Mistik Yahudilerin kozmik öğretisi Kabala
Yahudilikteki konumu tasavvufun İslamdaki konumuna benzeyen Kabalacılık, ana akımlardan farklı gelişmiş, mistik ağırlıklı bir anlayışı ifade etmektedir.
İlk tek Tanrılı din kabul edilen Yahudilik son derece karmaşık ve mistik öğelerle doludur. M.S. 70 yılından itibaren Roma İmparatorluğu döneminde Akdeniz coğrafyasına yayılan Yahudiler, sürgün edildikleri bölgelerde yerel kültürlere karışarak farklı etnik ve sosyal kimlikler oluşturdular. Yahudileri Seferad (İspanya), Aşkenaz (Alman), Hasidik (Doğu Avrupa), Falaşa (Afrika), Karai (çoğu Türk kökenli olan grupların oluşturduğu mezhep) gibi alt gruplara ayırmamız mümkün. Bunları farklı kılan unsurlarsa dilden inanç temellerine kadar geniş bir alana yayılır.
Öte yandan 19. yüzyılda başlayan ve çoğu kez dinî inanış bağlamında özelleşen bazı ekoller de mevcuttur. Örneğin Reformistler, Muhafazakârlar, Ortodoks Yahudiler, Ultra Ortodokslar ve Yeniden İnşacılar gibi ciddi ciddi çatışan ekollerden bahsetmeliyiz. Bunlara Yahudi tarihinin daha erken dönemlerinde ortaya çıkan Essenilik, Sadukilik, Ferisilik, Töröpötörler gibi mezhepleri da ekleyebiliriz. (Bugün için bu mezheplerden ayakta kalanlar sadece Samirilik ve Karailiktir.)
Bu farklılaşmaların temelinde yatan sosyolojik olayın diaspora (İbranice galut) veya ‘sürgün’ olduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca bin yıllar boyunca farklı kültürlerle kaynaşmaları sonucu baş gösteren bir ekolleşme de söz konusu. Esasında bu ayrışma pek çok dinin tarihinde rastlanan bir olgunun Yahudilikteki karşılığıdır.
“Her şey Tanrı’nın bir parçası”
Zikretmemiz gereken önemli bir hareket de Kabalacılıktır. Basitçe ‘Yahudi mistisizmi’ diye tanımlayabileceğimiz Kabala, kelime anlamı olarak ‘kabul edilmiş’ veya ‘gelenekselleşmiş’ demektir. Yahudi tarihinde ana akımlardan farklı gelişmiş, mistik ağırlıklı bir anlayışı ifade ettiğini ekleyelim.
Yahudilikteki konumu tasavvufun İslamdaki konumuna oldukça benzeyen Kabalacılık, bazı dönemlerde geleneksel Yahudilikle özdeşleştirilirken, konjonktüre bağlı olarak heretik (sapkın) bir hareket olarak algılandığı da olmuştur.
Bugün Kabalacılık adını verdiğimiz hareket büyük oranda 17. yüzyıldan sonra ortaya çıksa da, kökeni M.Ö. 2. yüzyıl civarına, Filistin topraklarındaki ikinci diaspora öncesine kadar uzanır. Erken dönem Kabalacılığı denilen ve M.S. 1000’lere kadar uzanan bu dönem, büyük oranda antik Yunan (Platonculuk, Yeni-Platonculuk) hatta Budist ve Hindu doktrinleriyle beslenmiş basit bir mistik harekettir. Ma’asah bereşit (yaratılış üzerine düşünme) terimi bu dönemi ifade eder.
Sistemin temel doktrini, yaradılışın nasıl vuku bulduğu problemini çözmeye adanmış fikirler içerir. Tanrı, Yeni-Platoncu bir panteizm (kâinatın tümünü Tanrı kabul eden inanç sistemi) çerçevesinde mutlak olandan görünen varlıklar alemine inerek kendini gerçekleştirmiş varlıktır. Bütün varlıklar basitçe Tanrı’nın aşağı âlemlere doğru kendini açışı sonucu oluşmuştur. Bu yüzden her şey onun bir parçasıdır.
Bu durumda insanın görevi, tanrılığı mutlak haline geri döndürmektir. İşte bu, Yahudi şeriatı sayılan Mitzvahları (Tanrı’nın ahlakî emirlerini) yerine getirme ve içimizde saklı bulunan ilahî özü yakalama, onunla birleşme tecrübesiyle gerçekleştirilebilir. Bunları başarmanın münzevi bir hayatla sağlanabileceği gerçeği, hareketin pratik karşılığını teşkil eder. Az yemek, az uyumak, hazlardan uzak durmak, Tanrı’yla hemhal olmak önemsenir.
Klasik anlamıyla gnostik (tefekkürle edinilen bilgiye dayalı) bir ekol olan erken dönem Kabalacılığı, 12. veya 13. yüzyıllardan itibaren İslamın da etkisiyle Endülüs’te gelişmeye başlar. Muhtemelen ikinci diaspora sonucu İspanya tarafına sürülen bazı Yahudiler, Filistin’den getirdikleri bu ilk Kabala formunu geliştirip Zohar diye bilinen bir Tevrat tefsir külliyatı etrafında kümeleşerek hareketin ikinci dönemini başlattılar.
Bu dönem Kabalacılığının yaratılış, yaratılanlar ile Tanrı arasındaki ilişki, kötülüğün kaynağı, Tevrat’ın şifreleri gibi felsefî meseleleri vardı. Münzevî bir hayatı hedefliyorlardı. Daha kurumsallaşmış bir hareket olarak bu dönem Kabalacılığı, geleneksel Yahudilikten uzaklaşmaya başlamış olup bu eğilim modern zamanlara kadar devam edecektir.
Literatür anlamıyla Kabalacılığın son oluşum dönemi 16. yüzyıl sonrasına rastlar. Bu dönemin klasik şahsiyeti Safedli İshak Luria’dır. Bu süreci belirleyen en önemli tarihî konjonktür, 1492’de İspanya’daki son Emevî devletinin çöküşüyle ilgilidir. Böylece Akdeniz coğrafyasına yayılan Yahudilik, trajedisini daha mistik bir algı yoluyla telafi etmek ihtiyacını hissedecektir. Dahası, eskiden önemli olmayan temaların gündeme gelmeye başladığını da görürüz.
Bunların başında Mesih’in gelişi öğretisinin canlandırılması ve Tikkun inancı gelir. Tikkun Tanrı’nın en aşağı tezahürü olan mevcut alemin yeniden tanrılaşarak kurtuluşa ulaşmasıdır. Halakik (Yahudi yasaları) veya geleneksel Yahudilikte ‘onarma’ anlamına gelen bu terim, İshak Luria gibi Kabalacılar tarafından kozmik bir kurtuluş felsefesi çerçevesinde yorumlanmıştır.
Bu noktadan itibaren kurtuluşu nihai noktaya ulaştıracak olan Mesih’in gelişi önem kazanır. “Her eylemimiz Mesih’in gelişini çabuklaştırabilir veya geciktirebilir” doktrini Luria’nın getirdiği bir yeniliktir. Luriacı Kabala da denilen bu ekol, kurtuluş sürecine aktif olarak insan unsurunu da kattığı için geleneksel Yahudiliğin ‘kurtuluşun sadece iman ve ibadetle kazanılabileceği’ doktrininden bir hayli sapmıştır. Çünkü sıradan bir Yahudinin ameliyle gelecek olan kurtuluş, kurumsallaşmış hahamların otoritesine ciddi bir tecavüz olarak algılanıyordu.
Bu dönemde ortaya çıkan bir başka Kabalistik gelenek, o tarihte Osmanlı topraklarında bulunan Filistin’in Safed şehrine göç eden İspanyol Yahudilerinin başlattığı Safed Kabalacılığıdır. Luriacı Kabala’nın popülerize edilmiş hali olan bu ekol de halk arasında oldukça tutulacaktır.
Sabetaycılar da Kabalacı mıydı?
Tarihine kuşbakışı göz attığımız Kabalacı Yahudi yorumu felsefî olarak neler söyler peki? Kabalacılığın en önemli felsefî doktrini Sefirot’tur (âlemler). Kabalacılığı İslamdaki ‘vahdet-i vücud’ doktrinine yaklaştıran bu teoriye göre mutlak ve tek Tanrı kendi cevherinden 10 farklı âlem oluşturarak kozmik bir varoluş süreci gerçekleştirmiştir. Sürekli aşağı doğru bir düşüş anlamına gelen 10 Sefirot, İslam felsefesinde ‘sudûr’ kavramına tekabül eder.
Buna göre Tanrı’nın en mükemmel ve mutlak hali Ein Sof, onun adlandırılamayan ve bilinemeyen statüsüdür. Kabalistlere göre Ein Sof’ta var olan İlahî nur birden taşmaya başlar ve Tanrı’nın birinci formu olan Kether âlemini oluşturur. Böylece olumsuz anlamda adeta aşağıya doğru form değiştiren mutlak Tanrı 10 yeni âlem yaratır. Esasında yaratılan her âlem, şekil değiştirmiş olsa bile Tanrı’nın kendisidir.
Kether, tanrılığa en yakın âlemdir. Aynı zamanda İslam tasavvufundaki İnsan-ı Kâmil’e denk düşen Adam Kadmon’dur. Kether’in içinde bulunan ilahî nur (or) o kadar güçlüdür ki, Kether âleminin parçalanmasına yol açar. Âlemlerin kırılışı, nurun dağılmasına ivme kazandırır. Her dağılış, bulunduğu âlemi çatlatır ve aşağı doğru yeni âlemlerin oluşmasına yol açar. Nurun dağılması kötülüğü oluşturur. Bu anlamda kötülüğün kaynağı, nurun taşkınlığıdır. Böylece en altta bulunan ve içinde yaşadığımız âlem olan Melkut yaratılıncaya kadar kozmik iniş devam eder. Bu noktada Kabala’nın etiği devreye girer. Melkut sefira’sının en önemli varlığı olarak insan bu inişi tersine çevirerek Tanrı’yı Ein Sof haline döndürmekle yükümlüdür.
İşte Tikkun, yani kurtuluş budur. Fakat kurtuluşun gerçekleşmesi için Mesih’in gelmesi gerekir. Bu da başta Yahudiler olmak üzere tüm insanların amellerine bağlıdır. Ancak onun gelişi sadece ibadetle sağlanamaz. Bu bağlamda Kabalacılar için Devekut ve Kavana adıyla bilinen meditasyon ve kendini Tanrı’ya adama çok önemlidir. Tabii münzevî bir hayat sürme ve mistik bir meşrebe sahip olmak da Kabala’nın adaplarındandır.
Bu arada Osmanlı Devleti’nde Sabetay Sevi’nin kurucusu olduğu gelenek ile Doğu Avrupa’daki Frankist ekollerin de Kabalacı olduklarını söylemek gerekir. Özellikle Sabetaycılık Luriacı Kabala geleneğinin yeni motiflerle pekiştirilmiş bir yorumudur. 17. yüzyıl Osmanlısında ortaya çıkan bu hareket, Avrupa Yahudi mistisizminin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Mesihin gelişine yaptığı vurgu bağlamında Yahudi teolojisine, kurtuluş için İsrail’e dönüş motifini canlandırması dolayısıyla da siyasal mesihçiliğe ciddi anlamda katkısı olmuştur.
Aynı zamanda Hasidik Yahudilik de Kabalacılığın izlerini taşımaktadır.