi kurup New Jersey'in en meşhur tamircisi oldu. Ama artık yaşlıydı. Oğullarından büyüğü Zenop da tıpkı babası gibi bu mesleğe yatkındı. Ustalık babadan oğula geçmişti.
Boğos Usta Malkaralı arkadaşlarıyla Amerika'dayken bile mektuplaşmayı kesmedi. Onlara hasret dolu satırlar yazıyor, Malkara'nın hayaliyle yaşıyordu. Ancak artık çok yaşlı ve hastaydı. Son mektubunda “Ölmek üzereyim, Malkara'yı son bir defa göremeden bu yabancı diyarda kalacağım, sizden vasiyetim bir avuç toprak" diye yazmıştı. Boğos Usta'nın vasiyeti arkadaşları arasında emir telakki edildi ve hemen kollar sıvandı, gümrük mevzuatı öğrenildi, maşatlıktan aldıkları bir avuç toprağı okuyup üflediler ve torbaya doldurup Amerika'ya postaladılar. Malkara toprağı Amerika'ya vardığındaysa Boğos Usta hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ancak vefalı eşi ve çocukları, vasiyetini yerine getirdiler; Malkara'dan gelen toprağı 'kırkında' ziyaret ettikleri mezarına gözyaşları arasında döktüler.
Piknik alanı altında bir Ermeni mezarlığı
Malkara'nın yaşlıları, bugün piknik yapılan, pehlivan güreştirilen, erguvan ağaçlarıyla çevrili alanın eskiden Ermenilere ait bir mezarlık olduğunu bilirler. Mesela 1920 doğumlu olan annem Selime 'Molla' anlatmıştı; ilkokul öğrencisiyken Hıdırellez'de, öğretmenleriyle beraber kırda yürüyüşe çıkmışlar. Ermeni mezarlığından geçilirken, çocuklar mezarların üzerinde hoplayıp zıplayarak oynamaya başlamışlar. Annem 'çarpılmaktan' korktuğu için bu oyuna katılmamış, hatta müteessir olarak ağlamış.
Çocukluğumda orası, erguvan ağaçlarıyla çevrili bir piknik alanıydı. Mezarlıktan eser kalmamıştı ama adı hâlâ 'maşatlık'tı. Mezar taşlarının ne olduğunu ise kimse bilmiyor, bilenler de zaten söylemiyordu.
4-5 yıl önce anne ziyareti için gittiğim Malkara'da bir arkadaşla dolaşıyorduk, ondan öğrendim; sokağın birinde kanalizasyon patlamış, tamir için kazılınca ortaya çok sayıda mezar taşı çıkmış. Taşlar lağım kapağı olarak kullanılmış. Sonra bunlar, Hüseyin Köse İlkokulu önündeki meydanda -ne olduğu bilinmeden- bir süre sergilenmiş. Nihayet Ermenilere ait mezar taşları olduğu anlaşılınca, bir kamyona yüklenip Emniyet Amirliği'nin yanı başındaki 'Kültür Sarayı'nın bahçesine atılmış. Ancak kasabaya sonraki gidişimde taşların yerinde yeller esiyordu.
Bu yaz Malkara'da yine alt yapı kazıları yapıldı. Maşatlıktan çalınıp saygısızca lağım kapağı yapılan Malkara Ermenilerine ait yeni taşlar ortaya çıkmaya başladı. Bakalım bunların akıbeti ne olacak?
Kilisede çekirdekli sinema keyfi
Malkara'da günümüze kadar gelebilmiş bir kilise var. Ermenilerin ardından cemaatsiz kalan kilisenin 1800'lü yıllarda inşa edildiği tahmin ediliyor. Biz kasabalılar önceleri onu Rum kilisesi sanırdık, sonra Bulgar kilisesi diyenler oldu. Nihayet Patrikhane arşivinde yapılan araştırmalar sonucu buranın Ermenilere ait Surp (Aziz) Toros Kilisesi olduğu ortaya çıktı.
Çocukluğumdaki kilise artık sinema olmuştu. 600 metrekare olan salonu yüzlerce kişi alıyordu. Ağır tavan ve üst kat galeriler, gotik başlıklı 6 sütun üzerinde duruyordu. Antrede sağlı sollu üst galerilere çıkan ahşap merdivenler vardı. Sahnenin alnında mermer üzerinde kabartma kocaman bir ıstavroz somurtup dururdu. Yine tarafımızdan hurdaya çevrilmiş bir piyanosu bile vardı.
Sinemacı Adnan Güner kontrplaktan bölmelerle localar yapmıştı. Geceleri hakim, kaymakam, eşraftan aileler bu localarda çekirdek yiyerek sinema seyrederlerdi. Kadrolu gazozcu Selahattin Aga'yı, mevsimine göre kabak, ayçiçeği (gündöndü - karaduman), kestane satan Yusuf Aga'yı, sinema makinisti Arap Cemal'i hatırlıyorum.
Evimize çok yakındı, yemek yerken oynayan filmin konuşmalarını takip ederdim. 1960'lı yılların başında kasaba ahalisi sinemayla işte bu kilisede tanıştı. O devrin gençleri, kasaba orkestrasının çaldığı 'komparsita' eşliğinde dans ederek bu kilisede evlendi. Kızılay Müdürü Selim Bey her düğünde mutlaka 'Kazazka' oynardı: “Rus geliyor aşka, Rus'un aşkı başka". Burada seyrettiğim ilk renkli sinemaskop film 'Dr. Jivago' ve 'Normandiya Çıkarması'ydı mesela. Ayrıca turnelerden kimler uğramadı ki buraya? Hatırladığım en eski isim İsmail Dümbüllü, sonra illüzyonist Zati Sungur, Hamiyet Yüceses, Aysel Tanju, Berkant, Öztürk Serengil, Abra Kadabra isimli sihirbaz… Bir hafta matine - suare ful çekmişti.
Ayrıca turnelerden kimler uğramadı ki buraya? Hatırladığım en eski isim İsmail Dümbüllü, sonra illüzyonist Zati Sungur, Hamiyet Yüceses, Aysel Tanju, Berkant, Öztürk Serengil, Abra Kadabra isimli sihirbaz… Bir hafta matine - suare ful çekmişti.
1970'lerin sonunda sinema kapandı, Yağlı Tohumlar Kooperatifi'ne depo niyetine kiraya verildi. Kilise bundan sonra ağır saldırılara uğradı, bahçesini briketten duvar örerek binaya kattılar. Yıllarca kullanıldıktan sonra ise çatısından kiremitleri alınarak yıkıma terk edildi.
200 yıllık bu tarihî kilisenin kısmetinde önce çekirdek çitlenilen şamatası bol bir sinema, sonra depo, nihayetinde de bir yıkıntı olmak varmış. Kaderin cilvesi işte!
Boğos Usta 60'lı yılların ikinci yarısında çocuklarının öğrenimi için çok sevdiği Malkara'yı bırakıp İstanbul'a taşındı. Mesleğini Taksim Kazancı Yokuşu'nda kiraladığı atölyede devam ettirdi. Bilhassa Ford motor üzerine uzman olan Boğos Usta kısa zamanda Vehbi Koç'un dikkatini çekti. Zira o yıllarda Ford'un servis ağı bugünkü gibi değildi. Koç'un kendi başına bir servisi yoktu. Bu yüzden Boğos Usta ile anlaşma yapılmış ve kendisine Ford servisi yetkisi verilmişti. Bu sayede para pul sahibi oldu ama zenginlik onu mağrur kılamadı. Malkara'yla ve Malkaralı Türk arkadaşlarıyla hiçbir zaman ilişkisini kesmedi. Ramazan ve Kurban bayramları ile Noel tatillerinde ailecek soluğu Malkara'da alırlardı. Hemşehrileri de ne zaman İstanbul'a gitse, mutlaka onunla buluşur, Beyoğlu'nda âlem yaparlardı. Sadece bu kadar mı? İstanbul'da üniversitede okuyan Malkaralı çocuklar ne zaman parasız kalsalar Boğos Usta'ya gider, ondan harçlık alırlardı.
Boğos Usta Malkara'ya son ziyaretini 1966'da yaptı. Yanında eşi Roza ve iki oğlu Ara ile Zenop olduğu halde kasabaya geldiklerinde, onu çocukluk arkadaşı rahmetli Hüsamettin Erüstün evinde misafir etti. Bu son ziyaret sırasında tamirci Osman, şoför Ramazan, fırıncı Tokuç Ali gibi yakın arkadaşlarıyla Ekmekçiler Deresi'nde kuzu çevirdiler. 'Gavur Mahallesi'nde dolaştılar. Boğos Usta burada çocuklarına atalarının evlerini gösterdi. Oradan mezarlığa (maşatlığa) gittiler, sonra maaile vaftiz edildikleri Aziz Toros Kilisesi'ni ziyaret ettiler. Ancak kilise artık sinema (Hürriyet Sineması) olduğu için akşamleyin de burada film izlediler.
“Suyu akıyor ya beis yok"
Ertesi gün arabalara doluşup Danişment köyü mezrasında bulunan Bizans devrinden kalma ayazmaya gittiler. Malkara, Keşan, Gelibolu Rumlarınca kutsal sayılan ve yılın belli zamanlarında ziyaret edilen yere vardıklarında ayazmanın yıkılarak çeşmeye çevrildiğini gördüler. Boğos Usta “Suyu akıyor ya beis yok" diyerek, Rum arkadaşlarına götürmek üzere ayazmadan bir bidon su doldurdu ve o günün hatırası olarak bir de resim çektirdi.
Aradan yıllar geçmiş, bir gün Malkara'ya Amerika'dan bir mektup gelmişti. Gönderen: Boğos Usta. Meğer oraya göçmüşler. Yine çocukların öğrenimi için. Ortaokulu ve liseyi İstanbul'da okuyan iki oğlu üniversite çağına gelince “Amerika da Amerika" diye tutturmuş. Gerçi Boğos Usta'nın gönlünde yatan tekrar Malkara'ya dönmekmiş ama eşi Roza da çocuklardan yana çıkınca istemeye istemeye Amerika'ya göç etmişler.
Boğos Usta Amerika'da da bildiği işi yaptı. Hemen bir tamir atölyesi kurup New Jersey'in en meşhur tamircisi oldu. Ama artık yaşlıydı. Oğullarından büyüğü Zenop da tıpkı babası gibi bu mesleğe yatkındı. Ustalık babadan oğula geçmişti.
Boğos Usta Malkaralı arkadaşlarıyla Amerika'dayken bile mektuplaşmayı kesmedi. Onlara hasret dolu satırlar yazıyor, Malkara'nın hayaliyle yaşıyordu. Ancak artık çok yaşlı ve hastaydı. Son mektubunda “Ölmek üzereyim, Malkara'yı son bir defa göremeden bu yabancı diyarda kalacağım, sizden vasiyetim bir avuç toprak" diye yazmıştı. Boğos Usta'nın vasiyeti arkadaşları arasında emir telakki edildi ve hemen kollar sıvandı, gümrük mevzuatı öğrenildi, maşatlıktan aldıkları bir avuç toprağı okuyup üflediler ve torbaya doldurup Amerika'ya postaladılar. Malkara toprağı Amerika'ya vardığındaysa Boğos Usta hakkın rahmetine kavuşmuştu. Ancak vefalı eşi ve çocukları, vasiyetini yerine getirdiler; Malkara'dan gelen toprağı 'kırkında' ziyaret ettikleri mezarına gözyaşları arasında döktüler.
Piknik alanı altında bir Ermeni mezarlığı
Malkara'nın yaşlıları, bugün piknik yapılan, pehlivan güreştirilen, erguvan ağaçlarıyla çevrili alanın eskiden Ermenilere ait bir mezarlık olduğunu bilirler. Mesela 1920 doğumlu olan annem Selime 'Molla' anlatmıştı; ilkokul öğrencisiyken Hıdırellez'de, öğretmenleriyle beraber kırda yürüyüşe çıkmışlar. Ermeni mezarlığından geçilirken, çocuklar mezarların üzerinde hoplayıp zıplayarak oynamaya başlamışlar. Annem 'çarpılmaktan' korktuğu için bu oyuna katılmamış, hatta müteessir olarak ağlamış.
Çocukluğumda orası, erguvan ağaçlarıyla çevrili bir piknik alanıydı. Mezarlıktan eser kalmamıştı ama adı hâlâ 'maşatlık'tı. Mezar taşlarının ne olduğunu ise kimse bilmiyor, bilenler de zaten söylemiyordu.
4-5 yıl önce anne ziyareti için gittiğim Malkara'da bir arkadaşla dolaşıyorduk, ondan öğrendim; sokağın birinde kanalizasyon patlamış, tamir için kazılınca ortaya çok sayıda mezar taşı çıkmış. Taşlar lağım kapağı olarak kullanılmış. Sonra bunlar, Hüseyin Köse İlkokulu önündeki meydanda -ne olduğu bilinmeden- bir süre sergilenmiş. Nihayet Ermenilere ait mezar taşları olduğu anlaşılınca, bir kamyona yüklenip Emniyet Amirliği'nin yanı başındaki 'Kültür Sarayı'nın bahçesine atılmış. Ancak kasabaya sonraki gidişimde taşların yerinde yeller esiyordu.
Bu yaz Malkara'da yine alt yapı kazıları yapıldı. Maşatlıktan çalınıp saygısızca lağım kapağı yapılan Malkara Ermenilerine ait yeni taşlar ortaya çıkmaya başladı. Bakalım bunların akıbeti ne olacak?
Kilisede çekirdekli sinema keyfi
Malkara'da günümüze kadar gelebilmiş bir kilise var. Ermenilerin ardından cemaatsiz kalan kilisenin 1800'lü yıllarda inşa edildiği tahmin ediliyor. Biz kasabalılar önceleri onu Rum kilisesi sanırdık, sonra Bulgar kilisesi diyenler oldu. Nihayet Patrikhane arşivinde yapılan araştırmalar sonucu buranın Ermenilere ait Surp (Aziz) Toros Kilisesi olduğu ortaya çıktı.
Çocukluğumdaki kilise artık sinema olmuştu. 600 metrekare olan salonu yüzlerce kişi alıyordu. Ağır tavan ve üst kat galeriler, gotik başlıklı 6 sütun üzerinde duruyordu. Antrede sağlı sollu üst galerilere çıkan ahşap merdivenler vardı. Sahnenin alnında mermer üzerinde kabartma kocaman bir ıstavroz somurtup dururdu. Yine tarafımızdan hurdaya çevrilmiş bir piyanosu bile vardı.
Sinemacı Adnan Güner kontrplaktan bölmelerle localar yapmıştı. Geceleri hakim, kaymakam, eşraftan aileler bu localarda çekirdek yiyerek sinema seyrederlerdi. Kadrolu gazozcu Selahattin Aga'yı, mevsimine göre kabak, ayçiçeği (gündöndü - karaduman), kestane satan Yusuf Aga'yı, sinema makinisti Arap Cemal'i hatırlıyorum.
Evimize çok yakındı, yemek yerken oynayan filmin konuşmalarını takip ederdim. 1960'lı yılların başında kasaba ahalisi sinemayla işte bu kilisede tanıştı. O devrin gençleri, kasaba orkestrasının çaldığı 'komparsita' eşliğinde dans ederek bu kilisede evlendi. Kızılay Müdürü Selim Bey her düğünde mutlaka 'Kazazka' oynardı: “Rus geliyor aşka, Rus'un aşkı başka". Burada seyrettiğim ilk renkli sinemaskop film 'Dr. Jivago' ve 'Normandiya Çıkarması'ydı mesela. Ayrıca turnelerden kimler uğramadı ki buraya? Hatırladığım en eski isim İsmail Dümbüllü, sonra illüzyonist Zati Sungur, Hamiyet Yüceses, Aysel Tanju, Berkant, Öztürk Serengil, Abra Kadabra isimli sihirbaz… Bir hafta matine - suare ful çekmişti.
Ayrıca turnelerden kimler uğramadı ki buraya? Hatırladığım en eski isim İsmail Dümbüllü, sonra illüzyonist Zati Sungur, Hamiyet Yüceses, Aysel Tanju, Berkant, Öztürk Serengil, Abra Kadabra isimli sihirbaz… Bir hafta matine - suare ful çekmişti.
1970'lerin sonunda sinema kapandı, Yağlı Tohumlar Kooperatifi'ne depo niyetine kiraya verildi. Kilise bundan sonra ağır saldırılara uğradı, bahçesini briketten duvar örerek binaya kattılar. Yıllarca kullanıldıktan sonra ise çatısından kiremitleri alınarak yıkıma terk edildi.
200 yıllık bu tarihî kilisenin kısmetinde önce çekirdek çitlenilen şamatası bol bir sinema, sonra depo, nihayetinde de bir yıkıntı olmak varmış. Kaderin cilvesi işte!