Meclisteki muhalifler böyle susturuldu!

Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Birinci Meclis’in cinayete kurban giden ilk mebusuydu. Topal Osman’ın
katlettiği vekilin cenaze töreninden bir kare.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Birinci Meclis’in cinayete kurban giden ilk mebusuydu. Topal Osman’ın katlettiği vekilin cenaze töreninden bir kare.

Birinci Meclis’teki muhaliflerin akıbeti ne oldu?Kimler faili meçhul cinayetlere kurban gitti?Türkiye’yi terk etmek mecburiyetinde bırakılanlarne yaşadı? Kim, hangi gerekçeyle küreğemahkûm edildi? İşte Türkiye’nin demokrasitarihinden demokratik olmayan sahneler.

Büyük Millet Meclisi’nin ilk devre mebusları Meclis bahçesindeler.
Büyük Millet Meclisi’nin ilk devre mebusları Meclis bahçesindeler.

Birinci Meclis tarihte ender görülen bir temsil adaletine ve katılım çeşitliliğine sahipti. Meşrep, mezhep, siyasî ve etnik gruplar arasında dünyada emsali görülmeyen bir denge kurulmuştu. Çerkez, Türkmen, Kürt, Arnavut, Boşnak kanaat önderlerinin yanı sıra Nakşî, Alevî, Bektaşî, Mevlevî ve Kadirî tarikatlarının şeyhleri aynı çatı altında bir araya gelmişlerdi. Bektaşî şeyhi Ahmet Cemalettin Çelebi, Mevlevî şeyhi ve Hz. Mevlânâ’nın 21. kuşaktan torunu Abdülhalim Çelebi, Nakşî Şeyhi Şeyh Fevzi Efendi bu mebuslar arasındaydı. Hâsılı renkliliği ve çeşitliliğiyle Birinci Meclis “Milletin Meclisi” olma vasfını fazlasıyla hak ediyordu.

Ayrıca Birinci Meclis’te Türkiye tarihinin en çetin demokrasi ve özgürlük mücadelesi de verilmişti. İşin doğrusu bu katılımcı anlayış zamanın şartları gereği bir mecburiyetti. Çünkü bu oluşum, yok olmamak adına birbirine can havliyle sarılmış “Anadolu-Trakya Müslüman Osmanlı” tebaasının hayatta kalma refleks ve ferasetinin ürünüydü. Yoksa Anadolu ve Trakya halkı için, “Buyurun, size özgür ve demokrat olma fırsatı sunuyorum” şeklinde bir ihsan söz konusu değildi. Meclisin özgürlük ve demokrasi abidesi olduğunu anlamak için iç işleyişinden ziyade oluşum aşamasındaki katılım çeşitliliğine bakmak gerekir.

Elbette hiçbir meclisten demokrasiyi eksiksiz bir şekilde uygulamasını bekleyemeyiz. Bu açıdan Birinci Meclis de kusursuz değildi. Çalışmalar göz ardı edilmeden bakıldığında, uygulamaların hepsinin sanıldığı gibi tarafların rızasıyla yapılmadığı görülür. Örneğin Gazi Paşa’nın tasvip etmediği biri Dâhiliye Vekilliği’nde ancak bir gün kalabilmişti. Ya da Lozan’da yapılan mutabakatın aleyhinde olan gruplara karşı merhametli ve demokratik müdahale edildiğini kim söyleyebilir? Tan ile Sebilürreşad gazeteleri ve diğer muhalif basına reva görülen muameleleri, Ali Şükrü Bey’in katledilmesini hangi demokratik ve özgürlükçü anlayışla izah edebiliriz?

Meseleye bir de diğer taraftan bakmak gerekiyor. Yeni kurulmuş, henüz devletlerarası zeminde tanınmamış, çift başlı idarenin kalıntılarından kurtulamamış bir ülkede, neredeyse 600 yıl müesses olan Hilafet ve Saltanata rağmen ayakta kalmaya çalışan bir meclisten bahsettiğimizi de unutmamalıyız. Meclisin kuruluşu esnasındaki bu özgür ve demokratik çoğulculuk devam ettirilebilirdi. Fakat ne yazık ki olmadı. Bazı milletvekillerinin hayatları pahasına otoriter gidişata karşı verdikleri mücadele tarihteki nadide yerini aldı. Bu tespitler ışığında oluşan tabloyu hafızamızda tutmak kaydıyla muhalefetin çalışmalarına, uğradıkları muamele ve akıbetine göz atalım.

Kurucu Meclis’teki ilk gruplaşma 10 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetlerini, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirip bir grup kurmasıyla başladı. Maruf grubun tek, tartışmasız ve ebedî lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Buna karşılık İkinci Grup, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey liderliğinde, Trabzon mebusu Ali Şükrü, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemalî, Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, Trabzon Mebusu Hâfız Mehmet Efendilerin başını çektiği muhalif kanat tarafından oluşturuldu. Meclis’in ikinci döneminde İkinci Grup çok ciddi bir tasfiyeye muhatap olmuş, neredeyse tamamı meclis dışında bırakılmıştır.

Tek adamlık ve otoriterleşmenin zirve yapacağı sonraki yıllarda Birinci Grup Halk Fırkası’nı, çoğunluğu meclisin dışında kalmış muhalif kanat da Kâzım Karabekir liderliğinde birkaç aylık ömre sahip Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuracaktır (Ancak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı ve mensuplarının bir kısmı 1938’e, diğerleriyse 1946’ya kadar siyaset sahnesinden çekildi).

Birinci Meclis’in sahip olduğu bu katılımcı ve özgürlükçü anlayış sadece iki yıl sürmüştü. İki yıldan sonra otoriterleşmeye başladı ve efsane meclis iktidarla muhalefetin harp sahasına dönüştü. 15 Nisan 1923’te meclis kendini feshederek seçimlere gitti. Yetkinin tamamını tek elde toplayan Gazi muhalif grupları meclis dışında bıraktı. Listelerde kendi arkadaşlarına yer vererek “Tek Adam”, “Ebedî Lider” gibi vasıfları hak etmesine yol açan icraatlara imza attı. Muhalefetsiz bir dönem başlattı anlayacağınız.

Birinci Meclis’teki muhalif mebuslar bunun bedelini ileride canlarıyla ödeyeceklerdi. Her şeye rağmen 1920’lerin ilk çeyreğinde gerçekleştirilen bu demokrasi mücadelesini alkışlamak gerekiyor. Demokrasi ve özgürlükler adına o vekillere minnettarız.

Türkiye’nin demokrasi tarihinden demokratik olmayan sahneler: Cinayet, İdam,Sürgün,Tasfiye,Kürek Cezası...
Türkiye’nin demokrasi tarihinden demokratik olmayan sahneler: Cinayet, İdam,Sürgün,Tasfiye,Kürek Cezası...

Canlarından olan muhalifler Birinci Meclis mebuslarından siyasî cinayete kurban giden ilk isim Ali Şükrü Bey’di. Kendisi Meclis-i Mebusan’ın son döneminden Birinci Meclis’e katılanlardandı. İkinci grubun liderlerinden olup Lozan konusunda İsmet Paşa’nın hariciyeden anlamadığını, yanlışlar yaptığını, dolayısıyla Lozan’da kaybedilenlerin kazanılanlardan fazla olduğunu ileri sürmüştü. Bu söylemlerle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına karşı oldukça sert bir muhalefet yürüttü. Bu durum Gazi’nin hoşuna gitmiyordu tabii. Ali Şükrü Bey İkinci Grubun düşüncelerini dile getirmek için Tan gazetesini çıkarmaya başlayınca ise işin rengi tamamen değişti. Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisi sertleşti. Kâzım Karabekir’in ifadesiyle, o kadar hiddetlenmişti ki, matbaanın yakılıp yıkılmasını istiyordu. Cevat Abbas’a hitaben, “Muhaliflerden Ali Şükrü Ankara’ya makine getirmiş. Tan gazetesini çıkaracakmış. Muhalifler matbaa yapıyor, siz hâlâ uyuyorsunuz. Yakmalı, yıkmalı...” sözleri o günden sonra Tan gazetesi ve Ali Şükrü Bey’in ölüm fermanı hükmündeydi.

Meclisin teşkilinden hemen sonra Mustafa Kemal Paşa’nın muhafız birlikleri komutanı Topal Osman, mebus olamamasına rağmen, TBMM salon kapısına sandalye atarak oturumları takip ediyordu. Bu oturumlarda Ali Şükrü Bey’in Gazi’ye yönelik sert tenkitlerinden kendine vazife çıkarmıştı. Gazi’nin sofra sohbetlerinde Tan gazetesi hakkında sarf edilen düşünceler de Osman’ı etkilemiş ve bir cinayete davetiye çıkarmıştı. Ali Şükrü Bey’i ortadan kaldırarak “Gazi Hazretleri’nin” gözüne girme düşüncesi, itibar kaybeden Topal Osman için iyi bir fırsattı. Planı gereği evine nargile içmek üzere davet ettiği Ali Şükrü Bey’i boğdurarak öldürttü. Cinayet ortaya çıktıktan sonra korunmayacağını anlayınca da Çankaya’ya gidip Gazi Paşa ile görüşmek istedi. Kabul görmeyen bu talebinde ısrarcı olunca çıkan çatışmada maiyetinden birkaç kişi öldürüldü, Osman da yaralı olarak ele geçirildi.

Milletin vekillerine yapılan saldırının cezası ölüm olmalı ve meclisin önünde infaz edilmeliydi. Yargılanıp meclisin kapısında asılması istendi. Bir kurşunla kasığından yaralanan Topal Osman, ne hikmetse yargılama yapılmadan karakolda öldürüldü. Cesedi de başsızdı. Yine de idam edilmesi isteniyordu. Bir gün sonra kafası olmayan ceset ayaklarından asılarak hüküm yerine getirilmiş oldu.

Ziya Hurşit ile İkinci Grup üyeleri cesedin Topal Osman’a ait olmadığını düşünerek yürütmekte oldukları muhalefeti daha da sertleştirdiler. Topal Osman’ın kim tarafından, ne sebeple öldürüldüğü ve cesedin kime ait olduğuna dair muamma bir türlü çözülemedi. Tutukluyken başının nasıl kesildiği hususunda da mantıklı bir açıklama yapılmamıştı. Ayrıca ayağından asılan cesedin Topal Osman’a ait olmadığına dair ciddi şüpheler vardı. Bunlar hiçbir zaman giderilemedi.

Ali Şükrü Bey’in vefatıyla kendilerinin tasfiye edileceğini anlayan İkinci Grup cinayetten Mustafa Kemal Paşa’yı sorumlu tutuyordu. Bu sebeple İzmir suikastı davasının ardında bu cinayetin olduğu düşüncesi yersiz değildi. 1926’da suikast teşebbüsü içinde olanlar Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandılar. Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, İzmir’de idam edilirken, “Hürriyetsiz bir memlekette yaşamaktansa namusuyla ölmek daha hayırlıdır. Gidiyorum işte… Hadi Allah’a ısmarladık” sözleriyle idam sehpasına çıkmıştı. Ankara’da idam edilen

Trabzon Mebusu Hâfız Mehmed Bey ise darağacında ip boynuna takılırken yüksek sesle mazlum ve mazlumdan yana olmanın gururuyla, “Zulüm ile yapılan bina payidar olmaz” diye haykırmıştı. Trabzon Mebusu Hâfız Mehmed Bey meclisin tutarlı ve korkusuz muhaliflerinden biriydi. Ali Şükrü cinayetinden iki yıl önce Samsun’da Topal Osman’ın yaptığı kanunsuzluklara tepki göstermiş ve Nureddin Paşa ile Mustafa Kemal Paşa’nın uygulamalarına sert eleştiriler getirmişti. Rum ve Ermeni tehcirinde tedbir alınmadan yapılan sevkiyatlar esnasında işlenen suçların gayrimesul kuvvetler (Topal Osman Çetesi) marifetiyle yapılması, Rum çetelerinin intikam sebebiyle Müslüman sivil halka yönelmesine sebep olmuş, Müslüman halk ise korumasız bırakıldığı için çok ciddi taciz ve tecavüzler yaşamıştı. Mehmed Bey, gayrimesul kuvvetlere bu imtiyaz ve yetkiyi verenlerin görevi kötüye kullandığına yönelik suçlamaların sahibi ve İkinci Grup mensubuydu. Binaenaleyh ikinci dönem seçimlerinde listeye alınmadı. Seçimlerden iki yıl sonra da sert muhalefetinin bedelini canıyla ödedi. Mehmed Bey ile aynı gün, aynı suçtan idam sehpasına çıkanlardan biri de Ardahan Mebusu Hilmi Bey’di. Bu liste birkaç kişiyle de kalmadı. İsterseniz diğer isimlere bakalım:

Musul öfkesi: Yusuf Ziya Bey

Meclis dışında kalmış olmalarına rağmen ikinci dönemde de darağacına sevkler devam etti. “Bugünkü vaziyet- i araziye Devlet-i İtilafiye ve Avrupa devletleri öyle tespit etmişler ki, Türk ile Kürt teşrik-i mesai ederek yaşamazlarsa ikisi için akıbet yoktur. Arkadaşlar vaziyet-i ictimaiyemiz bunu gösteriyor. Binaenaleyh hangisi hangisine ihanet ederlerse ikisi için de akıbet yoktur” diyen Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, 14 Nisan 1925’te Bitlis Divan-ı Harb-ı Örfî’de idam cezası verilerek aynı gün sabaha karşı infaz edildi. Yusuf Ziya Bey’in hikâyesi, Ziya Hurşit ve diğer İkinci Grup üyelerinden farklıydı. Onun sert muhalefeti tıpkı Ali Şükrü Bey gibi Lozan’da Musul’un kaybedilmesi üzerine ateşlenmişti. Musul ve Cenubî Kürdistan’ın İngilizlere bırakılmasına, bunun milletin bölünmesi, Misak-ı Millî’nin terk edilmesi anlamına geldiğini söyleyerek karşı çıkmıştı. Konuşmalarında Kürtlerle Türklerin birlikte yaşamasının zaruretinden bahsederek bu tarihî mecburiyeti şöyle özetliyordu: “Efendiler, Kürtlerin bütün siyasetleri, bütün mefkûreleri dinlerindedir. Din esasına her şeyi ibtina ettirirler. Bu Meclis-i âli ki İslamiyet’i kurtarmağa azmetmiştir Kürtler bu Meclis’e karşı fena fikirler besleyemezler” (18.11.1336). Birlikten yana olan bu zat, vatanı bölüp parçalamak ve hükümet-i milliyeyi devirmekle itham edilerek, ihanet-i vatan suçuyla yargılanıp idam edildi. Mahkeme evrakının hâlen açıklanmamasıysa ayrı bir muammadır.

Gazi’yi Enver Paşa’ya benzetti: Hasan Hayri Bey

Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, Sakallı Nureddin Paşa üzerinden Mustafa Kemal Paşa’ya eleştiri getiren mebuslardan biriydi. Bir meclis oturumunda lafla yapılan sataşmalar şöyle cereyan etmişti: “Reis-i âlimiz Paşa Hazretleri bizim buraya toplanmaklığımızın yegâne âmilidirler (sebebi). Müşarünileyh (kendileri) bizi istihlâs ve taali-i vatan için lâzım gelen tedabiri ittihaz etmek (almak) için buraya topladılar, etrafına aldılar. Şimdi böyle bir zat-ı muhtereme tutup da her işi gördürmek, meselâ vekilleri tâyin etmek vazifesini ona ihale etmek ve aynı zamanda da bu vekillerin intihabından (seçiminden) dolayı da böyle zımnen bir şahsı mesuliyet karşısında bulundurmak caiz midir, değil midir? Ben şahsan caiz olmadığı kanaatindeyim. Bu fikr-i zâtîmi (şahsi fikrimi) misalle izah edeceğim.”

Hasan Hayri Bey: “Enver Paşa’yı Balkan Harbi’nden Harb-i Umumiye’ye kadar nasıl biliyordunuz?”
Mustafa Kemal Paşa: “Evet, iyi idi.”
H. H. Bey: “Ben pekiyi biliyorum, yaptığı fedakârlık. Müsaade buyurun efendim. Harb-i Umumî’de bu adam bu işleri gördü diye bütün umuru (işleri) onun eline verdik. Haddinden ziyade iş verdik, o da nihayet bu vatanı tepe takla, döndürdü de buyur! Bunu biz mi yaptık, Enver mi yaptı? Bunu biz yaptık, onu ortaya biz attık, çünkü ona o salâhiyeti biz verdik. Şimdi bu zat-ı muhteremi de Enver Paşa’nın akıbetine uğratmak istiyorsak bunu verelim.”
M. Kemal Paşa: “Reisi, Enver’in akıbetine uğratmak senin elinde değil, Reis’in elindedir. O salâhiyeti Enver Paşa’ya sen mi verdin?”
H. H. Bey: “Çünkü milleti idare edemedi.”
M. Kemal Paşa: “Beni onlarla mukayese etmeyiniz.”
H. H. Bey: “Yanlış, Paşa Hazretleri.”
M. Kemal Paşa: “Yanlış değil, yanlış değil. Ben çok iyi anlarım” (TBMM 26.11.1921 tarihli oturum zaptı).

Mustafa Kemal Paşa ile arasındaki sürtüşme sebebiyle Hasan Basri Bey’in İkinci Meclis seçimlerine katılması engellendi. 1924’ten sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na yakın durdu. Ancak o da uzun yaşamayan muhaliflerden oldu. 1926’da Şeyh Said meselesiyle ilişkilendirilerek Elazığ’da idam edildi. Gazi’yi Enver’e benzetmenin bedelini işte böyle ödemişti.

Tren kurbanı mı?: Kara Vasıf Bey

İstanbul işgali esnasında kurulan Karakol Cemiyeti, İttihatçı yapısı sebebiyle Gazi tarafından her zaman ihtiyatla karşılanmıştı. Kara Vasıf, cemiyetin kurucusuydu. Bu nedenledir ki İttihatçı ve İslamcı temizliğine dönüşen ikinci dönem seçimlerinde listeye konulmadı. İstanbul’a yerleşti. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. İzmir suikastı sebebiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken Kâzım Karabekir’le birlikte son anda ipten kurtuldu. Fakat 1931’de İstanbul’da tren çarpması neticesinde öldü. Tren hattına nasıl girdiğine dair açık bir bilgi yok. Dolayısıyla ölümü cinayet şüphesi taşıyan isimlerden biridir.

Kaçanlar, sürgünler, tasfiyeler

Ölümden kurtulmuş olan İkinci Grup mensuplarından Mehmed Akif, Reşit Bey, Abdülkadir Kemalî ve Hüseyin Avni Birinci Meclis’in diğer renkli muhalif simalarıdır.

Mehmed Akif’in muhalifliği II. Abdülhamid karşıtlığı kadar sert değildi. Ancak hayallerinin sükut ettiği gerçeğiyle yüzleşmişti. Şiiri İstiklal Marşı olarak ayakta okunurken, gariptir, burada barınamadığı için Mısır’ın yolunu tutmuştu. Tedavi için İstanbul’a geldiği Haziran 1936’ya kadar Mısır’da yaşamak zorunda kaldı. Aralık 1936’da İstanbul’da tedavi görürken vefat etti.

Reşit Bey ise Çerkes Ethem’in abisiydi. Çerkez Ethem- İsmet İnönü kavgasında kardeşi Ethem’den yana olmakla kalmadı, yapılan muamele karşısında onunla beraber Yunanistan’a sığındı. Ankara İstiklâl Mahkemesi hakkında idam cezası verdi. 8 Ocak 1921’de mebusluğu düşürüldü. 150’likler listesine alındı. Ölüm tarihi olan 10 Eylül 1951’e kadar Ürdün’de sürgün hayatı yaşadı.

Abdülkadir Kemalî Bey yazar Orhan Kemal’in babasıdır. Gazete neşreden muhalif bir hukukçuydu. Birçok hukukî görüşü içtihat olarak takip edilirken muhalifliği sebebiyle İstiklal Mahkemelerinde yargılanacağı haberini aldı. Bunun üzerine 1930’da Suriye’ye kaçtı. 1939’da çıkan aftan istifade ederek geri döndü ve Ankara’ya yerleşti. Siyasetten uzak kaldı; 1949’a kadar yargıçlık ve avukatlık yaparak hayatını sürdürdü. Koçkıri Tahkik Heyeti’nde yer aldığı dönemde Yusuf İzzet Paşa’nın yapılan zulüm ve kırımı mazur gören görüşlerine tepki vererek raporları imzalamadı ve heyetten çekildi. Bu tavrı o zamana göre oldukça cesur bir davranıştı.

Mustafa Kemal Paşa ile Erzurum Kongresi’nden itibaren beraber olan, İkinci Grubun lideri Hüseyin Avni Bey iyi bir hatip, bilge bir kişiydi. Ayrıca iflah olmaz muhalif bir demokrat olarak Birinci Meclis’in en çalışkan vekiliydi. Birinci dönem yasama süresi içinde 409 kez kürsüyü kullanarak en fazla konuşma yapan milletvekili unvanına sahip olmuştu. İkinci dönem meclis dışında bırakıldı. Sonrasında Gazi’ye suikasttan yargılandı. Hakkındaki suçlamaların asılsızlığı ortaya çıkınca beraat etti. Ankara’dan uzak bir hayat tercih ederek İstanbul’a yerleşti. Damadı Nurettin Topçu’nun fikir hayatının inkişafında oldukça tesir sahibidir. 23 Şubat 1948’de İstanbul’da vefat etti.