Mezopotamya’nın Bilge Kralı: Gılgamış
Yakın Doğu'da siyasal, sosyal ve dinî anlamda geniş bir etki alanı oluşturan Gılgamış Destanı, tek tanrılı dinlerdeki Nuh Tufanı kıssasının eski Mezopotamya inançlarındaki karşılığı diye bilinir. Biraz tarihî tecrübe, biraz da deruni bir hakikatin efsanevî anlatımını Doç. Dr. Kürşat Demirci Derin Tarih okurları için kaleme aldı.
Gılgamış Destanı kültürümüzde ya edebî bir metin olarak ya da Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi tek tanrılı dinlerdeki Nuh Tufanı kıssasının eski Mezopotamya inançlarındaki karşılığı diye bilinir. Bu bilgi doğru olmakla birlikte Gılgamış Destanı'nın antik Yakın Doğu'da siyasal, sosyal ve dinî anlamda geniş bir etki alanı oluşturduğunu bilmezsek çok şey eksik kalır. Bugün Batı medeniyetinin Herodot'la birlikte ikinci kültürel kaynağını teşkil eden İlyada ve Odesa destanlarından tutun da Orta Çağ Avrupası Aşkenaz-Hasidik Yahudiliğinin mitolojik varlığı Golem'e, hatta oradan Frankenstein'a kadar uzanan geniş bir kahramanlar kültüne öncülük eden köklü bir efsanedir Gılgamış. Akdeniz ve Ortadoğu halklarının sosyal ve sözlü geleneğinde derin izler bırakmıştır.
Özellikle Ortadoğu'da hikmetin kaynağı, ölümün sırrı, bilge kral, insanın ilahi güçler karşısındaki konumu gibi pek çok doğaüstü-etyolojik halk geleneği, kökenini doğrudan doğruya Gılgamış efsanesinden alır. Bu güçlü etki, binlerce yıllık beşerî tecrübeleri bu kadar güzel ve anlamlı kompoze edebilmesinden gelir.
Gılgamış Destanı, yaklaşık olarak MÖ 4 binde Sümerlerle başlayan öykülerin zamanla eklenip çıkarılmasıyla oluşan ve son şeklini MÖ 1000'lerde alan, üçte iki tanrı, üçte bir insan olan bir bilge kralın hikmet dolu macerasıdır. Burada bilinmesi gereken nokta, modern insan için efsanevî bir kurgu olan şeyin, antik insan için bizzat gerçeklik olduğudur. Mitos günümüz insanı için sembolik ve açıklayıcı öykülerdir, klasik insan içinse hakikatin ta kendisi...
Ölümsüzlüğün sırrını yılan kapınca…
Kahramanımız Gılgamış'ın hem içsel, hem dışsal yolculuğu ve yolculuğun her aşamasında bedenden ruha doğru seyreden serüvende elde ettiği hikmet bilgisi göz önüne alındığında, bu destan Mezopotomya'da numegu (Akadca 'hikmet') türünden bir sözlü gelenek içine yerleştirilebilir. 19. yüzyılda keşfedilen destanın ilk örneği Sümerce, gözden geçirilmiş varyantları MÖ 2 binin başlarında Akadca, Asurca ve MÖ 1000'lerde Babilce-Asurca yazılmıştır.
Destanın özü, bugünkü Irak sınırlarında bulunan antik Uruk şehrinin kralı Gılgamış'ın kendisini zalimlikten insanlığa, korkudan kurtuluşa, ölümsüzlük arayışından onu kabullenmeye götüren evrensel psikolojik süreçlerdir. Birbirinden farklı pek çok öykünün bir araya getirildiği, son büyük Asur kralı Asurbanipal döneminde (MÖ 7. yüzyıl) Asurca yazılan son haline göre öykünün planı şöyledir:
Biraz tanrı, biraz insan olan, çok güçlü, dev ve vahşi cüssesiyle halkına zulmeden Uruk kralı Gılgamış'ın zalimliğine tanrılar bile dayanamaz ve ona bir ceza vermeyi düşünürler. Burada sorgulanmaya başlanan, zalimlik prototipidir. Her şeyden önce Gılgamış'ın insanlaştırılması gerekmektedir. Tanrılar ilkin Gılgamış'ın gücüne ve suretine eş Enkidu adıyla bilinen bir dev yaratırlar. Bize göre Enkidu, Gılgamış'ın 'alter ego'su, yani 'öteki ben'idir.
Gılgamış ve Enkidu arasında önceleri öfke ve mücadele ile başlayan birliktelik zamanla inanılmaz bir dostluğa dönüşür. Gılgamış'ın insanlaşma sürecinde ilk insani sıcaklık Enkidu'dan gelecektir. Fakat tanrılar sahneden çıkarılmasına karar verdiğinde Enkidu ölür. Gılgamış ise eşsiz dostunu kaybettikten sonra ölüm kavramını sorgulamaya başlar. Dostunun matemini tutarken, ölümsüzlüğü bulmak üzere yollara düşer.
Tanrılar neticeyi bilmekle birlikte, Gılgamış'a ölümsüzlüğün sırrını bilen Utnapiştim'den (Mezopotamyalı Nuh) bahsederler. Muhtemelen içe dönüş macerasının zahiri karşılığı olan zorlu bir inisiyasyon yolculuğundan sonra, bir adada yaşayan (herhalde saf ego) Utnapiştim'i bulur. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını vermeden önce Gılgamış'a başından geçen bir tufan olayını nakleder. Uzun bir diyalogdan sonra ölümsüzlüğün sırrını öğrenen Gılgamış yeniden yola düşer. Fakat dönüş sırasında bir yılan, ölümsüzlüğün sırrının kaydedildiği tableti çalar. O günden sonra yılan ölümsüz, insan ise ölümlü olacaktır.
Tabii arada atladığımız pek çok olay ve kahraman var. Ama metnin bu edisyonundan bize düşen hisse, pek çok antik hikayede olduğu gibi şudur: Yaşam güzel ve güçlü başlar, zorlu yolculuklarla devam eder ve ölümle sona erer. Antik inançlarda ölümsüzlük tanrıların payıdır. Mitolojik ideoloji, bunu sorgulamaya başlayana ağzının payını verir.
Metnin bazı versiyonlarında, Gılgamış tanrısal unsur da taşıdığı için tanrılar tarafından yeraltı alemine ilah ilan edilir. Ama bütünüyle insan olanlar ölümlülüğe mahkûmdur. İnsana en büyük teselli, tanrılara hizmetten alacağı mutluluktur. Muhtemelen Yahudiliğin Eski Ahid'indeki vaaz kitabı Gılgamış geleneğinin bir uzantısıdır.
Gılgamış'ın Avrupa'daki yansımaları
Gılgamış'ın Mezopotamya'da güçlü bir siyasal- ideolojik karşılığı da gelişmiştir. Her şeyden önce öykünün, insanları, sonucu siyasal da olabilen kozmik bir anlamsızlık dünyasına sevk eden sorgulamaları önleyici bir ideolojisi vardır. İnsanları tanrılara sorgulama olmaksızın bağlayan pagan ideoloji, Ortadoğu'da Gılgamış Destanı'nı geniş çapta kullanmıştır. Destanın gücü ve yaygınlığında temel unsurlardan biri de budur.
Öte yandan krallar, kendi bilge krallıklarını prototip Gılgamış'la özdeşleştirerek egemenliklerini pekiştirmeye çalışmış, Gılgamış'ın hikmet ve ayrıcalığına sahip olarak pozisyonlarını yasal hale getirmeyi denemişlerdir. Bundan dolayıdır ki Yahudilik antik çağlarda Gılgamış'ın paganist gücünü kırmakla çok uğraşmış, onun inisiyatik yolculuğunu siyasal değil, teolojik anlamda okuyarak asimile etmeye çalışmıştır. Ancak bir zamanlar ortadan kaldırmaya çalışılan haliyle Gılgamış (veya siyasal kahraman) Orta Çağ'da -hem de Yahudiler arasında- Avrupa'da yeniden piyasaya çıkacaktır. Yahudilik, Gılgamış'ın içinden sıyrıldığı Mezopotamya inançlarını bütünüyle atmamış, güçlü fenomenleri bir şekilde farklı içeriklerle devam ettirmiştir. Şöyle de diyebiliriz: Gılgamış'ın öyküsünde saklı olan evrensel ve ilahi sırrı yerine oturtmuş, doğrultmuştur.
Efsane retoriğinin evrensel izleri
Orta Çağ Avrupa'sında Aşkenaz Yahudileri arasında eski Gılgamış, Golem adıyla son derece yaygın bir efsane olarak ortaya çıkar. Bu mitosun detayları hakkındaki ilk bilgimiz, 16. yüzyıl Rabbilerinden (Yahudi din adamları) Çelmli Eliyahu'dan gelir. 18. yüzyıl Rabbilerinden Yakup Emden ise öykünün bugünkü edisyonunu hazırlar. Buna göre Golem, topraktan yapılmış, cansız bir devdir. Fakat bazı İbranice harfler telaffuz edildiğinde canlanır ve Yahudilere zulmeden herkesi acımasızca ortadan kaldırır. O, Mesih'in prototipi bir kraldır.
Golem efsanesi, Avrupa Yahudilerinin kimliklerini muhafaza etmelerinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Frankenstein hikâyelerinin önemli bir kısmı da Golem öykülerinden aparılmıştır.
Öte yandan, antik Yunan klasiklerinden olan Homer'in İlyada ve Odesa destanlarında çok sayıda motif Gılgamış Destanı'ndan alınmıştır. Odesa'nın Truva savaşından sonra İthaki'ye dönmek için çıktığı yolculuğun öyküsü Gılgamış'ın Utnapiştim'le karşılaşma öyküsüne çok benzer. 2. yüzyıl Grek yazarlarından Aelian, De Natura adlı eserinde ondan Gılgamos olarak bahseder. Bazı Arapça kaynaklarında ise Cılcamış olarak geçer. Yahudi Kabala'sının Adam Kadmon'u (insan-ı kâmil) da muhtemelen Gılgamış'tır.
Gılgamış Destanı'nın Akdeniz dünyasındaki popülaritesi, şüphesiz onun pek çok karmaşık insani meseleleri anlaşılabilir ve derli toplu bir şekilde sunuşundan ileri gelir. O, sadece eski Mezopotamya'da hikmet arayan kahraman prototipiyle sınırlı kalmamış, insanın derinlerinde keşfedilmeyi bekleyen ilahi ve evrensel bilginin efsane şeklinde anlatımıyla beyanı olarak ciddi bir işlev de görmüştür.
Özellikle Ortadoğu'da hikmetin kaynağı, ölümün sırrı, bilge kral, insanın ilahi güçler karşısındaki konumu gibi pek çok doğaüstü-etyolojik halk geleneği, kökenini doğrudan doğruya Gılgamış efsanesinden alır. Bu güçlü etki, binlerce yıllık beşerî tecrübeleri bu kadar güzel ve anlamlı kompoze edebilmesinden gelir.
Gılgamış Destanı, yaklaşık olarak MÖ 4 binde Sümerlerle başlayan öykülerin zamanla eklenip çıkarılmasıyla oluşan ve son şeklini MÖ 1000'lerde alan, üçte iki tanrı, üçte bir insan olan bir bilge kralın hikmet dolu macerasıdır. Burada bilinmesi gereken nokta, modern insan için efsanevî bir kurgu olan şeyin, antik insan için bizzat gerçeklik olduğudur. Mitos günümüz insanı için sembolik ve açıklayıcı öykülerdir, klasik insan içinse hakikatin ta kendisi...
Ölümsüzlüğün sırrını yılan kapınca…
Kahramanımız Gılgamış'ın hem içsel, hem dışsal yolculuğu ve yolculuğun her aşamasında bedenden ruha doğru seyreden serüvende elde ettiği hikmet bilgisi göz önüne alındığında, bu destan Mezopotomya'da numegu (Akadca 'hikmet') türünden bir sözlü gelenek içine yerleştirilebilir. 19. yüzyılda keşfedilen destanın ilk örneği Sümerce, gözden geçirilmiş varyantları MÖ 2 binin başlarında Akadca, Asurca ve MÖ 1000'lerde Babilce-Asurca yazılmıştır.
Destanın özü, bugünkü Irak sınırlarında bulunan antik Uruk şehrinin kralı Gılgamış'ın kendisini zalimlikten insanlığa, korkudan kurtuluşa, ölümsüzlük arayışından onu kabullenmeye götüren evrensel psikolojik süreçlerdir. Birbirinden farklı pek çok öykünün bir araya getirildiği, son büyük Asur kralı Asurbanipal döneminde (MÖ 7. yüzyıl) Asurca yazılan son haline göre öykünün planı şöyledir:
Biraz tanrı, biraz insan olan, çok güçlü, dev ve vahşi cüssesiyle halkına zulmeden Uruk kralı Gılgamış'ın zalimliğine tanrılar bile dayanamaz ve ona bir ceza vermeyi düşünürler. Burada sorgulanmaya başlanan, zalimlik prototipidir. Her şeyden önce Gılgamış'ın insanlaştırılması gerekmektedir. Tanrılar ilkin Gılgamış'ın gücüne ve suretine eş Enkidu adıyla bilinen bir dev yaratırlar. Bize göre Enkidu, Gılgamış'ın 'alter ego'su, yani 'öteki ben'idir.
Gılgamış ve Enkidu arasında önceleri öfke ve mücadele ile başlayan birliktelik zamanla inanılmaz bir dostluğa dönüşür. Gılgamış'ın insanlaşma sürecinde ilk insani sıcaklık Enkidu'dan gelecektir. Fakat tanrılar sahneden çıkarılmasına karar verdiğinde Enkidu ölür. Gılgamış ise eşsiz dostunu kaybettikten sonra ölüm kavramını sorgulamaya başlar. Dostunun matemini tutarken, ölümsüzlüğü bulmak üzere yollara düşer.
Tanrılar neticeyi bilmekle birlikte, Gılgamış'a ölümsüzlüğün sırrını bilen Utnapiştim'den (Mezopotamyalı Nuh) bahsederler. Muhtemelen içe dönüş macerasının zahiri karşılığı olan zorlu bir inisiyasyon yolculuğundan sonra, bir adada yaşayan (herhalde saf ego) Utnapiştim'i bulur. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını vermeden önce Gılgamış'a başından geçen bir tufan olayını nakleder. Uzun bir diyalogdan sonra ölümsüzlüğün sırrını öğrenen Gılgamış yeniden yola düşer. Fakat dönüş sırasında bir yılan, ölümsüzlüğün sırrının kaydedildiği tableti çalar. O günden sonra yılan ölümsüz, insan ise ölümlü olacaktır.
Tabii arada atladığımız pek çok olay ve kahraman var. Ama metnin bu edisyonundan bize düşen hisse, pek çok antik hikayede olduğu gibi şudur: Yaşam güzel ve güçlü başlar, zorlu yolculuklarla devam eder ve ölümle sona erer. Antik inançlarda ölümsüzlük tanrıların payıdır. Mitolojik ideoloji, bunu sorgulamaya başlayana ağzının payını verir.
Metnin bazı versiyonlarında, Gılgamış tanrısal unsur da taşıdığı için tanrılar tarafından yeraltı alemine ilah ilan edilir. Ama bütünüyle insan olanlar ölümlülüğe mahkûmdur. İnsana en büyük teselli, tanrılara hizmetten alacağı mutluluktur. Muhtemelen Yahudiliğin Eski Ahid'indeki vaaz kitabı Gılgamış geleneğinin bir uzantısıdır.
Gılgamış'ın Avrupa'daki yansımaları
Gılgamış'ın Mezopotamya'da güçlü bir siyasal- ideolojik karşılığı da gelişmiştir. Her şeyden önce öykünün, insanları, sonucu siyasal da olabilen kozmik bir anlamsızlık dünyasına sevk eden sorgulamaları önleyici bir ideolojisi vardır. İnsanları tanrılara sorgulama olmaksızın bağlayan pagan ideoloji, Ortadoğu'da Gılgamış Destanı'nı geniş çapta kullanmıştır. Destanın gücü ve yaygınlığında temel unsurlardan biri de budur.
Öte yandan krallar, kendi bilge krallıklarını prototip Gılgamış'la özdeşleştirerek egemenliklerini pekiştirmeye çalışmış, Gılgamış'ın hikmet ve ayrıcalığına sahip olarak pozisyonlarını yasal hale getirmeyi denemişlerdir. Bundan dolayıdır ki Yahudilik antik çağlarda Gılgamış'ın paganist gücünü kırmakla çok uğraşmış, onun inisiyatik yolculuğunu siyasal değil, teolojik anlamda okuyarak asimile etmeye çalışmıştır. Ancak bir zamanlar ortadan kaldırmaya çalışılan haliyle Gılgamış (veya siyasal kahraman) Orta Çağ'da -hem de Yahudiler arasında- Avrupa'da yeniden piyasaya çıkacaktır. Yahudilik, Gılgamış'ın içinden sıyrıldığı Mezopotamya inançlarını bütünüyle atmamış, güçlü fenomenleri bir şekilde farklı içeriklerle devam ettirmiştir. Şöyle de diyebiliriz: Gılgamış'ın öyküsünde saklı olan evrensel ve ilahi sırrı yerine oturtmuş, doğrultmuştur.
Efsane retoriğinin evrensel izleri
Orta Çağ Avrupa'sında Aşkenaz Yahudileri arasında eski Gılgamış, Golem adıyla son derece yaygın bir efsane olarak ortaya çıkar. Bu mitosun detayları hakkındaki ilk bilgimiz, 16. yüzyıl Rabbilerinden (Yahudi din adamları) Çelmli Eliyahu'dan gelir. 18. yüzyıl Rabbilerinden Yakup Emden ise öykünün bugünkü edisyonunu hazırlar. Buna göre Golem, topraktan yapılmış, cansız bir devdir. Fakat bazı İbranice harfler telaffuz edildiğinde canlanır ve Yahudilere zulmeden herkesi acımasızca ortadan kaldırır. O, Mesih'in prototipi bir kraldır.
Golem efsanesi, Avrupa Yahudilerinin kimliklerini muhafaza etmelerinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Frankenstein hikâyelerinin önemli bir kısmı da Golem öykülerinden aparılmıştır.
Öte yandan, antik Yunan klasiklerinden olan Homer'in İlyada ve Odesa destanlarında çok sayıda motif Gılgamış Destanı'ndan alınmıştır. Odesa'nın Truva savaşından sonra İthaki'ye dönmek için çıktığı yolculuğun öyküsü Gılgamış'ın Utnapiştim'le karşılaşma öyküsüne çok benzer. 2. yüzyıl Grek yazarlarından Aelian, De Natura adlı eserinde ondan Gılgamos olarak bahseder. Bazı Arapça kaynaklarında ise Cılcamış olarak geçer. Yahudi Kabala'sının Adam Kadmon'u (insan-ı kâmil) da muhtemelen Gılgamış'tır.
Gılgamış Destanı'nın Akdeniz dünyasındaki popülaritesi, şüphesiz onun pek çok karmaşık insani meseleleri anlaşılabilir ve derli toplu bir şekilde sunuşundan ileri gelir. O, sadece eski Mezopotamya'da hikmet arayan kahraman prototipiyle sınırlı kalmamış, insanın derinlerinde keşfedilmeyi bekleyen ilahi ve evrensel bilginin efsane şeklinde anlatımıyla beyanı olarak ciddi bir işlev de görmüştür.