Adnan Menderes’in Bediüzzaman ve Nurculukla münasebeti nasıldı?
O dönem iki tür milliyetçi vardı: Biri Türklerin dini olduğu için İslamiyeti severiz, diyenler, diğeri din esas, milliyet de ona bağlı, diyenler. İşte dindar bir milliyetçi olan Isparta milletvekili Tahsin Bey de bu ikinci kısımda yer alıyordu.
Üstad ile Tahsin Bey tanışıyor. Üstad ona diyor ki: “Sen Başbakana söyle, bu risaleleri neşretsin; hatta hem Arapça, hem de İngilizce olarak neşretsin. Devlet eliyle olsun ki devlete büyük kuvvet kazandıracak bir hamledir bu. Âlem-i İslam Türkiye’nin etrafında yeniden toplanacak.”
Tahsin Bey bunların hepsini Menderes’e anlatıyor. O da “Diyanet Reisi’ne git ve benim selamımı söyle, bunu yapmaya başlasın” diyor.
Bunu Tahsin Bey’den birkaç kez dinlemişliğim vardır. Diyanet Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, Tahsin Bey’e diyor ki: “Benim bunu bizzat Menderes ile konuşmam gerek”.
Üstad nasıl Abdülhamid ile görüşemediyse Eyüp Bey de üç defa Menderes’e gittiği halde görüşmeyi başaramadı. Özel kalem müdürü ‘Niçin geldiniz?’ diye sorduğunda ‘Tahsin Bey kendisinden bir haber getirdi, o konuyu görüşmek için’ diyorsa da müdür görüştürmüyor, dolayısıyla Menderes’in bundan haberi olmuyor.
Peki Menderes’in eserlere bakışı hakkında ne biliyoruz?
Demokrat Parti’de üç devre vardı: Birincisi, ilk seçimler kazanıldıktan Malatya hadisesine kadar olan devreydi. Ondan sonra dört yıllık bir fetret devri olmuştu. Dindarlara karşı çok katı bir rejim söz konusuydu. Yine siyasal İslam’ı müdaafa edenlerden merhum Necip Fazıl, Osman Serdengeçti gibi isimler tutuklandılar.
Bu dört yıl içinde Üstad neler yaşadı?
Üstad İstanbul’a döndükten sonra 25 yere baskın yapıldı. Eskiden Risalelerden bir sayfa dahi bulunsa tutuklama oluyordu. Emirdağ’da bir astsubay Üstad’a zulmetmiş, sarığını almıştı. Üstad bunları kaleme aldı ve Sungur Ağabey ile Mustafa Bağışlayıcı da Samsun’da çıkardıkları bir gazetede bu olayı beyan ettiler. “Bediüzzaman’a zulüm” manşetiyle çıkan gazetenin yazı işleri müdürü Sungur Ağabey de tutuklandı. Mahkeme Üstad’ı da Samsun’a götürmek için celp kararı çıkartmıştı.
Üstad ise bu sırada İstanbul’a gelmiş, bizim evde ikamet ediyordu. Sungur Ağabey hapiste iken yeni bir celp kararı ulaştı. Bunun üzerine Üstad beni çağırarak, “Biz Samsun’a gidiyoruz. Burada her şeyi sana bırakıyoruz” dedi. “Her şey”den kastı kitaplar ve daktilo makinesiydi. “Kitapları takip ederim fakat daktilo işlerinden pek anlamam” dedim. Bana üç kez, “Sen yaparsın” dedi; sonuncu deyişinde sesinin tonu tok ve sertti. O anda bir şey diyemedim.
Onlar Samsun’a nasıl gideceklerini tartışıyorlardı. Üstad’a çok fazla sıkıntı çıkarmadılar; İstanbul Emniyeti hürmet etti, “Biz burada hocayı koruma durumundayız, bizle kaldığı sürece emniyettedir” dediler. Üstad bu söz üzerine bizlere “Onlar beni koruyorlar” dedi.
Demokrat Parti zamanında Risale-i Nur zarar görmedi diyebilir miyiz?
Elbette, 1956 yılında Konya Nutku ile üçüncü devre başlamış oldu. O zaman doktorlar Üstad’a yolculuk yapamaz diye rapor vermişlerdi. Bu rapor sayesinde Samsun’a gitmedi. Bu da Demokrat Parti’nin yanlışını engellenmiş oldu.
Konya Nutku’nda Menderes “Dini icaplar yerine getirilecektir” demişti; bu, müspet bir şekle dönüştü. Yapılan icraatlar Demokrat Parti’nin üçüncü devresidir.
1958-59 yıllarında Nur talebelerinin dağıttığı beyanname olayı nasıl gerçekleşti?
Nazilli’de Risalelerden istifade eden bazı heyecanlı kardeşlerimiz bir Medrese-i Nuriye açtılar. Ancak onlar kahvelere de gidip ders okuyorlardı. Fakat bir kısım Demokrat Partililer bu olayı şikâyet etmişlerdi. Bunun üzerine polis baskın yaparak kitaplarıyla beraber 10 kişiyi tutuklamıştı.
Bu olayın akabinde basın bir yaygara kopardı. ‘Nurcu Avı’, ‘Sahte Peygamber’ gibi birçok manşet atıldı. Buna cevaben Üstad bir yazı yayınladı. Mehmet Emin Birinci ve Mustafa Türkmenoğlu Ağabeyler ise bu yazıyı dizerek beyanname olarak neşretmişlerdi. Bunun üzerine basında ‘Nurcular beyanname yayınladı’ diye bir kasırga koptu yine.
Bunun üzerine 10 kişi daha tutuklandı. Hatta Birinci Ağabey İstanbul’da tutuklandı, ben de ertesi gün Emirdağ’a gittim. Üstad’ın bu duruma vereceği tepkiyi merakla bekliyordum. Otobüsten indiğimde tevafuk bu ya, Zübeyir Ağabeyi kelepçelenmiş halde götürülürken gördüm. Yanına gittiğimde Üstad beni karşıladı ve dedi ki:
“Hiç ehemmiyeti yok. Şu anda gelseler ben de ellerimi uzatacağım, beni de kelepçelesinler. Benim elime kelepçe dahi vursalar yine de Menderes’i destekleyeceğiz. Halkçılar hükümetle aramızı açmak istiyorlar, buna asla fırsat vermeyeceğim”.
Ardından Bekir Ağabey’in avukat olarak girdiği mahkemede tahliye edildiler. Ankara Davası böyle vuku bulmuştu.
Üstad Hazretlerinin mahkemelerde Risale-i Nur’un hukukunu müdafaa ederken hakimlere “Dikkat edin, bu basit bir hadise değil. İstikbalde tarih sizi yapacağınız bir yanlıştan dolayı mahkûm olacak bir duruma düşürebilir” şeklinde konuştuğunu da tarihe not olarak düşmek isterim.
Üstad’ın Ayasofya’nın açılması konusunda düşüncesi neydi?
Fetih; şehit ve gazilerin kılıçlarının yadigârıdır. Ayasofya katiyen bu şekilde kalamaz, kalmaması da lazım. Demokrat Parti zamanında bu çok arzu edilmiş, lakin başarılamamıştı.
Hünkar Mahfili denilen kısım açık, Süleyman Demirel döneminde bu kadarını yapabildiklerini söylediler. 1980 İhtilali’nde yeniden kapatılmıştı, bahanesi restorasyondu. Ardından tekrar açıldı. Fakat Ayasofya’nın tamamen açılması gerekli.
Adnan Menderes’in diğer dindar camia ile arası nasıldı?
İmam Hatiplerin açılışında Menderes’in büyük etkisi vardır. İmam Hatipler mezun vermeye başladığında, Yüksek İslam Enstitüsü’nün açılmasında birtakım problemlerle karşılaşıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu hususta çekinceleri vardı. Menderes ise her şeyi göze almıştı. Yüksek İslam Enstitüsü’nün açılışına bizzat katılmıştı.
Üstad’ın kabrinin yerini öğrenmek isteyenler olduğu gibi öğrenmek istemeyenler de var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Normal, insanî bir hak olarak yerinin bilinmesi gereklidir. Üstad bu konuyu açıklamıştır ancak hak olarak bir zatın yerinin bilinmesi gereklidir. Bu manevî hukuku tayin edecek, yine onun varisleri olabilir. Devletin bu hususta tüm sorumluluğunu yerine getirmesi lazım. Mezarın yerini bilenler var. Devletin kendi icraatını telafi ederek gerekeni yapması lazım.
Üstad, Necip Fazıl’la görüşmüş müydü?
Akşehir Palas Oteli’nde yedek subay İsmail Doyuk şu an hayatta ve Bursa’da yaşamaktadır. Otele geldiğimde bana dedi ki: “Necip Fazıl ziyarette, biz çıkmayalım”. Lobide bekledik, yukarıdan inerken biz de göz ucuyla baktık. Bizi görünce mecburen yanlarına gittik. Üstad, Necip Fazıl’a “Sizi 40 yıllık Nur talebesi olarak kabul ettim” demiş.
İşaratü’l-İcaz gibi Risalelerin devlet eliyle bastırılması hususundaki fikriniz nedir?
Üstad’ın 1945’ten sonra bunu çok arzu ettiğini görmekteyiz. Risaleler çok önemli hakikatleri ilmî olarak açıklıyor. Bunun küçük grupların elinde kalmasıysa sakınca arz ediyor. Mesela Risalelerden dersler yapılmasını istiyor Üstad ve dünyevi işlere alet edilmesini asla istemiyor. Devletin buna sahip çıkarak millete mal etmek istemesini son hadiselerde daha iyi idrak etmiş bulunuyoruz.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım