Komploları meşrulaştırdıkça bu darbeler bize az!
Prof. Mim Kemal Öke Florian Riedler'in 'Osmanlı İmparatorluğu'nda Muhalefet ve Meşruiyet' adlı akademik tezini yazdıklarından ziyade hatırlattıklarıyla Derin Tarih dergisinde kritik etti.
Darbecilik siyasetin önünü açacak yegâne ve son çare olarak görülmemeli. Bunu, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler peşinen kabullenmeli ve demokrasi kültürünü benimsemelidirler.
Bilmem meramımı arz edebildim mi? Bunda gocunacak bir şey yok; zira her siyasal bilimci yaşadığı günlerin siyasal kültüründen ister istemez etkilenerek kaleme alır çalışmalarını. Maksat, çocuklarının veya torunlarının “Darbede ne yazdın?” sorularıyla karşılaştıklarında geriye dönüp kendi vicdanlarıyla hesaplaşmalarıdır. Belki de yazdıklarını 'revize' ederek…
Ben 28 Şubat'ın fırtınalı günlerinde Din-Ordu Gerilimi (2002), Derviş ve Komutan (2005) Gazi ve Sufi (2007) ile Kılıç ve Ney'i (2009) yazarak tarihe kendi dipnotlarımı koymuştum. Bu kitaplardan kimisi muktedirlerin korkusuyla görmezlikten gelindi, kimileri de bir zaman sonra ödüller aldı! Bu ay aslında
Riedler'in kitabının eleştirisi bahanesiyle başka bir akademik meseleye temas etmek istiyorum. Hani hep tarihi yazmak, yapmak kadar zor diyorum ya, o meyanda bir derkenar açmak niyetindeyim. Siyasal vakıaları; siyaset bilimi uzmanları da, tarihçiler de irdeliyor. İlkinin eserleri teorik genellemelerin/modellerin zorlamasıyla bazen havada kalıyor; ikinciler de arşiv malzemesi tutkusuyla konuları bütüncül göremiyorlar, desek kimseye ayıp etmeyiz herhalde. Riedler'in çalışması Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies'de doktora çalışması olarak vücuda geldiği için herhalde hocalarının direktifleriyle belli bir inceleme 'rüştü'ne sahip. Yani tarihî dokuyu bozmadan siyaset biliminin mimarisini darbeler ekseninde inşa etmiş. Burası tebrike şayan.
Siyasî tarih yazımında yöntemin önemi malum. Tarihçilerin sadece siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler değil sosyoloji, sosyal psikoloji, kültürel antropoloji gibi sosyal bilimlerin salkımı üzerinde bulunan diğer anabilim dalları ile de ilgilenip inceledikleri vakıa/süreç ve biyografileri mümkün olduğu kadar (ve tabii bocalamadan) disiplinler arası bir çerçevede değerlendirmelerini salık vermekteyim.
Bu yaklaşım özellikle asker-sivil ilişkilerinin tarihini yazarken önemlidir. Bu kritik mevzunun teorik arka planı -bence Huntington'un kadük kitabından beri- yetersiz. Bu konunun teorisini bilmeden darbeleri, özellikle Türkiye'de darbeleri nasıl yazacaksınız?
Siyaset darbelerden nasıl kurtulur?
Peki ya darbeler kanıksanmışsa, siyasal hayatın vazgeçilmez bir boyutu olarak kabullenilmişse (ki bu hiç de öyle yadırganacak bir tutum değildir, yakın zamana kadar Latin Amerika siyasal kültürü bunu amirdi!). Başka bir deyişle, darbeler ve darbe için komplo düzmek, bilimsel ifade ile bir ülkenin siyasal kültürüne nüfuz etmişse o zaman ne yapacağız?
Sorulara devam edelim.
Mesela bizim siyasal kültürümüz darbeciliği meşru gören bir dokuda mıdır? Ordu-millet geleneği bu boyutu da kapsar mı? Böyle bir siyasal kültürle normalleşebilir mi? Yani demokrasi kültürü ve terbiyesi kökleşebilir mi?
Riedler kısmen bu mevzuya Tanzimat darbeleri ölçeğinde girmiş ve fazla 'derinleşmeden' çıkmış, hatta kaçmış! Belgeleri arşivden, yöntemi ise siyasal kültür cenahından… Kuleli Vak'ası, Yeni Osmanlılar, Abdülaziz'e yapılan suikast, Ali Suavi gibi II. Abdülhamid dönemine değin Osmanlı'daki muhalefetin marifetlerini öğrenmek istiyorsanız kitabı okuyun.
Ancak kitabın başlığında 'muhalefet' ibaresi olsa da, Osmanlı'da muhalefetin teorik arka planının -bence- içi tam dolmamış. Önemli değil; çünkü Riedler bir muhalefet türü olarak komplolara (darbelere) teksif olmuştur. Sıkı durun, alıntılıyorum; oradan bakınca şunu görmüş:
“Komplolar, hukuki sınırlar içinde kalan bir muhalefete alan bırakmayan mutlakiyetçi bir siyasal sistemin kaçınılmaz sonucudur” (s. 14).
Doğruya doğru. Ama yanlışı yanlışla düzeltemezsiniz. Hz. Ali'nin buyurduğu gibi, “Eğri cetvelden doğru hesap çıkmaz!” Yani darbecilik veya komploculuk bir kere bulaşmasın siyasal bünyeye, bunu oradan dezenfekte etmek hayli güçtür. Çünkü siyasal kültüre mal olmuştur artık.
Riedler Tanzimat'ın sivil paşalarının komploculuklarını işliyor. İttihat ve Terakki faslına girseydi iş daha karmaşıklaşacaktı! Yani II. Meşrutiyet'in güzergâhında darbe ve komploların 'meşruiyeti' (meşrutiyetle karıştırılmasın) ayrı ve uzun bir öyküdür. Hazin ve Cumhuriyet'e sirayet etmiş bir trajedi…
Riedler, vesayetçi Bâbıâli bürokratlarının muhalefete izin vermeyen iktidarlarının bu komplocuların darbelerini neredeyse hak ettiklerini savunmaktadır:
“Gizli cemiyetler, çoğu kimseyi düşük rütbesi ya da bağlı bulunduğu grubun konumundan dolayı içine almayan bir sistemde, siyasete katılımın yolunu açmıştır” (s. 144).
Başka bir deyişle, dışlananların siyasete katılımı, sisteme entegre oluşu bu sayede gerçekleşmiştir. Yani yine şu 'eğri cetvel' meselesi!
Osmanlı'da darbeler üzerine yazılacak sayfalar çok. Ama yine sorunsalımıza -Riedler'in açısından- sadık kalarak devam edelim.
Köktenciliğin hayırlısı
Darbecilik siyasetin önünü açacak yegâne ve son çare olarak görülmemelidir. Buna cevaz verilmemelidir. Bunu, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler, muhalefette olsun, iktidarda olsun peşinen kabullenmeli ve demokrasi kültürünü benimsemelidirler. İlla ki siyasette bir şeyin köktencisi olunacaksa, 'kökten demokrat' olmakta yarar vardır.
Derin Kitap bu ay biraz vaaz gibi oldu. Ne yapayım, tarih ortada! Tarih ders almak, ibret çıkarmak için yazılmaz mı, okunmaz mı? Bu açıdan beni affediniz.
Siyasal kültürümüzün komploları meşru kılan zihniyetinin değişmesi kötü mü olur? Aksi bir kafa yapısıyla bu darbeler bize az bile gelir!
Aslında o kadar kötümser olmaya gerek yok. Türk siyasal sistemi, özellikle Cumhuriyet'in çok partili döneme intikali ile Şerif Mardin'in de vurguladığı merkez-çevre ilişkileri modeli doğrultusunda merkeze yerleşen muhafazakâr iktidarlar çevredeki 'dışlanmışları' sisteme taşımayı bilmişlerdir. Ne var ki, çevreyi merkeze taşıdıktan sonra eleştirdiklerinin/onları mağdur edenlerin alışkanlıklarını da bazen bizzat sürdürmüşlerdir! Bu da tarihî verilerimizden…
Riedler'in kitabı yazdıkları ile değil, daha ziyade hatırlattıklarıyla değer kazanmaktadır deyip Derin Kitap'ı bu aylık noktalayalım.
Derin Tarih, derin(leşen) demokrasi içindir desek, değerli dostum Mustafa Armağan Bey ile Yazı İşleri Şefimiz Melek Hanım bana katılırlar mı acaba?
Yazı İşleri Şefimiz Melek Hanım, yine isabetli bir seçim yaparak bu ayın Derin Kitap'ı için bana Florian Riedler'in Osmanlı İmparatorluğu'nda Muhalefet ve Meşruiyet adlı akademik tezini göndermiş. Üniversiteye 12 Eylül 1980'den 1 ay önce asistan olarak girmiş bir siyasî tarih hocası Mim Kemâl'in klasik, modern ve postmodern darbelerin ışığında Cumhuriyet tarihini öğrencilerine nasıl anlattığını/anlatabildiğini bu kitabı 'turnasol kâğıdı' gibi vesile kılarak merak etmiş olmalıdır ki, bence bu 'tecessüs' bilimsel meşruiyeti haizdir ve benzeri konumda olan her öğretim üyesinin kendi ilmî etik(et) leriyle yüzleşmesi için de bir vesiledir.İlla ki siyasette bir şeyin köktencisi olunacaksa, 'kökten demokrat' olmakta yarar vardır.
Bilmem meramımı arz edebildim mi? Bunda gocunacak bir şey yok; zira her siyasal bilimci yaşadığı günlerin siyasal kültüründen ister istemez etkilenerek kaleme alır çalışmalarını. Maksat, çocuklarının veya torunlarının “Darbede ne yazdın?” sorularıyla karşılaştıklarında geriye dönüp kendi vicdanlarıyla hesaplaşmalarıdır. Belki de yazdıklarını 'revize' ederek…
Ben 28 Şubat'ın fırtınalı günlerinde Din-Ordu Gerilimi (2002), Derviş ve Komutan (2005) Gazi ve Sufi (2007) ile Kılıç ve Ney'i (2009) yazarak tarihe kendi dipnotlarımı koymuştum. Bu kitaplardan kimisi muktedirlerin korkusuyla görmezlikten gelindi, kimileri de bir zaman sonra ödüller aldı! Bu ay aslında
Riedler'in kitabının eleştirisi bahanesiyle başka bir akademik meseleye temas etmek istiyorum. Hani hep tarihi yazmak, yapmak kadar zor diyorum ya, o meyanda bir derkenar açmak niyetindeyim. Siyasal vakıaları; siyaset bilimi uzmanları da, tarihçiler de irdeliyor. İlkinin eserleri teorik genellemelerin/modellerin zorlamasıyla bazen havada kalıyor; ikinciler de arşiv malzemesi tutkusuyla konuları bütüncül göremiyorlar, desek kimseye ayıp etmeyiz herhalde. Riedler'in çalışması Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies'de doktora çalışması olarak vücuda geldiği için herhalde hocalarının direktifleriyle belli bir inceleme 'rüştü'ne sahip. Yani tarihî dokuyu bozmadan siyaset biliminin mimarisini darbeler ekseninde inşa etmiş. Burası tebrike şayan.
Siyasî tarih yazımında yöntemin önemi malum. Tarihçilerin sadece siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler değil sosyoloji, sosyal psikoloji, kültürel antropoloji gibi sosyal bilimlerin salkımı üzerinde bulunan diğer anabilim dalları ile de ilgilenip inceledikleri vakıa/süreç ve biyografileri mümkün olduğu kadar (ve tabii bocalamadan) disiplinler arası bir çerçevede değerlendirmelerini salık vermekteyim.
Bu yaklaşım özellikle asker-sivil ilişkilerinin tarihini yazarken önemlidir. Bu kritik mevzunun teorik arka planı -bence Huntington'un kadük kitabından beri- yetersiz. Bu konunun teorisini bilmeden darbeleri, özellikle Türkiye'de darbeleri nasıl yazacaksınız?
Siyaset darbelerden nasıl kurtulur?
Cumhuriyet tarihimiz bir darbeler resmî geçididir.“Peki neden?” dediğiniz andan itibaren tartışma başlar. Bitmez de. Cumhuriyet tarihimiz öyledir de, Osmanlı'nın son yüzyılı farklı mıydı? Siyaseti bu darbeler sarmalından nasıl kurtaracaksınız? Siyasî sistemimizi tedavi için teşhisin önemi (ve objektifliği) ortadadır.
Peki ya darbeler kanıksanmışsa, siyasal hayatın vazgeçilmez bir boyutu olarak kabullenilmişse (ki bu hiç de öyle yadırganacak bir tutum değildir, yakın zamana kadar Latin Amerika siyasal kültürü bunu amirdi!). Başka bir deyişle, darbeler ve darbe için komplo düzmek, bilimsel ifade ile bir ülkenin siyasal kültürüne nüfuz etmişse o zaman ne yapacağız?
Sorulara devam edelim.
Mesela bizim siyasal kültürümüz darbeciliği meşru gören bir dokuda mıdır? Ordu-millet geleneği bu boyutu da kapsar mı? Böyle bir siyasal kültürle normalleşebilir mi? Yani demokrasi kültürü ve terbiyesi kökleşebilir mi?
Riedler kısmen bu mevzuya Tanzimat darbeleri ölçeğinde girmiş ve fazla 'derinleşmeden' çıkmış, hatta kaçmış! Belgeleri arşivden, yöntemi ise siyasal kültür cenahından… Kuleli Vak'ası, Yeni Osmanlılar, Abdülaziz'e yapılan suikast, Ali Suavi gibi II. Abdülhamid dönemine değin Osmanlı'daki muhalefetin marifetlerini öğrenmek istiyorsanız kitabı okuyun.
Ancak kitabın başlığında 'muhalefet' ibaresi olsa da, Osmanlı'da muhalefetin teorik arka planının -bence- içi tam dolmamış. Önemli değil; çünkü Riedler bir muhalefet türü olarak komplolara (darbelere) teksif olmuştur. Sıkı durun, alıntılıyorum; oradan bakınca şunu görmüş:
“Komplolar, hukuki sınırlar içinde kalan bir muhalefete alan bırakmayan mutlakiyetçi bir siyasal sistemin kaçınılmaz sonucudur” (s. 14).
Doğruya doğru. Ama yanlışı yanlışla düzeltemezsiniz. Hz. Ali'nin buyurduğu gibi, “Eğri cetvelden doğru hesap çıkmaz!” Yani darbecilik veya komploculuk bir kere bulaşmasın siyasal bünyeye, bunu oradan dezenfekte etmek hayli güçtür. Çünkü siyasal kültüre mal olmuştur artık.
Riedler Tanzimat'ın sivil paşalarının komploculuklarını işliyor. İttihat ve Terakki faslına girseydi iş daha karmaşıklaşacaktı! Yani II. Meşrutiyet'in güzergâhında darbe ve komploların 'meşruiyeti' (meşrutiyetle karıştırılmasın) ayrı ve uzun bir öyküdür. Hazin ve Cumhuriyet'e sirayet etmiş bir trajedi…
Riedler, vesayetçi Bâbıâli bürokratlarının muhalefete izin vermeyen iktidarlarının bu komplocuların darbelerini neredeyse hak ettiklerini savunmaktadır:
“Gizli cemiyetler, çoğu kimseyi düşük rütbesi ya da bağlı bulunduğu grubun konumundan dolayı içine almayan bir sistemde, siyasete katılımın yolunu açmıştır” (s. 144).
Başka bir deyişle, dışlananların siyasete katılımı, sisteme entegre oluşu bu sayede gerçekleşmiştir. Yani yine şu 'eğri cetvel' meselesi!
Osmanlı'da darbeler üzerine yazılacak sayfalar çok. Ama yine sorunsalımıza -Riedler'in açısından- sadık kalarak devam edelim.
Köktenciliğin hayırlısı
Darbecilik siyasetin önünü açacak yegâne ve son çare olarak görülmemelidir. Buna cevaz verilmemelidir. Bunu, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler, muhalefette olsun, iktidarda olsun peşinen kabullenmeli ve demokrasi kültürünü benimsemelidirler. İlla ki siyasette bir şeyin köktencisi olunacaksa, 'kökten demokrat' olmakta yarar vardır.
Derin Kitap bu ay biraz vaaz gibi oldu. Ne yapayım, tarih ortada! Tarih ders almak, ibret çıkarmak için yazılmaz mı, okunmaz mı? Bu açıdan beni affediniz.
Siyasal kültürümüzün komploları meşru kılan zihniyetinin değişmesi kötü mü olur? Aksi bir kafa yapısıyla bu darbeler bize az bile gelir!
Aslında o kadar kötümser olmaya gerek yok. Türk siyasal sistemi, özellikle Cumhuriyet'in çok partili döneme intikali ile Şerif Mardin'in de vurguladığı merkez-çevre ilişkileri modeli doğrultusunda merkeze yerleşen muhafazakâr iktidarlar çevredeki 'dışlanmışları' sisteme taşımayı bilmişlerdir. Ne var ki, çevreyi merkeze taşıdıktan sonra eleştirdiklerinin/onları mağdur edenlerin alışkanlıklarını da bazen bizzat sürdürmüşlerdir! Bu da tarihî verilerimizden…
Riedler'in kitabı yazdıkları ile değil, daha ziyade hatırlattıklarıyla değer kazanmaktadır deyip Derin Kitap'ı bu aylık noktalayalım.
Derin Tarih, derin(leşen) demokrasi içindir desek, değerli dostum Mustafa Armağan Bey ile Yazı İşleri Şefimiz Melek Hanım bana katılırlar mı acaba?